Evrensel için yeni bir dönem
Evrensel için yeni bir dönem
13 Kasım 2021 23:15

Vegan menü edebiyata dahil mi?

Vegan olmayı seçtim. Veganlık sadece bir beslenme biçimi değil, aynı zamanda yaşamanın da farklı bir yoluydu. Endüstriyel tarımın dünyaya etkilerinden söz edecek değilim.

Vegan menü edebiyata dahil mi?

Ayşegül Tözeren ve Salih Usta | Fotoğraf: Ayşegül Tözeren kişisel arşivi

Ayşegül TÖZEREN

2020’de dünyanın geçici olarak kapanmasının ardından, yaşamın içindeki çelişkiler bir bir daha da görünür oldu. Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Dr. Tedros’un ifadesiyle görkemli insanlığı “aşağılayan” ufacık, mikronluk bir virüstü. O virüs, yüz yıllık bilge Edgar Morin için belki de Delphoi kahiniydi, insanlığa, gittiği yolu bir kez daha düşünmesi gerektiğini hatırlatan…

Kapalı kalma duygusunu birkaç kez farklı biçimlerde deneyimleyen biri olarak, Morin’in çağrısındaki gibi yaptım, yaşamımı olabildiğince yavaşlattım ve arkama yaslanıp, dünyanın serencamına öteden bakmayı tercih ettim. İnsanlık offshore bir hal alıyordu, sonsuz bir hız ve hareket içindeydi. İktisadi aklın da sonsuzlaşmasıyla birlikte, doğaya karşı hükümranlığımızı her gün tekrar ilan ediyorduk. Sonra bir virüs, dünyayı aniden durdurdu. Ezbere bildiğimiz, yazdığımız, söylediğimiz her şey eskiydi artık. Yaşamımız için de eski ve yeni diyebilirdik.

Bu keskin ayrımda bir karar verdim. Tahakküm sadece iki insanın arasında olmuyor, biraz daha yakından bakınca türler arasında da olduğu görünüyordu. Benim için, başka bir dünya, aynı zamanda daha şefkatli bir gezegendi. Thich Nhat Hanh’ın da söylediği gibi, “merhamet bir fiildir.” Nasıl kapalı kalmayı hiç istemiyorsam, kendim için istemediğimi diğer canlılar için de isteyemezdim. Bu yüzden hayvanları ya da hayvansal herhangi bir ürünü yemeyi, içmeyi, kullanmayı bıraktım.

Vegan olmayı seçtim. Veganlık sadece bir beslenme biçimi değil, aynı zamanda yaşamanın da farklı bir yoluydu. Endüstriyel tarımın dünyaya etkilerinden söz edecek değilim. Başka bir yoldan yürümeye çalışırken, sadece veganlığımın ilk bir yılında karşılaştıklarımı anlatmak isterim.

Nedense geçiş benim için çok kolay oldu, hep veganmışım gibi hissediyordum. Arkadaşlarıma vegan olduğumu söylediğimdeyse, bazıları için bu durum, “Ben Çinli oldum” gibi tınlıyordu. Neyse ki kısa sürede onlar da alıştı.

Çoğunlukla evde yemekle birlikte, lokantalarda herhangi bir sipariş verirken, örneğin tereyağı kullanmazsanız iyi olur, veganım dediğimde, ilk savunma “ama bizimki organik” biçiminde oluyordu ya da benim hayvansal ürünlere karşı alerjim olduğunu sanıp, alerjik olabileceğini düşündükleri bitkisel gıdaları da anlatıyorlardı. Sanki bu bir seçim olamazmış gibi…

“Hadi kimse görmüyor, bir yudum al” ya da “Ben yerken canın ister mi” gibi yaklaşımlar da çoktu. Hayır, bu etik bir seçimdi, uzun uzun anlatıyordum.

Veganlığın pahalı bir beslenme bir biçimi olduğunu söyleyenler, dolayısıyla veganlığı sanki gurme bir lezzet arayışı gibi sınıfsal bir tavır olarak görenler de oluyordu. Bitkisel beslenmenin pahalı olduğunu düşünmüyorum. Örneğin, veganlıkla sık yan yana gelen avokado ve soya benim mutfağımda pek yok. Avokado su ayak izi geniş bitkilerden ve dünyaya olabildiğince belirsiz bir ayak izi bırakmak istiyorum. Soyanın, talep yoğunluğundan dolayı başka bitkilerin yerine de ekiminin tercih edildiğini, böylelikle biyoçeşitlilikle çeliştiğini biliyorum. Anadolu’nun bilindik mutfağıyla, baklagilleriyle, otlarıyla, sebzeleriyle, meyveleriyle besleniyorum. Şunu da herkesin aklında tutmasını öneririm. Sınıf çelişkisi, sadece insanlar arasında olmayabilir, türler arasında da olabilir. Belki insanlık, hayvanlara karşı yüzyıllar boyunca bir kast sistemi kurmuştur. Bunun yanı sıra, Glasgow COP26’daki bir pankartı da hep aklımda tutuyorum: “Sınıf farkındalığı olmaksızın ekoloji, bahçeciliktir.” Bu sözün daha sonra, yaşamını Amazonları korumaya adamış bir işçi lideri olan Chico Mendes’e ait olduğunu öğrenmiştim.

Son yaş günümde, arkadaşlarım vegan bir pasta ararken, onların iki ayağını bir pabuca sokmamak için, herkesin uğrak yeri bir kafeye oturdum, menüde vegan etiketli bir tabak gördüm, sipariş ettim. Yemeklerin üzerinde yoğurt vardı, bitkisel yoğurt olmayacağından emindim, yemedim. Hesabı ödedikten sonra, garsona, “Bu bitkisel yoğurt değil, değil mi?​” diye sordum. Garson, kendinden emin, “ama bu doğal, manda yoğurdu” dedi. Mandanın toprakta yetişmediğine emindim, ama onu da üzmek istemedim. Ama navegan arkadaşım, uzun uzun veganlığı anlattı. Ne diyelim, Edip Cansever’in karanfili gibi, veganlık elden ele ilerleyecekti.

Pandemide aşı gibi bir umut doğduktan, aşılama yaygınlaştıktan sonra, davetler, toplantılar da artıyordu. Evden getirdiklerimi yiyemeyeceğim mecralardı. Dokuz8 Haber’in yıl dönümünde, ilk kez vegan menü hazırlandığını ve konuklara vegan menü seçeneğinin sunulduğunu gördüm. Gezegenimiz için küçücük bir adım olsa da, coğrafyamızdaki veganlık için fena bir gelişme sayılmazdı.

Veganlığı tercih ettikten sonra geçen hafta ilk kez şehir dışına çıktım, yaklaşık dört gün sürecek olan Antalya Muratpaşa Belediyesinin edebiyat günlerine katılıyordum. Yakın çevrem nasıl besleneceğim diye endişeleniyordu. Oysa zaten benim gündelik mutfağım, hayvansal besinler hariç başkalarından pek de farklı değildi. Açılış yemeğinden önce, belediyenin Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Gülnur Hanım, sosyal medyamdan vegan olduğumu öğrendiklerini ve Erdal İnönü Parkı’nın içindeki cafede yenecek tüm yemeklerde vegan menünün de olacağını söylediler. Son bir yılın deneyiminden dört gün boyunca bunun sürdürülebileceğini pek sanmıyordum.

Açılış yemeğinde üzerinde “peynirler” olan bir yemek gelmişti, ama kimseyi vejetaryenlikle veganlığı birbirine karıştırdıklarını söyleyerek, kırmak istemedim. Bu farkı sonra anlatabilirdim, yemeğe dokunmadım. İleriki günlerde verilen tam vegan menüler, o kadar lezzetli ve leziz görüntülüydü ki, navegan katılımcılar da “Biz de vegan menü tercih edebilir miyiz?​” diye sormaya başlamıştı. Bir dezavantaj olarak görülen veganlık, mucizevi biçimde etkinlikte bir ayrıcalığa dönüşmüştü. Vegan menüyü akıl edip, hayata geçirenler edebiyat günlerinin mutfağındaki, belediyenin emekçileriydi. Arkadaşlarım da bu dört gün boyunca benimle vegan beslenmeye öyle alışmıştı ki, kaldığımız oteldeki kahvaltıdaki vegan seçeneğin azlığına Adanalı Romancı Özcan Karabulut bile “Yok olamaz böyle bir şey” diyordu. Herkes bulduğu otu, tereyi, kuzukulağını tabağıma getiriyordu.

Son gün, kahramanımla tanışmak istedim. Bana vegan menüyü kimin hazırladığını, belediyede bir süre danışmanlık yapan Şair Ferruh Tunç’a sordum. Belediye tesisine, “dağyakası/denizyüzü” gibi bir poetik ismi koyan oydu. Vegan yemekleri hazırlayan aşçıyı da bulurdu… Ve Salih Usta’yı buldu. Salih Usta vegan yemekler konusunda derya denizdi. Ben ona teşekkür edip duruyordum, ama o bana sitemkar biçimde, bakıyordu. Sonunda baklayı ağzından çıkardı, “Açılış günü yemeğindeki tofuyu peynir sandığınız için yemediniz değil mi?​” dedi. Vegan beslenmeye karar verdiğimden beri ilk kez utanma sırası bendeydi. Evet, dedim. Bir belediye tesisinden, bu kadarını beklememiştim, beklemeliydim. Keşke, Muratpaşa’da ülkenin tek vegan menü hazırlayabilen belediye tesisinde bu hizmet sürse… Yerel yönetimlerden de vegan beslenenlere yönelik büyük bir adım atılmış olur.

Benimle birlikte deneyimimi izleyenlerden Seray Şahiner’in dediği gibi, ülkemizde veganlık sadece bir beslenme biçimi değil, bir sabır hareketi. Sonucunda içinde bulunduğumuz ay olan vegan farkındalık ayında, veganlığın olmasa bile farkındalığın hızla yaygınlaştığını görebildiğiniz…

Dolu dolu bir yılın ardından şu cümleleri kurabilirim. Vegan beslenmeye karar vererek, endüstriyel hayvancılığın etkilerini yeryüzünden silebileceğimi düşünmüyorum. Ama yaşadığım hayatla, herkese “Başka bir dünya mümkün” dediğimi biliyorum.

Evrensel'i Takip Et