23 Kasım 2021 20:38

Bir çifte soylulaştırma mekanı: Galataport

İtirazlara rağmen yapımı gerçekleştirilen Galataport, herkese açık olsa da, sermayenin kentsel mekanları neoliberal bir dönüşüme uğratarak gerçekleştirdiği soylulaştırma pratiğinin ruhunu yansıtıyor.

Fotoğraf: Yaşar Adanalı

Paylaş

Fatih POLAT

Kent savunucularının tepkilerine, açtıkları davalara rağmen iktidarın desteğiyle yapımı gerçekleşen Galataport İstanbul ziyaretçilerine açıldı. 

İstanbul Boğazı’nın silüetini tamamen değiştiren ve tarihi Nusretiye Camii’ni silüetten silen 1.7 milyar dolar yatırım bedelli Galataport, Karaköy Vapur İskelesi ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fındıklı Kampüsüne ait bina arasındaki sahil şeridinde yer alıyor.

Proje kapsamında şu anda, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ni geçtikten sonra başlayan ve Tophane’ye kadar devam eden sahil şeridi gezilebiliyor.

SANATLA DESTEKLENMİŞ BİR AÇIK HAVA AVM’Sİ

Fındıklı’dan Galataport’a yaklaştıkça önce, arşivi Doğuş Grubunda bulunan Ara Güler’in sergisinin olduğu bina sizi karşılıyor. Bu sanatsal ‘Hoş geldiniz’ faslından sonra, bir açık hava AVM’si olarak tasarlanmış sokakların arasında yürümeye başlıyorsunuz. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Galataport için dile getirdiği “Dünyanın tüm önemli markaları bu mekanda yer almak için şimdiden arayış içindedir” sözlerini aklımızda tutarak yürürken, yüksek gelir grubuna hitap eden markaların bulunduğu mağazaların önünden geçiyoruz. Çeşitli kıyafet ve ayakkabı mağazalarını geçerken binaların önünde şu ifadelerin yer aldığı bir tabela dikkatimizi çekiyor: “Yeşil bina kriterleri sebebiyle bina girişinin 8 metre çevresinde  sigara içilmez.”

FERAHLIĞIN DA BİR SINIRI VAR(!)

Çeşitli mağazaların yer aldığı sokaklarda oturmak için banklar tasarlanmış. Aralarda özel güvenlikler dolaşıyor. Bir tür ‘AVM street’ havasındaki bu bölümlerde, belirli bir alana daha fazla dükkan ve bina sığdırabilmek için ince bir hesap yapıldığı belli. Bir yürüme alanı var ama çok ferah da değil.

Mağazaların olduğu sokaklarda bir şeyler yiyip içmek için oturacağınız mekanlar da var. Buradan sahile doğru ilerledikçe restoran ve kafelere açılıyorsunuz. İktidarların tarihi yapısına uygun olarak düzenlemek için hiçbir gayret göstermedikleri ve mekruh bir hale dönüşmeye terk ettikleri limanda yapılan binalar, beton ve camdan oluşan, modern mimari diye yutturulan yeni bina konseptlerinin bir benzeri. İnsana, limana yanaşan kruvaziyer gemilerin müşterilerinin tüketim kalıpları ve göz zevkine hitap edecek genel bir standardın ötesinde bir şey söylemiyor bu binalar.

HERKESE AÇIK AMA…

Doğuş Grubu ve Bilgili Holding ortaklığında yapılan Galataport projesinde finansman için 31 Ağustos 2016 günü imzaların atıldığı törende, Doğuş Grubu CEO’su Hüsnü Akhan, “Galataport Projesi için Ziraat Bankası, İş Bankası, Yapı Kredi, Garanti Bankası, Finansbank ve Türkiye Sınai Kalkınma Bankasının (TSKB) oluşturduğu konsorsiyumla sağlanan 1 milyar 20 milyon avro tutarındaki finansmanın imzasını bugün attık,” demiş ve şöyle devam etmişti: “Galataport’un bir liman sahası olmasının yanı sıra, İstanbul’da her kesimde ziyaretçiye açık yepyeni bir yaşam alanı olması ve projenin gerçekleştirilmesi için toplam 4.5 milyar lira civarında bir yatırım yapacağız.”Galataport herkese açık olsa da, sermayenin kentsel mekanları neoliberal bir dönüşüme uğratarak gerçekleştirdiği soylulaştırma (mutenalaştırma) pratiğinin ruhunu yansıtıyor. İçinde dolaştığınızda kendinizi Teşvikiye, Etiler ya da Caddebostan’da geziyor gibi hissediyorsunuz. Mekanın ticari olarak üretilme biçimi ve belirli bir standardın üzerindeki tüketimi esas alan kurgulanışı elemeyi baştan yapıyor. Bir yanınızda tarihi yarımada olsa da, diğer yanınızdaki lüks restoran ve mağazalar size ‘Kardeşim burası bir Sarayburnu değil’ deyiveriyor.

LİMANLAR YILDIZ PROJELERE DÖNÜŞÜRKEN…

Bu arada tarihi liman bölgelerini sermayenin ihtiyaçlarına göre dönüştürerek adeta sürekli para basan bir ‘üretim aracı’ gibi yeniden kuran anlayışın geçmişi neoliberalizmin tarihinde saklı. Kent üzerine çalışmaları ile tanıdığımız Cihan Uzunçarşılı Baysal, bu projenin başlarında şunları söylemişti: “Galataport benzeri eski liman ve rıhtım bölgelerinin dönüşüme uğradığı birçok ‘yıldız proje’ var. Zaten, ‘dönüşüm belası’nın ilk çıkış noktası da atıl rıhtım/liman bölgelerinin dönüşümleridir diyebiliriz. ‘Neoliberalizmin demir leydisi’ Margaret Thatcher’ın Londra’nın atıl kalan liman bölgesini lüks konut ve ofis projeleri ile bir cazibe merkezine dönüştürerek pazarlaması ile neoliberalizm kentlere de girerek mega projeler vasıtasıyla metalaştırılması süreci başladı. Neoliberalizm, birikimini kentten sağlayınca kabak da kent yoksullarının ve alt gelir gruplarının başına patlıyor. Bu çeşit projeler yakinen incelendiklerinde soylulaştırma, lüksleştirme, kiraları arttırma, çevredeki mülkleri ve yaşamı pahalılaştırma ve yerel nüfusları yerinden etme gibi çeşitli mağduriyetler görmekteyiz.” [1]

YÜKSELEN TURUNCU DUVAR…

Galataport için bu ‘soylulaştırma’ mantığının, bir ‘çifte soylulaştırma’ olarak yansıdığını söyleyebiliriz. Limanı gezerken sahil şeridinde konuştuğumuz bir güvenlik görevlisi, içinde birçok konaklama, yemek, eğlence seçenekleri bulunan; turistik bir otel gibi tasarlanmış kruvaziyer gemiler yanaştığında, sahildeki yürüyüş alanı ve mekanları Boğaz’dan ayırmak için yükselen turuncu duvarın mantığını şöyle açıklıyor: “Gemiler ile gelenlerin kendilerinin görülmesini istemedikleri düşünülerek, onların taleplerine uygun olarak yapılmış. Gemilerle gelenlerin burada gezip alışveriş yapmaları için alt taraftan özel geçiş bölümleri var. Asansörlerle bu alana girebiliyorlar.”

Galataport aslolarak döviz bırakacak kruvaziyer yolcularına göre tasarlandığı için onların görme ve görmeme tercihleri de ticari bir akit olarak mimariye yansımış. Yani Galataport ile kentin, iki iş yapmadan geçinemeyecek hale gelen yoksulları arasında inceden yükselen bir ‘soylulaştırma’ bir de, kruvaziyerle gelenlerle diğerleri arasındaki başka bir duvar.

HAVAALANI TARİFESİ

Galataport’daki restoranların fiyat performansı da Etiler, Teşvikiye ve Bağdat Caddesi standardında. Eğer burada oturup bir bira içmek istiyorsanız sizi havaalanı tarifesi karşılıyor. Tüm bunlara rağmen, sahildeki restoranlardan bazılarının önündeki kuyruk oluştuğunu gördük. Hem fiyat performansını anlamak hem de karnımızı doyurmak için yanaştığımız bir restoranda garsona ismimizi yazdırarak bir süre beklememiz gerekti. 15 dakikalık beklemenin ardından oturduğumuz masaların aralarındaki mesafenin pek pandemi koşullarına uygun olduğu söylenemez. Oturduğumuz restoranda menüye ulaşmak için karekod uygulamasına girdik. Yemeğimizi yedikten sonra biramızı içmeye devam ederken, garsonun “Hesabı mı istemiştiniz?​” şeklinde, “Burada vakit nakittir” manasına gelen cümlesiyle karşılaştık. ‘Biramızı içiyoruz’ deyince, kibarca özür dileme moduna geçilmiş de olsa, bu diyalog bile mekan, müşteri, zaman ve para arasındaki ilişkinin burada nasıl işlediğine dair bir fikir veriyor. Sırada bekleyenleri de düşünerek yaptığımız ‘tatlı’ ödemenin ardından kalkıyoruz.

BURADA SELFİE BAŞKADIR

Galataport’un ritmi içinde Boğaz köprüsü, tarihi yarımadanın eşsiz manzaraları, bir açık hava AVM’sinin ticari bir unsuruna, bir tüketim nesnesine dönüştürülmüş. Yani burada bir yanınıza restoran ve kafeleri, diğer yanınıza da denizi ve tarihi yarımadayı alarak selfie çektirebilir, o fotoğrafı Instagram’da paylaşabilir ya da uzaktaki sevdiklerinize göndererek onları kıskandırabilirsiniz.

Bu kentte yaşayan herkese ait olan mekan ve yapılar, yaldızlı bir alışveriş paketinin içinde ziyaretçilere her gün belki binlerce kez satılıyor.

DIŞARIYA AÇILDIKÇA FİYATLAR NORMALE DÖNÜYOR

Galataport çevresinde yarattığı ticari dönüşümü görmek zor değil. Buradan çıkıp Karaköy’e doğru yöneldiğinizde sizi el yapımı hediyelik eşyaların bulunduğu dükkanlardan, kafe ve barlara kadar bir dizi mekan karşılıyor. Daha sonraki halkaya doğru ilerlediğinizde görece daha hesaplı mekanlara açılıyorsunuz.

Galataport, mimari felsefesine uygun olarak, kruvaziyerle gelen müşterilerine kendi para birimleri açısından Türkiye’de yaşayanlar kadar acıtıcı olmayan rakamlarla tüketimde bulunma, alışveriş yapma ve eğlenme imkanları sunuyor. Para sorunu olmayanlar için daha da fazlasını. Örneğin burada isterseniz yerli tadları bulabileceğiniz, isterseniz Batı’nın marka kentlerindeki türden restoranlarda karnınızı doyurabileceğiniz mekanlar var. Sadece bunlar değil. Hemen yanı başınızda gezebileceğiniz müzeler, konaklayabileceğiz oteller de mevcut. Hatta Doğuş Grubu sizin için daha fazlasını düşünmüş. Buradan ayrılırken, son model bir araba ya da motosiklet ısmarlayarak kendinizi biraz şımartabileceğiniz butik galeriler de göze çarpıyor. Siz beğenin, onlar adresinize gönderir.

ŞEHİR HAKKI

Türkiye’nin iktidarın desteğine mazhar burjuvazisi Galataport İstanbul ile her sınıfa bir şeyler söylemiş oluyor. Peki ‘şehir hakkı’ bu mudur?

Henri Lefebvre, işçi sınıfının, merkezlerden çeperlere sürülerek şehirlerden yoksun bırakıldığını, böylece faaliyetlerinin en iyi ürünlerinden koparıldığını belirterek ekler: “Sadece proletarya kendi toplumsal ve politik faaliyetini kent toplumunun gerçekleşmesine vakfedebilir. Yine sadece o, tüketim ideolojisini yok ederek üretici ve yaratıcı faaliyetin anlamını yenileyebilir. Dolayısıyla yolun sonuna varmış eski liberal hümanizmadan farklı yeni bir hümanizma -kent insanının hümanizması- üretme yeteneği işçi sınıfında vardır. Gerek şehir gerekse kent insanının bu şehirdeki gündelik hayatı -bilimin, sanatın, tekniğin, maddi doğa üzerindeki tahakkümün bütün imkanlarından yararlanılarak- kent insanı için ve kent insanı sayesinde yapıt, sahiplenme, (mübadele değeri değil) kullanım değeri haline gelir.”[2]

[1] Gözde Kazaz, Galataport’ta başka bir dönüşüm mümkün müydü?, Agos, 14.03.2017

[2] Henri Lefebvre, Şehir Hakkı, Türkçesi: Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, İstanbul, Üçüncü Baskı, ekim 2018, sayfa 160

ÖNCEKİ HABER

Türkiye Komünist Hareketi'nden seçim ittifaklarına dair açıklama

SONRAKİ HABER

Kılıçdaroğlu'ndan Erdoğan'a: Millet senin ne mal olduğunu öğrendi, sen artık milli güvenlik sorunusun

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa