Bu ağır döneminde Diyarbakır bize ne söylüyor?
"Diyarbakır epey bir süredir, hem kapitalist ilişkilerin yarattığı değişim ve bu değişimin yansımalarının hem de siyasi iradesinin tanınmadığı idare biçiminin gerilimini yaşıyor."
Fotoğraf: Fatih Polat Evrensel
Fatih POLAT
Diyarbakır
Diyarbakır, politik, kültürel ve sosyal bağlamlarıyla Türkiye’nin en dinamik kentlerindendir. Son 35 yılda tarihin diğer pek çok kente kıyasla daha hızlı aktığı Diyarbakır, görmek ve dinlemek isteyenlere farklı zamanlarda farklı şeyler anlatır.
1990’ların ortalarından beri Diyarbakır’a geldiğimde, araya biraz zaman girmişse kentin kalbinin o an nasıl attığını, size neler söylediğini anlamaya çalışmak önemli oluyor. Kuşkusuz bu John Berger’e atıfla “bakan göze” ya da Edward Hallett Carr’ın dediği gibi, yazanın durduğu yere göre değişir.
Ben de Diyarbakır ile son görüşmemizin ardından nelerin değiştiğini daha önce yazmıştım. Kente önceki gelişim koronavirüsten önceydi. Son gelişime dair gözlemlerimi de notlar halinde yazmaya çalışacağım.
KENTİN POLİTİK MİMARİSİ VE ‘HAFIZA ODASI’
“Müzakere sürecinin” son bulmasının ardından HDP’li belediyelere kayyum atanması, eş başkanlar dahil çok sayıda Kürt siyasetçinin tutuklanması, pek çok kurumun kapatılması, hendekler ve operasyonlar sürecinin ardından kentte ikili bir yapı dikkati çekiyordu. HDP’ye sistematik baskı uygulanırken, ona yakın olduğu düşünülen kurumlara nefes aldırılmıyor. Kentteki polis sayısının arttığı dile getiriliyor.
Kayyum atanan belediye binaları devlet kurumu havasında. Önündeki çay ocağında bir kürsüde çay içerken baktığımız eski DTK binası kayyumla birlikte, ‘millet kıraathanesi’ fikrine uygun olarak ‘Büyükşehir Belediyesi Bilgi Evi’ne dönüştürülmüş.
‘Çözüm süreci’ zamanında DTK binasında çeşitli etkinliklere katılan siyasetçiler, aydınlar, gazeteciler hakkında daha sonra yasa dışı iş yapmışlar gibi “terör” davaları açıldı ve ağır cezalar verildi. Bu somut bilgiler insanların hafıza odalarında dipdiri duruyor.
İktidar ve kayyum politikaları bakımından ise şu notu düşmek gerekiyor. Kayyumla yönetilen Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, aralarında Kürtçenin de olduğu 6 dilde ‘Medeniyet Dilleri Atölyesi’ başlattı. Konuştuğumuz aydınlardan bazıları, kayyum belediyesinin çeşitli festival ve kültürel etkinlikler düzenlediği, bu etkinliklere yurt içi ve yurt dışından bazı Kürt sanatçıların da davet edilerek iyi telifler ödendiğini dile getirdi. Yani bir yandan HDP kriminalize edilirken, diğer yandan çeşitli altyapı hizmetleri ve kültürel etkinliklerle iktidar kentte hegemonik olarak bir dil tutturup yol almaya çalışıyor.
Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odasının (DTSO) ev sahipliği ve Pilevneli Galeri sunumuyla Diyarbakır’ın tarihi Keçi Burcu’nda 16 Ekim’de açılan Ahmet Güneştekin’in “Hafıza Odası” sergisine dair kayyum politikaları bakımından bazı paralellikler kuruluyor. İktidar tarafından onaylanmayan ve onun sınırlarının dışında duran bir sergiye izin verilmeyeceği, izin verilenlerden de kayyum politikaları açısından bir vizyon umuluyor olabileceği yorumları yapılıyor.
Gezdiğimiz Güneştekin’in sergisinin sanatsal boyutları, simgesel göndermeleriyle ilgili iddialı değerlendirmeleri sanat eleştirmenlerine bırakarak devam edelim.
Bu arada geçerken, 8 Ağustos 2009’da yaşamını yitiren ve “Ape Aram” olarak anılan Ermeni Besteci Aram Tigran’ın vasiyeti olmasına rağmen atalarının memleketi Diyarbakır’a gömülmesine izin verilmemiş olduğunu hatırlatalım. Aram Tigran’ın, Diyarbakır’da kendi adıyla açılan konservatuvarın faaliyetlerine de kayyum döneminde son verilmişti.
‘YOKSULLARLA İLİŞKİYİ DE BEN KURARIM’
Kültürel alandaki bu ilişki ekonomik alanda da kendisini hissettiriyor. HDP yönetimindeyken Diyarbakır’da Büyükşehir Belediyesi ve kentteki kitle örgütlerince 15 yıl önce kurulan, 4 bini aşkın kişiye yardım yapan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği, KHK ile kapatılmıştı. Derneğin yöneticilerine hapis cezaları verilirken, kayyumla yönetilen belediyelerin, çalışanlarına çeşitli gıda ve kıyafet yardımları yaptıkları dile getiriliyor. Bir meslektaşım, belediyede çalışan bir akrabasına bu yardımların yapıldığını dile getirirken ekledi: “Kuşkusuz insanlar tüm bunlar karşısında ‘Seçimler gelince görüşürüz’ diye de söyleniyorlar.”
CİĞER YAKAN CİĞER FİYATLARI
Diyarbakır’da son yıllarda dikkati çekenlerden biri de dışarıda yiyip içmek için yapacağınız ödemenin epey artmış olması. Ciğer eskiden yoksul yemeği olarak anılırken, gurme programlarıyla popüler hale gelmesi ve büyük batı kentlerinde dükkanlarının yaygınlaşmasıyla ciğer fiyatları Diyarbakır’da ciğer yakar hale gelmiş. Adı bilinen ciğerci lokantalarına gittiğinizde masaya gelen garnitürleriyle bir porsiyon ciğer için 35-40 TL’den başlayan fiyatlar ödüyorsunuz. Ancak Ofis’te ya da surların bulunduğu bölgede dışarıya basit masa ve sandalyeler atılmış, müşterisi fazla olan mekanlarda fiyatlar daha hesaplı.
Bu arada, KHK ile ihraç edilen kamu emekçilerinin işlettiği, ev yemekleri yapan, fiyatları ucuz küçük bir lokantada da yemek yedik. KHK’li kamu emekçileri bu dönemi ekmeklerini kazanabilecekleri çeşitli işlerle geçirmeye çalışıyor.
EV KİRALARINI TUTABİLENE AŞK OLSUN
Ev kiraları Diyarbakır’da da uçuşa geçmiş. Yeni konutlaşma ve yaşam alanlarıyla kendisini gösteren, daha çok orta ve üst sınıfların tercih ettiği Diclekent’te kiralar 2 bin TL’den başlarken, toplu konutların olduğu bölgede 1000-1500 TL arası ve daha yukarıya doğru devam eden kira fiyatları görülüyor.
Kentin önemli merkezi Ofis’te kiralar 1500 TL’den başlıyor. Yoksulların yaşadığı Sur ve çevresindeki eski evleri tercih ederseniz 800 TL-1000 TL arasında ev bulunabiliyor.
Tüm bunlarla birlikte ev arayanların artık bulmakta zorlandığı söyleniyor. Bazı kentlerde kira artışlarında Suriye savaşından kaçarak gelenler, yoğunluk oranına göre etkileyici faktörlerden biri olabilirken, Diyarbakır için bu faktörün ciddi etki gösterdiği söylenemez. Suriyeliler kentin en yoksul semtlerinde yaşıyorlar. Diyarbakır’daki artış bakımından iki faktörden özellikle söz ediliyor. Bunlardan birisi eskiden evlenen gençlerin uzun bir süre anne ve babalarıyla aynı evde kalırken, artık evlilikle birlikte yeni bir eve çıkmaya yönelmeleri. İkinci olarak da batının büyük kentlerindeki kira artışı furyasının psikolojik olarak Diyarbakır’ı da etkilemeye başladığı dile getiriliyor.
Bunların yanında Diyarbakır’da da sokakta sabahlayan evsizlere rastlanıyor.
MASKE İLE MESAFE…
Koronavirüs pandemisine bağlı olarak Türkiye’de günlük can kaybı sayıları 200’lü rakamların üzerinde seyrederken, aşılama oranlarının düşük olduğu Diyarbakır’da sokakta maskesiz dolaşan sayısının az olmadığı göze çarpıyor. Aşılama oranlarının düşüklüğünün nedenlerine dair konuştuğumuz birçok kişi devlete güven sorununu önemli faktör olarak dile getiriyor. Diyarbakırlı bir arkadaşım babasının bu nedenle aşı olmadığını ifade ederken, Türkçe bilmeyen annesinin aralarında geçen bir diyalogdan sonra aşı olduğunu anlattı. Arkadaşım, “TTB Başkanı Şebnem Hoca aşı olunmalı diyorsa olmak lazım” demiş. Annesi de sormuş: “Bizden midir oğul?” “Evet bizdendir” deyince aşı olmuş.
YOKSULLARIN PAZARI: BENUSEN
Surların olduğu bölgede bulunan kentin en yoksul semtlerinden Benusen’in pazarını da dolaştık. Öğle saatlerinde pazar neredeyse boş. Bir meyve sebze tezgahına yanaşıyoruz. Uğur Ergin (31) iş yapamamaktan yakınıyor: “Domatesin kilosunu 5-5.20’den alıyorum. Pikap parası, poşet parası. Bize bir şey kalmıyor, çoğu zaman çöpe atıyoruz. Fiyatlar yükseldiği zaman millet bizden biliyor abe.” Pazar yerini eliyle göstererek, “Görüyon abe iş yok, kimseler gelmez, bir şey almaz. Toptancı ucuza alıyor, bize pahalıya satıyor, çiftçi isyan ediyor. Vatandaş ve pazarcı mağdur.” Mehmet Ergin (28) Uğur’un kuzeni. Birlikte çalışıyorlar. O da lafa giriyor. Şöyle devam ediyorlar: “10 yıl önce sen burada torbanı ful eder eve giderdin. Her türlü meyveni sebzeni alırdın. Şimdi 20 liraya iki kilo domates bir kilo patlıcan alamıyon. Yani fakir ne yapsın abe, kimse bilmiyor.”
Biz sohbet ederken bize bakan iki kişiye dönüyoruz. Genç olanı, Nevzat Olcay (49): “Ben gittim yağ sordum 210 milyona (lira anlamında söylüyor). İki gün arayla 370 milyon. Bak arada iki gün. Peki bu ne olacak? Ben normal işçiyim, inşaatçıyım. Evin içinde bile huzur kalmadı. Ben bugün aç kalsam, çocuğum aç kalsa ne olacak? İş, aş istiyoruz.” Yaşlı olana dönüyoruz. Ahmet İnci: “Ben 50 senedir bu civardayım. Geçen hafta şeker aldım. 5 kilo 25 milyona (TL), şimdi ne kadar, 35 milyon. Bir haftada 10 milyon zam.”
Ahmet İnci, emekli. 2 bin 500 TL emekli maaşı var. Oturduğu evi, ‘eh ev işte’ diye tarif ediyor. Yaşını soruyoruz: “80’i geçtim.”
O arada esnaflar yakınmaya devam ediyorlar: “İnsanın psikolojisi bozuluyor.”, “Allah bize yardım etsin.”
Bu sohbete Diyarbakır’ın türlü acılara tanıklık etmiş yaşlı surları ile Dicletkent’teki yüksek katlı apartmanlara kıyaslandığında bin yıl öncesine aitmiş gibi duran Benusen’in yoksul gecekonduları tanıklık ediyor.
DEĞİŞİM VE SINIFSAL DEVİNİM
Marshall Berman, ‘Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’ adlı kitabında, Karl Marx’ın Komünist Manifesto’daki vurgularına atıfla şöyle demişti: “Modern ortamlar ve deneyimler coğrafi ve etnik, sınıfsal ve ulusal, dinsel ve ideolojik sınırların ötesine geçer; modernliğin, bu anlamda insanlığı birleştirdiği söylenebilir. Ama, paradoksal bir birliktir bu, bölünmüşlüğün birliğidir. Bizleri sürekli parçalanma ve yenilenmenin, mücadele ve çelişkinin, belirsizlik ve acının girdabına sürükler. Modern olmak, Marx’ın deyişiyle ‘Katı olan her şeyin buharlaşıp gittiği’ bir evrenin parçası olmaktır.”
Diyarbakır epey bir süredir, hem modern kapitalist ilişkilerin yarattığı değişim ve bu değişimin sınıfsal yansımalarının hem de siyasi iradesinin tanınmadığı idare biçiminin gerilimini yaşıyor. Bunlar gündelik hayata türlü biçimlerde yansıyor. İnsanlar bir süredir, ağır baskı süreci nedeniyle daha çok evlerinde, kapalı mekanlarda, kafelerde konuşuyorlar. Bir kesim için buna meyhaneleri ekleyebiliriz.
Ancak uzun süredir Diyarbakır’da görev yapan bir meslektaşımın Sur için söylediği, “Burada insanlar, ‘Hayat biraz normale döndüğünde Sur eski canlılığına kavuşur’ diyordu, öyle de oldu” cümlesini politikaya ve başka alanlara tercüme edebiliriz.
Aram Tigran’ın ‘Rojbaş Diyarbekir’, Ciwan Haco’nun ‘Diyarbakır Mala Mine (Diyarbakır evim) diye özlemle andığı Diyarbakır, sözünü şu an yüksek sesle söylemese de asla unutmayacak bir kent gibi duruyor.