Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır
“Acılara Tutunmak” albümünde “Gayrı Gider Oldum” adıyla yer vermiştir. Bu şarkı seslendirildikten 14 yıl sonra gelip Ahmet Kaya’nın sürgününe, 32 yıl sonra gelip benim ihracıma tercüman olur.
İLGİLİ HABERLER
Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi?
Memeli Zeus
Ahmet Kaya şarkılarıyla tiyatro: Hep sonradan
Masum bir türkü hazin bir öyküydü
Ahmet Kaya aramızdan ayrılalı 19 yıl oldu
Ferzende Kaya 2002 yılında yayımladığı Başım Belada kitabında “Bu ülkede herkesin ama herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardı. Ahmet Kaya’lar solcuydu, sağcıydı, Müslümandı, demokrattı, Kürt’tü, Türk’tü, muhalifti, müzisyendi, babaydı, oğuldu, kardeşti, yoldaştı, yorgundu, yiğitti, yılgındı, ürkekti, delikanlıydı, tutarsızdı, serseriydi, öfkeliydi, kanlı canlıydı, deli doluydu…” der.
Evet bu ülkede herkesin bir Ahmet Kaya’sı olduğu gibi benim de bir Ahmet Kayam vardır. Benim Ahmet Kaya ile ilk karşılaşmam amcamların 01 EZ 908 plakalı, krem renkli, 1974 model Renault TS’sinin oto teybinden yükselen boyuma büyük dizelerle başlar. Amcamın arabasında yaşıtım amcaoğulları ile oturur Şafak Türküsü şiirinin sese gelişini bir yasağı ihlal eder gibi dinlerdik. Ne Nevzat Çelik’ten haberdardık ne Hasan Hüseyin Korkmazgil’den ne de Enver Gökçe’den, albümde klavyeyi çalan Kerem Görsev’in adını bile duymamıştık, hatta akli baliğ bile değildik. Ama yine de bir suç işliyormuşçasına arabaya yayılan tok sesin ağırlığını hissederdim. Ardından “Başkaldırıyorum” derdi Ahmet Kaya ve Adana sokaklarının küfrünü, isyanını getirir arabanın içine bırakırdı. Belki de boyuma büyük bu dizelerdi ergenliğimin hüznünü isyana çeviren.
Tam da bu dönemler olmalı evdekilerden gizlice 900 900 527 numaralı “Ceket değil kafa tutuyorum” sloganlı Ahmet Kaya hattını aramam. O hattan öğrenmiştim 28 Ekim 1957 günü Malatya’dan dünya yolculuğuna çıktığını. Baba tarafından Adıyaman Çelikhan’lı Kürt anne tarafından Erzurum’lu Türk olduğundan, çocukluk yıllarında yedi kişilik ailesiyle tek göz elektriksiz bir odada yaşadığından, Sümerbank’ın birden fazla odası olan lojmanına taşındıklarında şaşkınlıktan bir süre ailece evin tek bir odasında kalmaya devam ettiklerinden o telefon hattında bahsedilmiyordu.
Bahsedilmeyenleri merak ettikçe tanımaya başladım Ahmet Kaya’yı.
Evin en küçüğü olmanın keyfini sürer. Babası gece vardiyasından döndüğünde onu “Loş dudak” Ahmet karşılar ve İstanbul’u anlattırır. Ahmet Kaya 6 yaşında ilk konserini bahçedeki tavuklara vererek müzik yaşamına atılır. İnsanlara verdiği ilk konser 24 Temmuz 1966 günü işçi bayramındadır. Ahmet Kaya’nın ilk işi de müzikle ilişkilidir. Bir plakçıda tezgahtarlık. Plakçıda çalışırken ilk hayranlık duyduğu solcu abileri “Su”cular olarak tanımlar Ahmet Kaya. Ben bir süre bu “Su”cuların hangi politik yapı ile ilişkili olduğunu aradım durdum. Nafile çabam “Su”cuların Ruhi Su albümlerini alan solcu abiler fraksiyonu olduğunu fark etmemle sonlandı.
Ahmet Kaya’nın ilk göçü 1972 yılında gerçekleşir. Bir kamyonla ailece Malatya’dan İstanbul’a taşınırlar. İstanbul’a uyum sağlamakta zorlanır Ahmet Kaya. Çünkü onlar gibi konuşamıyor, konuşsa anlaşamıyor; onlar gibi giyinemiyor, giyinse yakıştıramıyordur. Bu İstanbul hengamesinde kendini ifade edecek bir alanı Halk Bilimleri Derneğinde bulur. Orada aynı dili konuşabildiği, aynı türküleri seslendirdiği insanlarla tanışır. Bu insanlardan biri de Emine Başa’dır. Evlenirler ve 1980 yılında ilk kızı Çiğdem doğar. Ahmet Kaya’nın tek hayali vardır, müzik yapmak. Ama ülke ve insanlar zor zamanlardan geçmektedir. Bir yanda ölümler, tutuklamalar, yoksulluk diğer tarafta Ahmet Kaya’nın hayalleri. Bu cenderede sıkışan Emine Başa Çiğdemi de alarak evden ayrılır. İşte bize o günlerden Ahmet Kaya’nın “Neden” şarkısı kalır.
Kızı Çiğdem’in özlemini yüklenir ve müzikteki ısrarını sürdürür. 1980 sonrası verdiği ilk konserinin ismini “Kayaların Dibinde Bir Nazlı Çiğdem” koyar. Ruhi Su ile tanışır bu günlerde. Hatta eline bağlamasını alarak Ruhi Su’nun “Mahsus Mahal” şarkısını çalar beğenilmek umudu ile. Ama beğenilmek şöyle dursun sert bir eleştiri gelir Ruhi Su’da. “Böyle at teper gibi bağlama çalınmaz” der. Ama yılmaz Ahmet Kaya hatta ikinci konserini verir bu eleştiri üzerine, adeta bağlama böyle de çalınır dercesine.
Darbe sonrası günler gittikçe zorlaştırır yaşamını. Ne karnını doyurabilir ne de ruhunu. Dostları içeridedir ve kendi dışarıda. Böylece dışarıdaki yaşamdan kontrollü bir şekilde içeriye yani cezaevine girme planı yapar. Plan bellidir cezaevine girmek için albüm yapılacaktır. İşte Ahmet Kaya’nın 1985 yılında çıkardığı “Ağlama Bebeğim” albümünün çıkış hikayesi böyledir.
Kontrollü bir içeri giriş planı diyorum, çünkü Ahmet Kaya içeri girip öyle yıllarca yatmak da istemez. Ne de olsa daha önceden biliyordur cezaevi koşullarını. İşte bu kontrolü sağlamak için albümüne Mehmet Akif Ersoy’un Cenk Marşı (Uğurlar Ola) şiirinden bestelediği bir şarkı koyar. Öngördüğü gibi hakkında dava açılır, Ahmet Kaya albüme ismini veren Ağlama Bebeğim şarkısında geçen “Çok uzakta öyle bir yer var/O yerlerde mutluluklar/Paylaşılmaya hazır/Bir hayat var” dizeler nedeniyle yargılanır ve beraat eder. Böylece Ahmet Kaya efsanesi başlar.
Ahmet Kaya’nın yaşamındaki değişim 1985 yılında Sezer Bağcan ve Stüdyo Değişim ile tanışma ile başlar. Aynı dönemde Gülten Hayaloğlu yaşamına girer ve 1986 yılında evlenir Ahmet Kaya. Ardından da ikinci kızı Melis dünyaya gelir. Bu değişimde önemli isimlerden biri de kayınbiraderi Yusuf Hayaloğlu’dur. Ahmet Kaya ile Yusuf Hayaloğlu arasındaki inişli çıkışlı ilişki yeni besteler, yeni şiirler doğurur.
“Ağlama Bebeğim” albümünün ardından 1990 yılına kadar 10 albüm çıkarır Ahmet Kaya. O albüm çıkarır ben albümü alıp ezberlerdim. Ezberlediğim şarkıların izini şiir antolojilerinde arardım. Bulduğum şairlere de sımsıcak sarılırdım. 1991 yılında çıkardığı Başım Belada albümü Ahmet Kaya ile ilişkimde bir milattır. Milattır diyorum çünkü bu albümden sonra hiçbir albümü almadım.
“Başım Belada” albümde yer alan “Kalan Kalır” şarkısının ilk 17 saniyesinde yer alan elektrogitar solosu sanki ardından gelen zurna sesini değil de beni hançerlemişti. İhanete uğramış gibi hissetmiştim. Serde 15 yaşın kavak yelleri, Ahmet Kaya’ya küsmüştüm. Düşünüyorum da bir sevgiliye küser gibi küsmüştüm Ahmet Kaya’ya. Yeni albüm çıkarıyor almıyorum, ama kulağım dolmuşta çalan şarkısında. Televizyona çıkıyor seyretmiyormuş gibi yapıp göz ucu ile izliyorum. Herkesi sollayarak Top 10, Pop 10 listelerinde ilk sıraya yerleşiyor umursamıyor gibi yapıp içten içe seviniyorum.
Küslüğümü diri tutmak için bir yandan yeni yeni bahaneler de buluyordum. Duygu sömürüsü yapıyor diyordum, devrimciliği arabesk müzikle satıyor diyordum, Mercedes’e biniyor diyordum, Hilton Otelinde kaset tanıtım kokteyli yapıyor diyordum, Jet-Pa sponsorluğunda klip çekiyor diyordum. Diyordum da diyorum…
Ta ki 10 Şubat 1999 günü yapılan 6. Altın Objektif Ödül Törenine kadar. Ahmet Kaya bu törende ödül alır ve yaptığı ödül konuşmasında bir sonraki albümüne Kürt asıllı olduğu için Kürtçe bir şarkı koyacağını söyler. Böylece saatli bombanın pimi tutuşmuş olur. Serdar Ortaç’ın söylediği Onuncu Yıl Marşı ve “vatanperver şarkıcılarımızın” menemen testisi gibi dizilerek söyledikleri Memleketim şarkısının fon müziğinde Ahmet Kaya linç girişiminde bulunulur. Savaş Ay ve Mehmet Aslantuğ dışında bir salon dolusu kadın ve erkek bu linçin öznesi olarak tarih sayfasında yerlerini alır. Özür de dileseniz, ben tuvaletteydim de deseniz hepiniz oradaydınız ve kendi adıma sizi affetmeyeceğim.
Bombanın pimi tutuşmuştu ama patlamamıştı. Bomba Ertuğrul Özkök yönetimindeki Hürriyet Gazetesinin montaj bir fotoğrafı ve üzerine atılan “Vay Şerefsiz” manşeti ile patlamıştı. Dönemin köşe yazarları da kılıçlarını çekmiş rasgele sallıyordu. Örneğin Cenk Koray, “Cenk Meydanı” köşesindeki yazısının başlığını “Ahmet Kaya adında bir şerefsiz” olarak atmıştı. Fatih Altaylı, “Teke Tek” adlı köşesindeki yazısına “Parayı veren Ahmet’i alır” başlığını uygun görmüştü. Ne bölücülüğü kalmıştı ne de yavşaklığı. Konu yargıya da taşınmıştı elbet ve Ahmet Kaya’ya yeniden cezaevi yolları görünmüştü. Ahmet Kaya cezaevinden sağ çıkabileceğini düşünmüyordu ve ikinci göçünü bu kez farklı bir şehre değil farklı bir ülkeye yaparak 16 Haziran 1999 tarihinde Fransa’ya gitti.
Yurtdışında sürgünde yaşadığı 17 ay süresince kendini ve bu ülkeyi ne kadar sevdiğini anlatmaya çalıştı. O anlattı benim içime kan damladı. En çok da sürgünde verdiği bir röportajda söylediği; “Yaz da olsa, kış da olsa fark etmez. Ben geceleri çok üşüyorum. Sorun kalorifer sorunu değil. Beni üşüten tek şey var. Vatansızlık!” cümleleri içimi acıttı.
Ahmet Kaya bir film çekmek istiyordu. Mülteci bir ailenin yaşadığı dramı anlatmak, hatta bu anlatıda kendisi de rol almak istiyordu. Olmadı kısacık yaşamı yetmedi bu filmi çekmeye. Yetmedi ama ömrünün son 17 ayı çekmek istediği filmin senaryosunda ona başrolü verdi.
Ahmet Kaya 16 Kasım 2000 tarihinde öldü. Cenazesini on binler sırtladı ve cenazesi Pere Lachaise Mezarlığı’na defnedildi. Ahmet Kaya 6. Altın Objektif Ödül Töreninde yaptığı konuşmada verdiği sözü tuttu. “Karwan” adlı Kürtçe bir şarkı söyledi ama şarkısını albümünden dinlemeye ömrü yetmedi. Şarkı ölümünden sonra çıkan “Hoşçakalın Gözüm” albümünde yer aldı.
Eşi Gülten Kaya cenazesinin Türkiye’ye getirilmesine karşı çıktı. Haklıydı da Ahmet Kaya’nın dirisine sahip çıkmayanlar ölüsüne mi sahip çıkacaktı. Orada ona kucak açıp aralarına alacak şairler, müzisyenler, yazarlarla koyun koyuna yatacaktı. Ama kötülük gidip Paris’te de Ahmet Kaya’yı buldu. Mezarı ölümünün 21. yılının arifesinde geçen hafta tahrip edildi.
Ahmet Kaya ile duygudaşlık olarak şimdilik yaşadığım son kesişme Enver Gökçe’nin "Hastir Lan" şiiridir. Enver Gökçe bu şiiri Keban Barajı’nın yapılmasıyla Elazığ, Tunceli, Erzincan, Malatya ve Sivas’a bağlı mahalle, köy ve mezraların sular altında kalması sonucu evsiz yurtsuz kalan kırk bin insanın acısını anlatmak için yazmıştır. Ahmet Kaya da bu şiiri bestelemiş ve 1985 yılında yayınlanan “Acılara Tutunmak” albümünde “Gayrı Gider Oldum” adıyla yer vermiştir. Bu şarkı seslendirildikten 14 yıl sonra gelip Ahmet Kaya’nın sürgününe, 32 yıl sonra gelip benim ihracıma tercüman olur. “Lan kardaş/Bu nasıl yara/Kanar her yerimden”
Ne diyeyim iki gözüm… Yaşamımda vardın, varsın ve var olacaksın…
Meraklısına not: Ümit Kıvanç’ın Ahmet Kaya’yı anlattığı “Uçurtmam tellere takıldı” adlı muhteşem belgeselini buradan izleyebilirsiniz.
Evrensel'i Takip Et