Orhan Veli’nin öyküleri şiirine dahil
Fatma Yeşil, Orhan Veli'nin öykücülüğü üzerine yazdı.
Fotoğraf: Yapı Kredi Yayınları basın bülteni
Fatma YEŞİL
Orhan Veli, lise yıllarında öğretmeni Ahmet Hamdi Tanpınar’ın teşvikleriyle şiirler, öyküler, denemeler yazar. Ondan öğrendiği aruz ölçüsü, hece ölçüsü gibi biçimsel kuralları ilk şiirlerinde uygulamışsa da daha sonra çağdaş şiirin yolunu açarak serbest şiirler yazar ve arkadaşlarıyla “Garip” olarak adlandırdıkları şiir akımının kurucuları arasında yer alır. Buraya kadar bahsettiğim her şeyi, detaylarıyla şiirle ilgilenen de ilgilenmeyen de bilir zaten. Bu yazıda asıl incelemek istediğim Orhan Veli’nin öyküleri. Can Yayınları tarafından yayımlanan Bütün Öyküleri adlı kitapta yedi öykü bulunmaktadır. Altı öykü Orhan Veli’ye aittir. Son öykü ise bir çeviri öyküdür. Orhan Veli, William Saroyan’ın “Love, Here Is My Hat” adlı öyküsünü “Yaşasın Aşk” adıyla çevirir ve 1952’de Vatan gazetesinde yayımlar. Ben bu yazıda yalnızca üç öyküyü inceleceğim: “Hoşgör Köftecisi”, “Öğleden Sonra” ve “Kan”.
Orhan Veli’nin öyküleri, mekansal bağlamda Sait Faik’in öykülerine oldukça yakın. Kitapta yer alan birkaç öyküde yazarın ismini kapattığımızda -hiç Orhan Veli öyküsü okumamış biri- Sait Faik’e ait olduğunu bile düşünebilir. Bu da Orhan Veli’nin tıpkı Sait Faik gibi Çehov tarzı “durum” öyküleri yazmasıyla ilgili. Özgünlüğünü de kendi mizahından alır.
ORHAN VELİ’Yİ KRONOTOP KAVRAMIYLA OKUMAK
Anlatı türlerinin temelini oluşturan zaman ve mekan, diğer unsurları -karakterleri, olayları- etkiler. Mikhail Bakhtin, Karnavaldan Romana adlı eserinde birçok yazarın izini sürerek “kronotop” kavramına ulaşır: “Kronotop, zamanla mekan arasında çeşitli toplumsal deneyimler aracılığıyla farklı biçimlerde kurulan içsel bağların edebiyattaki özgül görünümlerinin adıdır. Bu anlamda edebiyatla toplum, biçimle ideoloji arasında bir kesişme noktası daha oluşturur. Edebiyatta kronotop aracılığıyla zaman ete kemiğe bürünür; mekan, yine aynı yolla zaman ve tarih tarafından anlamlandırılır.”[1]
1947’de Tanin’de yayımlanan “Hoşgör Köftecisi” kahraman ağzıyla yazılır. Kahramanın daha önce hiç gitmediği bir meyhaneye oturmasıyla başlar. Bakhtin, karnaval edimlerinin cereyan ettiği mekanlardan söz ederken, heterojen insanların bir arada bulundukları ve temas ettikleri yerler arasında meyhaneleri de ele alır. Meyhane, bu öyküde de Bakhtin’in sözünü ettiği gibi olay örgüsünü harekete geçiren bir mekan olarak vardır. Öykünün belirli bir zamanı yoktur ancak kahramanın belirttiğine göre yemek saati geçmiştir. Öğleden sonra ya da akşam yemeğinden sonraki bir saat olarak düşünülebilir. Bilmediği bir semtte karnını doyurmak için üç masalı küçük bir meyhaneye oturan kahraman daha sonra buranın müdavimi olur. Oturduğu ilk andan itibaren etrafındaki insanları gözlemler ve bunları kısa kısa aktarır. Onu bu meyhaneye defalarca çeken şey farklı farklı insanların ilginç hayat hikayeleridir. Kahraman, öykünün başında dünyanın manasız bir yer olduğunu düşünenlere üzülmemelerini, küçük bir meyhanede bile bazen umudu bulabileceklerini söyler. Öykünün sonunda da meyhanede karşılaştığı insanların çalışkan ve namuslu olduklarından söz ederken onlarla aynı dünyayı paylaştığı için umutlandığını ifade eder: “Bu üç masalı balıkçı meyhanesinde gördüğüm dünya gerçekten ne güzeldi! Çalışan insanlar, namuslu insanlar, kardeş insanlar. Güzel bir dünyada yaşamak istiyorsanız siz de öyle bir meyhane bulunuz.”[2]
“Öğleden Sonra”, 1949’da Yaprak’ta yayımlanır. Öykü, ilk cümleden zamanı vererek başlar. Sıcak bir kış günüdür. Mekan ise Üsküdar’da denizin üstünde bir alamanadır. Bu öyküde de “Hoşgör Köftecisi” adlı öyküsündeki gibi mekan, heterojen insanların bir arada bulunabileceği bir dış mekandır. Dört kişinin oturup rakı içtikleri bu alamana, küçük bir balıkçı dükkanına bitişiktir. Öykünün ikinci mekanı balıkçı dükkanıdır diyebiliriz. Dinamiği elinde tutan durum ise kahramanın bu küçük dükkanın sahibinin kızına olan aşkıdır. Karakter, bu öyküde sosyolojik gözlemlerini de aktarır. Bunu, yanındaki insanları ve dükkandaki insanları gözlemleyerek yapar ve anlatı iç monolog ile devam eder.
“Kan” adlı öyküsü 1947’de Seçilmiş Hikâyeler’de yayımlanır. Bu öykü akşam, ay ışığı ile başlar; sabah, güneş ışığı ile biter. Mekan olarak bu defa karşımıza “doğa” çıkar. Bakhtin’in Tolstoy’un eserlerini incelerken ele aldığı pastoral emek kronotopu bu öyküde karşımıza çıkar. “Kan” bir durum öyküsü olmasının yanında içinde bir olayı da barındırır. Ancak bu olay klasik tekniklerle anlatılan bir olay değildir. Yazar, olayın içinde insanların durumunu ve tavırlarını ön plana çıkarır. Öykü, kahramanın iç monologları ile aktarılır. Silahlarını kuşanmış beş kişi ay ışığı eşliğinde dağ yolundan ilerleyerek bir köye varırlar. Düğüne giderken yanlarına aldıkları silahlar öyküde bir çatışma yaratacağını düşündürse de durum öyle değildir. Gidilen köyde kan davalı oldukları Kara Hüsnü’nün varlığından söz edilmesi de bir dinamiktir.
Öyküde “doğa”dan ayrı olarak bir mekan daha karşımıza çıkar. Bu mekan sınırsız doğaya tezat düşen sınırlı bir “toprak oda”dır. Öykünün kahramanlarının hepsi bir süre bu odanın içinde bir arada bulunur. Bakhtin, oturma odalarında geçen sahnelerin dış mekanlardan daha karmaşık olduklarını ve karnavallaşmış zıtlıkları karşımıza çıkardığını söyler. Beklenmedik beraberlikler ve tuhaflıklar ortaya çıkar. Bu öyküde de kahraman ve arkadaşları odada Kara Hüsnü ile içsel zıtlıklar yaşarlar. Ancak bu zıtlıklar iç monolog ile kendini gösterdiği için olaya dönüşmez, durum olarak kalır: “Ev, iç mekanın içtenlik değerlerinin fenomenolojisini inceleyebilmek açısından hiç kuşku yok ki ayrıcalıklı bir varlıktır; tabii ki evi bütünlüğü ve karmaşıklığı içinde, eve özgü tüm özel değerleri de temel değerler çerçevesi içinde ele almak koşuluyla. Ev, bize hem dağınık imgeler hem de bir imgeler bütünü sağlar.”[3]
Kitapta yer alan diğer öyküler “Baharın Ettikleri”, “İşsizlik”, “Denize Doğru”. Yazının temelini oluşturan zamandan ve mekandan bağımsız, Orhan Veli’nin öykülerini ele alacak olursam; şairin, şiirlerinde olduğu gibi küçük insanların küçük dünyalarına öykülerinde de yer verdiğini söyleyebilirim. Bunun en güzel örneklerinden biri “Öğleden Sonra” adlı öyküsüdür. İnsanların yoksulluktan et yiyemedikleri için balık yediklerini söyleyerek karakterler üzerinden toplumsal eleştirilerini de dile getirir.
ORHAN VELİ VE TOPLUMSAL ELEŞTİRİ
Orhan Veli, “Bir yazı yazmak istiyorum.” diyerek başladığı “Baharın Ettikleri” adlı öyküsünde, kahraman ağzıyla “öykü” hakkındaki düşüncelerini aktarır. Öyküde konunun önemsiz olduğunu söyleyenlere katılmadığını belirtir ve klişeleşmiş konulardan yaka silktiğini söyler. Suya sabuna dokunmayan, toplumsal meselelere yazdıkları metinlerde yer vermeyen yazarları da eleştirir: “İnsana sol diyorlar, komünist diyorlar. İyisi mi, bir yazar hep suya sabuna dokunmayan yazılar yazmalı. Ben de öyle yapacağım.”[4]
Altı kısa öykü, yazarın aktardığı gündelik hayatın detayları ışığında çok daha farklı temalarla incelenmeye açık derinlikte. Öykülerin dili, sade ve anlaşılır. Veli, konuşma dilini esas alır, üslubu şiirlerinde olduğu gibi yalındır. “Garip” anlayışı, öykülerinde de varlığını sürdürür. Aynı zamanda okuru, yer yer Toplumcu-Gerçekçi tarafıyla karşı karşıya bırakır. Yani öykü yazarı olarak Orhan Veli, Şair Orhan Veli işte.
[1] Mikhail Bakhtin, Karnavaldan Romana, çev. Cem Soydemir (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2001), 28.
[2] Orhan Veli, Bütün Öyküleri (İstanbul: Can Yayınları, Nisan 2021), 13.
[3] Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, çev. Aykut Derman (İstanbul: Kesit Yayıncılık, 1996), 31.
[4] Orhan Veli, Bütün Öyküleri (İstanbul: Can Yayınları, Nisan 2021), 23.