Sıradan insanlar, hevesli sorgucular
Tarihin karanlık aktörlerinin çelişkili ve potansiyel olarak manipülatif ifşaatlarına bel bağlamak, onların tanıklıklarıyla daha fazla bilgiye ulaşmak sorunlu bir yaklaşım.
İLGİLİ HABERLER
Eski MİT yöneticisi Mehmet Eymür: "Başka türlü konuşma imkânı yoksa işkence olabilir"
Burak SEVİNGEN
Mehmet Eymür’ün Gökçer Tahincioğlu’na verdiği ve T24 haber sitesinde yayınlanan röportaj geçen haftanın dikkat çekici olaylarındandı. 1970’lerden 1990’lara kadar olan dönemin önemli olayları gündeme geldi; Eymür’ün açıklamalarına eski rekabet ve düşmanlıklar damga vurdu. Röportaj ve takip eden diğer beyanların etkisinin ne olacağını, eğer geçmişi aydınlatmaya katkısı olacaksa, bunun nasıl olacağını zaman gösterecek.
Emekli istihbaratçıyı bu açıklamaları yapmaya iten neydi? En azından, kendi ve hasımlarının geçmişteki olaylardaki rolü ile ilgili tarih yazımını şekillendirmeye çalıştığını tahmin edebiliriz. Bu yönüyle açıklamaların planlanmış ve kurgulanmış olması beklenir. Söylediklerinin ne derece yeni ve bilinmeyen konular olduğu da tartışılacaktır. Öyle ya, Eymür’ün kendisi bile şimdiye kadar pek çok röportaj verdi, ayrıca değerlendirmelerini detaylı şekilde ve yirmi seneden uzun zamandır kendi internet sitesinde yapmaktaydı.
SORGUCUNUN EMEKLİ OLARAK PORTRESİ
Röportajın haber bültenlerindeki sunumuna, Eymür’ün çalışma odasından görüntüler eşlik etti: Kararında bir sembolizmden fazlasını sunmayan dekoratif objeler (dallah cezvesi, Viking boynuzu, nargile) ile ‘dalgın profesör’ çağrışımı yapan kalabalık bir çalışma ortamı; kabloları karışmış bir masaüstü bilgisayarı çevreleyen burun damlası, pilli radyo, düzenli bir kitaplık… Şüphesiz, mizanseni taçlandıran duvarda sergilenen kocaman ‘Operasyon Şube Başkanlığı’ plaketiydi. Zaten 83 yaşındaki eski istihbaratçının görüşlerinin merak uyandırmasının -ve hâlâ ürpertici olabilmesinin- nedeni aktif görev sırasındaki ‘operasyonel’ deneyimleriydi.
Eymür, önceki senelerde cımbızla seçerek paylaştığı anekdotları şimdi daha bir hevesle-hatta telaşla- ortalığa saçarken, belki zaman zaman önceden tasarladığı çerçevenin biraz dışına çıktı. Bu anlarda, dikkatle kurgulanmış anlatıya paralel ve çok daha çarpıcı bir işkence alt başlığı belirdi. Açıklamaların polemikçi ana ekseninden ziyade işkence ile ilgili söyledikleri kalıcı bir iz bırakmaya aday gözüküyor.
SORGU VE İŞKENCE
Röportaj ve sonrasında Halk TV’de katıldığı programda Eymür, işkence konusuna sıklıkla değiniyor. Önce, “Bütün dünya tarihinde var işkence” diye kestirip atıyor, sonra “İşkenceden işkenceye fark var” ve “Elektrik kullanmadım” diye ekliyor. Rasyonelleştirme çabası “Başka türlü konuşma olmazsa işkence olabilir, çünkü çok inatçı tipler var” diye devam ediyor. İşkencenin suçsuz insanları bile itirafa zorlayabileceği hatırlatıldığında, “İyi sorgucu arkadaşlarımız vardı” diyerek onaylıyor. Kısacası işkenceyi meşru bir sorgu yöntemi olarak kabul etmenin ötesinde, ikisini aynı kabul eden bir zihniyete sahip -ve bunun yadırganmasına biraz şaşırıyor.
Kapsamlı bir soruşturmada değerli olabilecek bu tip detaylar, hukuki zeminden tamamen uzak sorulduğunda bir şiddet pornografisi üretmekten öte anlam ifade ediyor mu? Eymür’ün dikkatle kurgulanmış yanıtlarına muhtemelen o anda ekleyiverdiği -belki eğlenceli bulduğu ve yakın çevresiyle paylaştığı- bir anekdot, röportajın tamamından daha çarpıcı. İşkence konusu açıldığında, Eymür entelektüel farkını vurgulamak için kendi yaratıcı sorgulama yöntemlerine somut bir örnek veriyor:
“Pişmanlık duymam, çünkü aşırı bir şey yapmadık. Daha çok taktikleri kullanmak istedim. Bizim hanım arkadaşları bağırtırdık. ‘Kızını aldık’ derdik sonra suçluya. Bağıran bizim arkadaşımız. ‘Konuşacaksan konuş sıkıntıya girecekler yoksa’ derdik mesela. Tiyatro yapardık biraz.”
KORKU TİYATROSU
Biraz süslense, anlatılan Salon Kitty (1976) veya Manifesto’dan (1988) bir sahne olabilir. Bahsedilen olayların üzerinden elli sene geçtiğine göre, Eymür ve sorguya katkı yapan çalışma arkadaşları o tarihlerde otuzlarında olmalılar. Tasvir edilen gerçekten teatral bir mizansen, sadece performans içerdiği için değil, Grand Guignol tarzı bir korku operasını çağrıştırmasıyla. Eymür’ün nispeten insancıl kendi yöntemlerini (ve sorgudaki yetkinliğini) vurgulamak için seçtiği bu örnek durup düşününce mide bulandırıcı; bahsedilen kişilerin sorguya katkıyı gönüllü yaptıkları anlaşılıyor. Bu “tiyatroyu” yaparken, acaba görevlerini ciddiyetle tamamlayıp ofislerine geri mi dönerlerdi, yoksa kıkırdayıp kahkaha attıkları, birbirlerini tebrik ettikleri olur muydu? Akla 2004’ün Ebu Gureyb Hapishanesi işkence skandalı ve Sabrina Harman gibi kimi alt rütbeli ABD askerlerinin başrolde olduğu grotesk fotoğraflar geliyor. Bu skandalın akabinde, ABD istihbaratı işkenceyi “ileri sorgulama yöntemi” olarak yeniden adlandırarak işin içinde sıyrılmaya çalışmıştı.
KÖTÜLÜĞÜN SIRADANLIĞI?
Eymür, ahlaki bir değerlendirme yapması istendiğinde Eichmann’vari bir ‘Bana verilen emirleri uyguladım’ savunması yapmıyor (Zaten hiyerarşideki konumu Heydrich’e daha yakın), bunun yerine ‘inatçı tipler’ üzerinde sorgulamanın etkili olması için işkence yapıldı diyor. Dolayısıyla, ciddi anlamda vicdan muhasebesi ve pişmanlık söz konusu değil. Toplumun genelinde bunun bir sorun teşkil etmeyeceğini tahmin etmek zor değil -çok ses getiren diğer bir son dönem ifşaatçısı ile ilgili YouTube’da “Pilavcı” adıyla dolaşan videonun yüz binlerce kere izlenmesi buna dair bir ipucu vermekte.
Banal olmakla beraber, kötülüğün sıradanlığı diyerek geçiştiremeyeceğimiz bu tabloyu nasıl anlamlandırmalıyız? Bu noktada Holokost’un gaz odaları öncesi aşamasında rol oynayan seyyar infaz birliklerinden birinin -101. Polis İhtiyat Taburu- “sıradan adamları”1 üzerine Christopher Browning’in saptamaları hatırlanabilir. Sıradan ve vasat kişilerin, soğukkanlı bir şekilde, monoton bir sportif mücadeleyi fedakarca yürütür gibi gerçekleştirdikleri katliamlardan yıllar sonra verdikleri ifadeler vicdani bir sorun yaşamadıklarını, çünkü gerçekleştirdikleri fiili ve kurbanlarının kimliklerini yeniden tanımlayarak kendilerine göre meşrulaştırdıklarını gösteriyordu.
İFŞA VE ELEŞTİREL ANALİZ
Tarihin karanlık aktörlerinin çelişkili ve potansiyel olarak manipülatif ifşaatlarına bel bağlamak, onların tanıklıklarıyla daha fazla bilgiye ulaşmak sorunlu bir yaklaşım -çünkü bu son olayda da görüldüğü gibi, en sarsıcı olması beklenen itiraflar bile, kavramlar eğip bükülerek kolayca normalleştirilebiliyor. Dahası, vicdan muhasebesi konusu açıldığında Eymür’ün yanıtı, öz eleştiri talebinin ters tepebileceğini düşündürüyor:
“Çok hatam oldu, hataları bıraka bıraka düzgün olmaya çalıştım. Hatalardan ders çıkarttım. Ama hâlâ bazen hiddetleniyorum. Şunu verseler de bir sorgulasam, diyorum.”
Chomsky ile polemiğinde Zizek’in söylediği gibi, hakikatin sorgulanmasında, bilgilerin ifşasına ideolojik analiz eşlik etmelidir. Tek başına ifşaatın dönüşüm getirmesi beklenemez-çünkü “ideoloji insanları sadece hakikatin korkunçluğu karşısında körleştirmez, aynı zamanda, bu vahşi hakikati üreten eylemlere katılırken insani onurlarını korur gibi yapabilmelerine imkân sağlar”. Kavramların içinin doldurulması ve ahlak muhasebesi hevesli sorguculara bırakıldıkça, onlar emekli olur, yerlerini yenileri alır.
[1] Sıradan Adamlar: 101.Yedek Polis Taburu ve Polonya'da Nihai Çözüm. Heretik yayıncılık, 2019
Evrensel'i Takip Et