Pendikli kadınlar: Bizi bir kahraman kurtarmayacak
Pendik'te kadınlar, Kavakpınar ve Esenler Mahallesi'nde 25 Kasım öncesi gerçekleştirdiği buluşmalarla bir araya geldi.
Pendik'te 25 Kasım öncesi buluşma gerçekleştiren kadınlar | Fotoğraf: Ekmek ve Gül
Hilal TOK
İstanbul
Pendik Esenler ve Kavakpınar’da Ekmek ve Gül çağrısıyla 30’u aşkın kadınla iki gün boyunca yan yanaydık. Programımızın ilk gününde Esenler Mahallesi’nde bir kafede yan yana geldiğimiz kadınlarla söyleşimizde Aile Sağlığı Hekimi Dr. Sanem Arslan da vardı. Arslan’ın “Kadın sağlığı, meme ve rahim kanseri” üzerine yaptığı sunuma kadınlar oldukça ilgiliydi. Kadınlar, aslında uzun zamandır sağlıkta dönüşüm, sağlığın özelleştirmesiyle beraber sağlık kuruluşlarına gittiklerinde alamadıkları soruların cevaplarını ve bu yaşadıkları sorunları anlatma arayışı da içindeydiler. Pek çok kadın tek tek derdini ve öfkelerini sıraya dizerek aktardı… “Meme kanseri olduğumu çok talihsiz bir şekilde, hiç beklemediğim anda aldım. Öyle ki köye gitme hazırlığındaydım. Ortaya çıkınca kendimi bir Yeşilçam filminde gibi hissettim. Hiç başıma gelmez diye düşünüyordum. Sonra devletteki doktor bütün mememi alacağını söyledi. Daha da yıkıldım. Sonra özele gittim. Almamıza gerek yok, hallederiz şu kadar paraya dedi. Bulduk buluşturduk borçlandık yaptırdık.” Özele nasıl mahkum olduğunu anlatırken bir kadın diğerleri devam etti; randevu sorunları, bir tane doktorun binlerce hasta bakması ve hastalara yetişememesinin kendilerini sağlıklarından etmesi, sağlık hakkının dahi lüksleştiğini, bu duruma karşı öfkelerini, özel hastanelerin ‘Bize bir sürü masraf çıkarıyorlar biri bin ediyorlar onlar da para koparmak için” söylemlerini, kansere yakalanmamak için sağlıklı beslenmelerinin bu yoksulluk tablosunda mümkün olmadığını… Dr. Arslan’ın katkıları kadınlar için hem eteklerindekini dökme, hem de biriktirdiklerini sorma, kendi bedenlerinin önemini belki de yeniden fark etme fırsatı yaratmıştı.
TEK BAŞINA BİR KAHVALTI DEĞİL…
Pendik’te Ekmek ve Gül’ün bir çağrısı da Kavakpınar Mahallesi’nden kadınlara birlikte kahvaltı çağrısıydı. Uzun zamandır yan yana gelemeyen kadınlarla en çok o yan yana gelmenin önemini, bunu mücadeleye ve örgütlülüğe dönüştürmeyi konuştuk. Kadınların hiçbirinin yaşamı ötekinden kolay değildi. Hepsinin derdi boyu aşmış, ama bunun içinde yine de 25 Kasım’ın böyle bir yan yanalığa vesile olmasına memnun olarak, memlekette itildiğimiz çaresizliğe, umutsuzluğa karşı yine de bir arayış içinde olduklarını, bu nefes alanının bile kendilerine çok iyi geldiğini belli ederek geçen bir kahvaltıydı. Yani yalnızca bir kahvaltı da değildi… Şiddeti, 25 Kasım’ın mücadele tarihini, AKP iktidarı döneminde kadınların tırpanlanan haklarını, yoksulluğumuzu konuşma ve tartışma fırsatı bulduğumuz bu buluşmada kadınların ifadeleri bize bu arayışın özünü gösterirken en çok da bu sorunların çaresinin de değiştirmenin öznesinin de yine biz kadınlar olduğunu gösterdi aslında…
"ÖRGÜTLÜYÜZ AMA ARKAMIZDA BİR SENDİKAMIZ YOK"
Türk Metal’in üye olduğu bir fabrikada çalışan metal işçisi bir kadın sendikasına ve çalışma koşullarına tepkiliydi. Neden tepkili olduğunu ise şöyle anlatıyordu: “İş yerinde servisimiz yok. Örgütlüyüz ama arkamızda olan bir sendikamız yok. İş yerinde servis yok diye otobüsle gidip geliyorum işe. Birkaç yıl önce otobüse binmek için evden çıktığımda kaza geçirdim. İş kazası bu aslında, öyle sayılmaz mı? Ama saymadılar. Sendika da işveren de arkamda durmadı. Günlerce hastanede kaldım. Bana ‘Ne belli senin işe gittiğin’ dediler. ‘Belki de başka yere gidiyordun.’ Hatta birkaç işçi tanık ayarladılar işe gitmiyordu diye. Ben, her gün o saatte gelen ben, işe geleceğim belli olan ben… İşe gitmiyor deyip iş kazasından saymadılar. Hâlâ da servis yok. Koşullar ağır durmadan çalışıyoruz, zorla mesai. Emekliliğe kadar dayanmaya çalışıyorum. Gerçi emekli olunca da halimiz belli değil, çalışır mıyız çalışmaz mıyız! Koşullar böyle olursa…”
Fabrikada 80’e yakın kadın işçi olduğunu söyleyen metal işçisi devam ediyor; “Erkekler çoğunlukta ama biz de erkek işini yapıyoruz. Ağır iş yapıyoruz yani. Fabrikada birlik yok. Sendikadan memnun olanlar da var ama, onlar da eldekinden olmamak için ses etmiyor işte çünkü hayatlarında ilk defa bir işe girmiş, onu da kaybetmek istemeyen kadınlar çok…”B
"SENDİKANIN ADI VAR KENDİ YOK"
Çimse-İş’in örgütlü olduğu bir fabrikada çalışan kadın işçi ile de sohbetimiz dönüp dolaşıp sendikaya geliyor. Geliyor ama, “Sendikanın adı var kendi yok” söylemiyle olana işaret ediyor işçi kadın, “Çoğunlukla kadın işçiler var bizim fabrikada. En büyük sorun kıdemli işçi ile yeni giren işçi arasında ücret farkı olmaması, asgari ücrete 6 gün çalışıyor olmamız. Sendika anca lafta var, sendika yok ki ortada. Bir şey de yapmıyor haliyle, yüzünü göremedik sendikanın. Bizim iş yeri iki vardiyalı şimdi 3’e çıkarmaya çalışıyorlar, üretim arttı çünkü, ama biz gece vardiyası istemiyoruz. Direnelim dedik. Öteki vardiyada erkekler yoğunlukta onlar biraz daha sağlam duruyorlar ama kadın işçiler hemen geri bastı. İlk başta çok tepkililerdi ama sonra birlik olamadık işte. Getirecekler büyük ihtimalle gece vardiyasını. Biz sağlam durmazsak… Bir de zorla fazla mesaiye bırakıyorlar. Kalmam dersen ‘Seninle görüşeceğiz’ diyorlar. Kalırsan da eline bir şey geçmiyor kesintilerle zaten…”
BİR ÇARE ARAYIŞIDIR BU…
Temizlik işçisi bir kadın söze girenlerden oluyor. Oldukça öfkeli bir giriş oluyor. AKP’li komşusuna kızıyor. “Onun” elinden gitmesin diye kendinin her gün daha da yoksullaşmasını anlatıyor. “Bir oğlum engelli, öteki oğlum işsiz. Ben onlara bakmak için gündüz ev temizliğine, gece iş yeri temizliğine gidiyorum. Nasıl bakalım? Bizi yoksullaştırarak zengin oluyorlar. Ona oy verenler, ‘Ben kendimi kurtarayım başkası umurumda değil’ diye bakıyorlar. Ama böyle düzelmez.” Komşusuna olan öfkesi bütün memleketi sarıyor bir anda ama bir yandan umutsuzluk bir yandan da o bir arada olmanın ve bunları tartışmanın, yalnız olmadığını görmenin önemini anlatıyor. Daha çok şey yapmak istediğini ama koşullarının imkân vermediğini de iliştiriyor mahcubiyetle.
Tüm bu sorunlar karşısında ne yapacağımızı konuştuğumuzda örgütlü bir tepkinin olması gerektiğini işaret etse de kadınlar burada kendilerini özne olarak görmekte çekinceliler. Ancak yine de yan yana gelme, bu buluşmaları büyütme ve ilerletme planı yapan kadınların anlatımları kendilerini iten o çekince duvarını çatlatıyor sanki. Çünkü yoksulluğu en derin yaşayan, işçilerin sırtını dayayabileceği tek bir güvencelerinin olmadığı, işe dahi güvenle gidip gelmediği bir çalışma ve yaşam şartlarında çatlağı aşacak olanların da kendileri olduğunu tartışmamız yeni buluşmalara vesile olacak görünüyor…
Oradan bir başka kadının söylemiyle bitirelim, “Daha çok yan yana gelelim, bu yaşadıklarımızı biz değiştirebiliriz ve bizi bir kahraman kurtarmayacak…”