Boğaziçi’de 300. günü aşarken nereye?
Üniversite mücadelemizde ilerleyebilmek için, sorunlarımız karşısında en geniş talepler etrafında, en geniş örgütlenmeleri oluşturmamız gerekli.
Arşiv | Fotoğraf: Evrensel
Cenk Yılmaz Bayır
Boğaziçi Üniversitesi
Ülkenin her köşesinde demokrasi eksikliği derin bir şekilde hissediliyor. Bu durumdan üniversiteler de muaf değil. Öyle ki iktidar tarafından atanan eski kayyum rektör Melih Bulu’nun atanmasına karşın Boğaziçi Üniversitesinde başlayan “demokratik üniversite” talebini göğüsleyen eylemler birçok üniversiteye kısa süreli de olsa sıçramıştı. Şimdi ise Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri olarak direnişimizin 300. gününü geride bıraktık. Bu 300 gün içerisinde baskı, şiddet, tutuklamalar yaşansa da öğrencilerin bir araya gelişleri, çeşitli örgütlenmeler yaratmaları ve renkli eylemlilikleri de süreç açısından öğretici oldu. Öğrencilerin ve akademisyenlerin direnişinin bir neticesi olarak Melih Bulu’nun görevden alınması bileşenler için önemli bir kazanım olsa da yerine kayyum Naci İnci’nin atanması direniş sürecini farklı bir boyuta taşıdı. Bu nedenle “Peki biz bu süreçten ne öğrendik?”, “Melih Bulu’nun gönderilmesi yeterli mi?”, “Naci İnci’nin uygulamaları üniversiteyi nasıl etkiliyor?” sorularını masaya yatırmak faydalı olacaktır.
DÖRT KOLDAN GELEN BASKI HAMLELERİ
Kayyum rektör Naci İnci koltuğa geldiğinden beri Melih Bulu’nun da ötesine geçen hamleler yaptı. Açıkça üniversitenin niteliğine ve demokrasisine zarar veren bu hamleler temelde eğitim hakkının gaspına da yol açıyor. Örneğin, direniş sürecinde öğrencilerle bağ kuran ve ileriden katılmaya çalışan Feyzi Erçin ve Can Candan gibi öğretim üyelerinin üniversiteyle ilişiği kesilmesi öğrencilerin eğitim hakkını zedelerken, öğretim üyelerine de bir gözdağı oluşturuyordu. Hazırlık öğrencilerinin bir kısmının yüz yüze bir kısmının uzaktan eğitim görecek şekilde bölünmesi bir yandan eğitimi niteliksizleştiriyor diğer yandan bini aşkın öğrenciyi okul imkanlarından mahrum bırakıyordu. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden sayılan Boğaziçi Üniversitesinin yayınevinin resmen olmasa da fiilen kapatılması, pandemi öncesi 24 saat açık olan kütüphanenin saatinin kısıtlanması nasıl bir yönetimle karşı karşıya olduğumuzun kanıtıdır. Yemekhanedeki oturma düzeninden etkinliklerin engellenmesine kadar üniversitedeki gündelik yaşamımızdaki her şey kayyum İnci tarafından dizayn edilmekte. Bu durumun en gerici ve en somut örneği olarak kampüsün içerisine polisin girmesine izin verip 45 öğrencinin gözaltına alınmasına neden olması, Naci İnci’nin üniversite değerlerini hiçe sayıp ne kadar ileri gidebileceğinin göstergesi durumunda. Üniversitenin niteliğine derinden zarar veren bu hamleler elbette ki kendisine karşı olan tüm güçlere yönelik bir baskı politikasının gerekliliğidir. Zaten öğrenciler ve akademisyenlerce meşru kabul edilmeyen ve meşruiyetini kaynağını siyasi iktidardan alan bir rektörün koltukta kalması iktidarın politikalarını nasıl sürdürebildiğine bağlıdır. Bu anlamda İnci, koltuğu için elinden geleni yapıyor diyebiliriz.
300 GÜNÜ GÜÇLENEREK Mİ AŞIYORUZ?
Bir diğer yandan diğer önemli husus da tüm bu hamleler gerçekleşirken biz öğrencilerin ne durumda olduğu. Melih Bulu’ya karşı yapılan protestoların ilk zamanlarında kitlesel bir katılım vardı, süre içerisinde bu katılım azalsa da yine de Bulu’nun görevden alınmasında ısrarlı direniş süreci etkili oldu. Fakat yerine atanan İnci için öğrencilerin kararlı eylemliliği devam etse de kitleselleşmekte sorun yaşıyor. Her ne kadar İnci, okulun içerisinden olsa da öğrencilerin %92’si, akademisyenlerin %89’u ve çalışanların %67.1’i bileşenlerin katıldığı seçimde İnci’yi desteklemediklerine dair oy kullanmışlardı. Bu yüksek karşı oy oranına rağmen kayyuma karşı aktif bir mücadelede bir araya gelebilmenin çok kısıtlı olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle inisiyatifler etrafında şekillenen eylemlilik ve direniş sürecinin Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin geniş kesimlerinin yeterince kapsayamadığı görünüyor. Eylemlerin örgütlenmesi ve düzenlenmesinde işin peşini bırakmayan çekirdek bir kadro hareket etse de diğer öğrencilerle yüz yüze görüşme, onları direniş sürecine dahil etme gibi bir çaba çok cılız ilerliyor. 100-150 öğrencinin katıldığı eylemler değerli olsa da kitleselleşmediği sürece sürdürülebilirliği ve başarılı olma ihtimali azalıyor. Halihazırda uzun süren direnişteki yorgunluk belirtileri, yeni kişilerin katılımının gerekliliğini hissettiriyor. Öğrencilerin dağınık vaziyetinin kayyum İnci’ye okula çevik kuvvet polisi sokma rahatlığını verdiğini ve üniversite genelindeki etki alanını arttırdığını söyleyebiliriz. Yazının başında “Bu süreçten ne öğrendik?” diye bir soru sormuştuk. Alternatif bir alan yaratmaya dayanan, renkli, eğlenceli ve zeka dolu eylemler organize edebilmeyi öğrendik ancak en önemlisi belki de bu eylemleri başarıya ulaştırabilecek örgütlülüğü ve kitleselleşmeyi öğrenemedik. Her şeye rağmen önümüzde ÖTK (Öğrenci Temsilciliği Kurulu) seçimleri başlıyor. Bu durum süreci farklı bir boyuta taşıyabilir.
BİZLER NE YAPABİLİRİZ?
Direniş süreci hem öğrenciler hem de akademisyenler açısından devam ederken bu devamlılığın garantisi olacak örgütlenmeler şart. Öncelikle sürekli eylemlerden ziyade artık herkesin kendi sınıf arkadaşıyla birebir tartıştığı, kulüplerinin içerisinde çağrı yaptığı ve bulunduğu alanlardan minik gruplar/örgütlenmeler yaratması gereken bir süreçteyiz. Bu ufak, temelden örgütlenmelerin yaygınlaşması ileride daha geniş bir platform için bize zemin hazırlayabilir. Öğrencilerin çektiği sorunların kayyum rektörden kaynaklı olduğunun bilincinde olarak “en geniş talepler etrafında en geniş örgütlenmeleri” oluşturmamız gerek. Bizim tabanda yaratacağımız örgütlenmeler diğer bileşenlere de cesaret verebilir ve onları da mücadele çizgisine çekebilir. Ayrıca ÖTK sürecini iyi değerlendirmek gerekiyor. ÖTK temsilcilerinin konumlarını bu tabandan örgütlenmeleri inşa etmek için kullanması demokratik üniversite mücadelesinde önemli rol oynayabilir. Sadece toplantılara girip çıkan bir ÖTK yapısı değil, temsil ettiği sınıfla-bölümle birebir iletişimde olan, onlarla çeşitli buluşmalar düzenleyip öğrencilerin iradesini birleştirebilecek bir yapı oluşturmak, bizler için önemli bir alan yaratabilir. Unutmamak lazım, bu okulun en geniş nüfuslu bileşeni biz öğrencileriz ve bizim birlikte hareket etmemiz pek çok şeyi değiştirebilir.