Toy Taylar: Geri dönmemek üzere gitmek
Halim Şafak; Umay Öze’nin ilk romanı “Toy Taylar” üzerine yazdı.
Fotoğraf: Pixabay
Halim ŞAFAK
Ölüm düşüncesiyle uğraşmanın iyi tarafı insan hayatına dönük katkısıdır. Bir bakıma ölümden dolayı daha fazla yaşamaya yönelmek her zaman ihtimallerin en başında yer alır hatta bu ölümden dolayı yaşamak gerekire bile dönebilir. Yanı sıra ölüm eylenebilir bir şey olsa da buradaki temel sorun insanın kendi ölümünü deneyimleyememesidir ki bu da ölüm karşısında hayatı deneyimlemek ve yaşamayı istemek için iyi bir nedendir.
Biraz daha ileri götürürsek ölümün kendisi insanın yaşama ve hayatta kalma, gerekçelerinin başında gelir. Ne var ki bunların hepsi ölümün büyüleyiciliği karşısında onu da düşüncemizin bir yerlerinde tutmamızın hatta sonuçsuz ölme denemeleri yapmamızın da temel nedenidir.
Buradaki ölme arzusu hayatı yaşamaya dönük hızın, hızlanmanın kışkırtıcıları arasında önlerde bir yerdedir. Ölüm ve yaşama düşüncesinin bireyde asıl harekete geçirdiği ise gitme ve olabilirse dönmeme arzusudur. Bu gitme kendini her an öldürecekmiş gibi bir yaşamayı da en baştan çağırır.
Bu yolculuk olarak kabul edebileceğimiz ve kesinleşmiş/kesinleştirilmiş hiçbir şeyin olmadığı gitme bir yandan sahiplenme ve mülkiyet duygusunu geriletirken bir yandan da kişiyi otoriter ve kurumsal olana mesafeli hatta karşı hale getirir ki bunların hepsi bugün başka bir şey haline dönüştüğünü söyleyebileceğimiz bireylikle ilgilidir.
Günümüzün kimi genç şairleri okurluklarının da katkısıyla ölüm ve düşüncesiyle hem hayati hem de kültürel düzeyde ilişki kurarken (Kültürel olanın öne çıkardığı şeyse yaşanmakta olana dönük duygusal bir gerilemenin her zaman mümkün olmasıdır) bunun bir sonucu olarak daha fazla ve daha hızla yaşamaya yöneliyorlar. Çünkü hem mutlu hem de tatmin olmak istiyorlar. Bunun şiir ve yazıda karşılık bulması ise beklenebilir ama ondan çok olması gereken bir şeydir.
ÖLÜMLE HAYAT ARASINDAKİ İKİLEM
Şiir, öykü ve çevirileri ile tanınan Umay Öze’nin ilk romanı “Toy Taylar” ölümle hayat arasındaki ikilemde yaşama ve arzusunun bireyi belirlemesinin ve daha fazla yaşamaya yöneltmesinin bir yolculuğa dönüşmesinin önemli örneklerinden biri olarak okur önüne çıktı. (A7 Kitap, 2021) Şimdide yani hemen/bugün yaşama arzusu roman kişilerine bağlı olarak belli bir dönemde odaklanmasını bir yandan da biyografik olanın geçmiş üstünden tam bir gidip gelmeyle yazılana dahil olmasını sağlıyor.
Kayseri ve başka kasabalarda geçen çocukluk, ilk gençlik ve eğitim yıllarından sonra geri dönmemek üzere ilk gitmenin gerçeklik kazandığı Ankara, burada bir daha gitme yollarını açık bıraksa da kendini daha çok uzun geçmesi baştan talep edilen gecede belirginleştiren ve yaşamasına izin veren mekan haline gelmekte gecikmiyor.
Ankara, yaşamaya yetecek kadar çalışmanın mümkün olduğu ve üniversitenin daha çok geceyi sahiplendiği/bildiği ve yaşama alanı kabul ettiği şiir, öykü yazmanın ve çeviri yapmanın etkisiyle edebiyat dünyasına da sorunlu bir giriş anlamına da geliyor. Söz konusu giriş ise ister istemez aileye ve arkadaşlıklara kadar giden bir geçmişin kimi zaman nostaljik bir duyguyla kimi zaman da tam bir eleştirellikle dahil olmasını sağlıyor. Yanı sıra yazarın (Artık onu da geçmiş olarak kabul edebiliriz) mekan olarak Ankara’ya kurduğu ilişki ve öz geçmişin bundaki etkisi roman kişilerini nerdeyse gündelik hayattan bildiğimiz, tanıdığımız yaşadıkları kadar dünyayı düşünen, tartışan, reddeden hatta bu noktada felsefi tartışmalara girişen ortalamanın üstünde insanlar haline getiriyor.
KENDİ POLİTİKLİĞİNİ ÜRETEN ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİ
Romanda öncelenen iki binli yılların başındaki farklılıklarıyla birlikte yaşamaya çalışan, bunun için direnen, kendi politikliğini üreten üniversite gençliğidir. Bu da romana insan cinsleri arasındaki aşk ve cinsellik başta olmak üzere ilişkiler, keyif vericiler, algı bozucular bunların hayati ve düşünsel sonuçları kadar kışkırttığı yaşama ve düşünmenin öne çıktığı bir dönem anlatısı olma gibi bir özellik kazandırırken bunların yaşandığı mekan da Ankara oluyor.
Roman kişilerinde algının düzensizleşmesi bir uçtan yaşanan dünyaya dönük tepkiselliği ve saldırıyı çoğaltırken bir yandan da politik ve toplumsal olanın aşırılaşmaya açık bir biçimde bunun içinde bulunmasına itiraz etmiyor ve bu temelde bir söylemin gelişmesine izin veriyor. İşin bu tarafı aynı dönemde antiotoriter düşünceyle karşılaşmayla ve öyle bir dünyada yaşama olmazsa özgürlük alanı olarak oluşturduğu neyse onun içinde olma/geçirme düşüncesi ile de yakından ilgilidir.
Umay Öze’nin “Toy Taylar”ı bugün az biraz geride kaldığı ya da etkisizleştiği ya da geçmişinden bağımsız ya da onu iten başka bir şey haline geldiği dünyanın bir öncesinin yolculukla/gitmeyle biten kısa ama sürmekte olan bir hikayesi olduğu kadar, insanın bağlarından kurtulmasının ve bunun için direnmesinin büyük ölçüde yaşanmış kısa bir hikayesidir.
“Toy Taylar” alt başlığı olan “Hayata Direniş”le -ki bu direniş kadar onun içinde başka ve karşı bir hayatı yaşamak da ayrıca anlanmalıdır- hayatın içinde başka bir hayatı yaşamayı somutlaştırmayı ve bu konuda okura bir düşünce vermeyi başarmaktadır. Umay Öze’nin ilk romanı “Toy Tay”lar’ın geri dönmemek üzere gitmek gibi bir arzusu olanların ilgisini çekeceği muhakkaktır.