08 Kasım 2021 00:05

Yoksulluğun ‘ikinci el’ hali

İstanbul’un Fatih ilçesinde kurulan pazarda en kalabalık tezgahlarda, ikinci el eşyalar bulunuyor. Yoksulluk derinleştikçe insanlar ikinci el eşyaya yöneliyor.

Fotoğraf: Meltem Akyol

Paylaş

Meltem AKYOL
İstanbul

Elif 38, Menekşe 57 yaşında. Bir semt pazarında yan yana tezgahlarda ikinci el eşya satıyorlar. Dertleri ayrı, ama hikayeleri benzer. İkisinin de yollarını burada kesiştiren şey diğerleri ile aynı: Yokluk. Yoksulluk derinleştikçe pazardaki tezgahlara yenileri ekleniyor, müşterilere de…

“Sana nasıl diyeyim, hayat öyle pahalı oldu ki. Sıfırını alamayan millet ne yapsın, bizim tezgahlara mecbur… Yalan değil bizim işler arttı, ama işte millet fakirleşti ondan” diye anlatıyor Elif, yokluğun tek kendi derdi olmadığını. 

“Bazıları geliyor hiç parası yok, anlıyorum artık. Çok fakir var, fakir geri gitti, zengin zenginleşti” diyor Menekşe.

Buyurun, yoksulluğun ikinci el hikayesi…

İKİNCİ EL YOKSULLUK

Yoksulluk artıyor, enflasyon yukarı, TL baş aşağı gidiyor. Ülkede emekçiler için tam teşekküllü bir kriz var. Yoksulluk sınırı 10 bin lirayı aştı, toplumun yüzde 40’ı asgari ücretle çalışıyor. Yüzde 30’u yoksulluk, yüzde 20’i açlık sınırının altında. Dolar 10, Euro 11 lira. O yüzdem öyle üste-başa sıfır bir şeyler almak büyük lüks… Şöyle bir kaban almak istesen -öyle çok iyisinden de değil hani, hatta orta hallisinden bile vazgeçsen- 250 TL’den başlıyor… Bir yandan her yanı saran yoksulluk, bir yanda ihtiyaçlar, kış. Mecbur tutuyorsunuz ikinci el tezgahların yolunu. Burası Fatih’te bir pazar, cumartesi pazarı. Sabah erkenden pazara uğruyorum. Yeni yeni kuruluyor, tezgahlardan yükselen pazarcıların sesleri henüz karışmamış birbirine. Birkaç kişi hariç, pazarcılardan başka kimsecikler yok. Bir sokağa dalıyorum, bütün sokak ikinci el tezgahları ile dolu. Pazarın diğer bölümlerinin aksine burası kalabalık. Ayakkabı, mont, kazak, yatak örtüsü… Ne ararsan. Üst üste atılmış her şey. Tezgahları karıştıran kadın-erkek kalabalıklar… Burada ‘şunun büyük bedenini alabilir miyim’ diye soracağınız tezgahtarlar yok, deneme kabinleri de. Bedenlerden üçer beşer de yok. Sabrınız varsa -ki aslında onu ihtiyaçlarınızın aciliyeti belirliyor- hepsine tek tek karıştırıp bakmalı. Uygun bedenini bulduğunuzda bu kez durumunu incelemeli, sonra da en az hasarlıyı en ucuza almalı. Saat, gözlük, çanta, perde… Ne ararsanız. Pazarın bu bölümündeki tezgah sayısı da müşterisi de artıyor her geçen hafta. Hemen hepsinin hikayesi birbirine benziyor: Yokluk… Sonra evdeki kıyafeti kapan tezgah açıyor, ihtiyacını alamayan tezgaha koşuyor…

İşte bu yoksulluğun ikinci el hali.

MENEKŞE’NİN HİKAYESİ: TAM RAHATA ÇIKTIK DERKEN…

Bir tezgaha yanaşıyorum, Menekşe’nin tezgahına… Kazaklar 25 lira, montlar 50. Arkaya astıkları daha pahalı, 100’e de var, 150’ye de. Biraz sohbet ediyoruz ayak üstü, Menekşe 57 yaşında. Ardahanlı bir ailenin 13 çocuğundan biri. “Biz kızlar hiç okuyamadık, erkekleri gönderdiler. Ama ben çocuklarım liseye gidene kadar okuma yazmayı söktüm” diyor. Sohbet ilerleyince tezgahın arkasına geçiyorum. Anlatırken bir çay da bana dolduruyor: “Ardahan’dan İstanbul’a taşındığımızda hiçbir şeyimiz yoktu, bir battaniye ile geldik. Eşim çalıştı. Ben de çocuk baktım, eve parça başı iş aldım. Öyle toparladık biraz. Tam biraz rahata erdik dedik. Eşim bir plastik fabrikasında çalışıyordu. 2008’di, iş yerinin arabası bir yere mal götürürken eşimi de eve bırakacaktı. Kaza oldu, eşimin bacağı koptu. 4 ay hastanede yattı, kazadan önce oğlumu da yeni evlendirmiştik, borçlanmıştık. Üstüne kaza… Onun başında hastanede beklerken atkı-şal falan yapıp sattım, kimseye muhtaç olmadım. 2 sene öyle geldik gittik, sonra iyileşti. Biraz sürüklüyordu ayağını, başka bir şey kalmadı. Toparladı, yeniden işe döndü, emekli oldu.”

Tam işte rahata erdik dediklerinde başlamış daha kötü günler. Gözleri doluyor anlatırken:

“Bir kurbanda midesi bulandı eşimin, öyle aklıma bir şey geldiğinden değil, randevu aldım hastaneden. Daha emekli olalı 2 ay olmuş. Akciğer kanseri dediler, çok dağınıkmış. Araba yok, hastaneye gidip geliyoruz, taksi ile. İşte orada yemek falan, tek maaş olmuyordu, evimiz de kendimizindi ha. Ona rağmen çok parasız kaldık, çocuklar da veriyordu ama onların da kredi borcu vardı. Kirada olmamıza rağmen, ama bir maaşla olmuyordu… Ne yapalım diye karar kara düşünüyoruz…”

HASTANE KORİDORLARINDAN İKİNCİ EL TEZGAHINA

İşte o zaman Menekşe’nin imdadına ikinci el eşya tezgahları yetişiyor: “Bir cumartesi günü pazara gittim, pijama alacağım. Baktım millet ikinci el şeyler satıyor. Birine ‘elimde elbiseler var, getirsem burada satabilir miyim’ diye sordum. ‘Getir’ dedi. Daha bu hastalık falan yokken gelin kıyafetler getirmiş, durumu olmayan birine verelim diye. Meğer biz olacakmışız. Neyse sonra getirdim kıyafetleri, durumumu da anlattım. Allah razı olsun beni çok az para ile idare etti. Kendi tezgahını paylaştı. İlk hafta çok zor oldu. Alışamadım, bocaladım… Sonrası mecburiyet. Alışılıyor. Kimseye muhtaç etmedim kendimi de eşimi de… Gelinin getirdikleri ile başladım, sonra kızınkileri sattım, konu komşu verdi. Derken bu sefer satın almaya başladım. 2 sene öyle gittik, sonra beyne de sıçradı. Yatalak oldu. Son bir senesi çok ağır geçti. Tek başıma yapamıyordum, oğlum işten çıktı. Öyle öyle 2019’da vefat etti eşim işte. Bana 3-6 ay yaşatmaya bak demişlerdi, ben 3.5 sene yaşattım.”

BAZILARININ HİÇ PARASI YOK, ANLIYORUM ARTIK

Menekşe işleri biraz büyütmüş bu süreçte, tezgahı geniş… Yoksulluk arttıkça ikinci el eşyaya yöneliyor ya insanlar. Onun farkında. İlk başladığı günlerle bugünleri kıyaslayarak anlatıyor: “Önceleri böyle değildi. Daha iyiydi insanların durumu, yani yine fakirler vardı ama bu kadar değildi. Meraklısı gelirdi, bir de işte en fakirler. Ama şimdi. Bazıları geliyor hiç parası yok, anlıyorum artık. Hayat çok zorlaştı. İnsanlar çok yoksullaştı, çocuklarına, torunlarına buradan elbise alıyor insanlar. Kış geldi işte monttur, kazaktır. Kara kara düşünüyorlar. Çok fakir var, fakir geri gitti, zengin zenginleşti.”

ELİF’İN HİKAYESİ: YALAN YOK, ÇÖPE ÇIKIYORDUM

Elif de 2 yıldır çıkıyor pazara, ikinci ele. Menekşe’nin hemen yanında tezgahı. Biz konuşurken o da merak ediyor, uzun uzun soruyor ne yaptığımı… Ve sorma sırası ben de… 38 yaşında olduğunu öğreniyorum önce, 3 çocuk var. En büyüğü 18’ine girince kaçıp evlenmiş. Şimdi bir çocuğu var. Diğer ikisi, Ali ve Narin; yanındalar. Okul yok ya, evde de bakacak kimse. Tezgah başındalar mecburen. Narin gelenlerle ilgileniyor biz konuşurken, arada ‘Anne bu kaç para, 5 lira olur mu, bunun büyüğünden var mı?​’ diye soruyor.

Elif’ten dinleyelim: “Yalan yok, çöpe çıkıyordum ben, kağıt falan topluyordum. Benim adam davul-zurna çalışıyor. Düğünlerde falan. O da iş olmayınca çöpe çıkıyordu. Öyle böyle geçiniyorduk. Sonra pandemi geldi, çöpe gidemedik, mikrop kaparız diye. Ee düğünler iptal… Masraflar durmuyor tabi… Kira birikti. Ne yapsak diye bakınıyoruz, bir arkadaşım pazarda tezgah açıyordu, ikinci el. Bizim durum iyice sıkışınca ‘gel sen de yap’ dedi, önce bir iki parça götürdüm. Evde vardı, çöplerden bulduklarım vardı, yakayıp pakladım tabi... Komşular veriyordu. Getirip döküyordum pazara… İşte en azından üç beş bir şey çıksın diye… Öyle öyle şimdi tezgahım var, Salı günleri Şehremini’ye çıkıyorum, oradaki pazara. Eşyaları da ikinci elçilerden alıyorum, işte üçe alsam beşe veriyorum, beşe alsam ona veriyorum.”

Salı pazarına eşi de geliyor yanına, Koah hastası, tansiyonu da var. Düzenli iş yok, sigorta yok… Ne yapıyorsunuz diyorum, başını yukarı kaldırıp “Allah’a kalmış” diyor. Düğün sezonu açıldı, işleri oluyormuş eşinin. “Ama çöpe artık çıkamıyoruz” diyor. Ben sormadan gerekçesini de ekleyerek: “İşte topladılar arabaları ya, ondan çıkamıyoruz. Çöpü bile çok gördüler yani… Eee biz de sigorta yok, düzenli iş yok. Ev kira, 1000 lira veriyorum, bir oda bir salon, bodrum kat ha.”

1 LİRAYA, 5 LİRAYA KANAAT EDİYORUZ, FAKİRİZ

İngiltere merkezli yardım kuruluşu Oxfam’ın küresel yoksulluk verilerine göre dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesimi 6 milyar 900 milyon insanın toplam gelirinin iki katına sahip. Bu veriler Elif’in, “Bak burada 1 liraya, 5 liraya kanaat ediyoruz, çünkü fakiriz, yok. Zengin zenginleşti. Biz…” sözleri ile ete kemiğe bürünüyor sanki… Devamını da dinleyelim: “Sana nasıl diyeyim, hayat öyle pahalı oldu ki… Pahalılıktan bir şey alamıyor insanlar. Buraya geliyorlar. Bak işte sen gördün, 10 diyorum, 7 olmaz mı diyor, 6 desen, 5 yap… Bir lira, üç lira diyorsun ama işte insanlar ona bile muhtaç. Gözünle görüyorsun işte ya. Bak… Yalan değil bizim işler arttı. Sıfırını alamayan millet ne yapsın, bizim tezgahlara mecbur… Ama paranın değeri yok, 50 lira olmuş 10 lira. Çocuklara meyve alamıyoruz artık. Eee pandemi var, yiyeceksin ki hasta olmayasın. Ama nerde… Her şeye zam koydular, millet alamıyor. Ne yapsınlar… Meyvecilerin içine giremiyoruz.  Bizim işler arttı, ama işte millet fakirleşti ondan arttı. Pahalılık olmasa daha iyi. Zengine bir şey olmuyor ki anam, o istediğin alır… Bizim gibi üçe beşe mi bakar…”

Ali para istiyor, biz sohbeti noktalarken. Jöle alçakmış, ‘saçlarımı yapcam’ diyor. Bozuk veriyor annesi de Ali bozuklarla jöle alınmayacağını öğrenmiş çoktan, ‘ona gelmez’ diyor.

O sırada 60’larını geçmiş bir kadın birkaç parça çocuk giysisi alıyor, 15 liraya, ‘Bizim komşu var, onun çocuğunu alıyorum’ diye açıklama yaparak… O giderken yenileri geliyor… Pazarlık devam… Elif akşam eve 3-5 daha fazla götürmenin derdinde, yolu ikinci ele düşmüş yoksullar, 3-5 arttırmanın…

ÖNCEKİ HABER

Ayfer Anne’nin mücadelesi, iş güvenliği önlemleri aldırttı

SONRAKİ HABER

Kadın hakları savunucusu Fatma Çiğdem Aydın yaşamını yitirdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa