Ölümün gölgesinde verilen bir parti üzerine: The Garden Party
Mansfield’ın 1922’de yazdığı kısa öykü “The Garden Party”, bir asır önce yazılmasına rağmen günümüzde görülen sınıf farklılıklarına sembolik anlatımıyla hala değinebilen bir öykü.
Fotoğraf: Pixabay
Zehra PEHLİVAN
Bilge Su YILDIRIM
İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı
Katherine Mansfield’ın 1922’de yazdığı kısa öykü “Bahçe Partisi”, orijinal adıyla “The Garden Party”, bir asır önce yazılmasına rağmen günümüzde görülen sınıf farklılıklarına sembolik anlatımıyla hala değinebilen bir öykü. Mansfield bu öyküyü sanayi devriminin ardından Avrupa'da kendini iyice hissettiren endüstrileşmenin gölgesi altında yazıyor. Öyküde sınıf çatışması, cinsiyet ayrımı ve doğa ile iç içe geleneksel bir yaşam tarzı süren İngiliz halkının hızlı makineleşme karşısındaki çekinceleri tema olarak işleniyor.
“Her şeyden önce hava çok güzeldi” şeklinde başlayan metin, bizleri bahçelerinde bir parti vermeye hazırlanan üst sınıf bir aileyle karşılıyor. Ailenin küçük kızı Laura partiyi düzenlemeye yardımcı olan işçilerle ilgilenmek üzere yanlarına gidiyor. Öyküden vermek istediğimiz ilk örnek de aslında tam da burada. Laura yanına gittiği bir işçinin lavanta koklamasına şahit oluyor ve buna oldukça şaşırıyor, çünkü bir erkeğin bir lavantanın kıymetini bilecek kadar ince ruhlu olduğunu düşünmüyor. Çünkü etrafındaki erkekler (babası ve kardeşi) sosyal statüleri ve meslekleri gereği doğa ile bir işçinin kurduğu organik ilişkiyi kuramıyorlar. Oysa yeni yeni sanayileşen bir toplumda bir işçi sürdürdüğü geleneksel yaşam sebebiyle doğayla sürekli iç içe, örneğin hala bahçelerinde kendi meyve sebzelerini yetiştirmeye devam ediyorlar.
METAFORLAR VE SINIF ÇATIŞMASI
Bu olayın ardından eve geri dönen Laura, evdeki çalışanlardan komşularından birinin öldüğü haberini alıyor. Bu sırada ise daha mensubu olduğu sınıfın farkında olmayan Laura, annesine ve ablalarına partiyi durdurmaları gerektiğini söylüyor. Laura’nın bu feryadına annesinin ilk tepkisi ise bu ölümün kendi bahçelerinde gerçekleşip gerçekleşmediğini sormak oluyor. Olayın fakir bir mahallede olduğunu öğrendiğinde ise rahatlıyor, sonrasında da partiyi ertelemeye gerek olmadığını söylüyor. Laura, annesi ve ablalarının aksine ölen adamı “alt tabaka”dan biri olarak değil bir insan olarak gördüğü için onların bu umarsızlığını anlamlandıramıyor. Aileden tek Laura’nın komşuları olan adamın ölümünü ciddiye almasının sebebi ise daha yaşından ötürü henüz dünyayı içinde bulunduğu sınıfın perspektifinden algılayamaması. Komşunun ölümü üzerinden vereceğimiz örneğe geçecek olursak, komşu adam, atının bir yük lokomotifi ile karşılaşınca ürküp şahlanmasıyla attan düşerek hayatını kaybediyor. Mansfield, burada atın lokomotiften ürkmesi örneği üzerinden yeni sanayileşmeye başlayan bir ülkede tarımla iç içe olan bir halkın tedirginliğini ve korkusunu ele alıyor. Yazarın bu metaforunda at, tarımla geçinen halkı; lokomotif ise sanayileşme sürecini temsil ediyor.
ALTIN PAPATYALI ŞAPKANIN GÖSTERDİKLERİ
Komşularının trajik ölümüne rağmen bahçe partisi yine de düzenleniyor. Partinin ardından, arta kalan yemekleri gören annesi, bunlardan bir sepet yaptırıp Laura'yı baş sağlığı dilemek üzere cenaze evine yolluyor. Bunun öncesinde Laura’ya verdiği şaşaalı, üzerinde altın renkli papatyalar olan şapkayı takmasını söylemeyi de ihmal etmiyor. Bunun iyi bir fikir olup olmadığını sorgulayan Laura nihayetinde şapkayı takıp cenaze evine gidiyor. Cenaze evinde kasvet üzüntüyle karşılaşan Laura, aşırı görüntüsü ve bunun temsil ettiği sosyal statü yüzünden kötü ve utanmış hissederek, “Lütfen şapkamı affedin” deyip evden koşarak ayrılıyor.
Kendi evine dönerken ise yolda ikiz erkek kardeşi Laurie ile karşılaşıyor. Laurie kardeşinin tepkisini anlamasına rağmen neden bu kadar üzüldüğünü de anlamlandıramıyor çünkü o da ailesi gibi içinde bulunduğu sınıfın sosyal konumunun farkında. Yaşıt olmalarına rağmen erkek olmasından kaynaklı olarak babasının yanında işe giden Laurie, iş adabını ve mensubu olduğu sınıf gereği nerede durması gerektiğini biliyor.
Bir asır geçmesine rağmen kullandığı imgeler aracılığıyla sınıf ayrımına parmak basmaya devam eden Mansfield’ın hikayesi şekilde son buluyor:
“Laurie kolunu kız kardeşinin omzuna doladı. Sıcak, sevecen bir sesle ‘Ağlama, çok mu kötüydü?’ dedi. Laura hıçkırarak ‘Hayır.’ dedi. ‘Sadece… olağanüstüydü.’ Ve kekeledi:
‘Hayat çok... hayat çok...’ fakat hayatın nasıl olduğunu tanımlayamadı. Önemli değildi, Laurie anlamıştı.
‘Değil mi canım?’ dedi Laurie.”