24 Kasım 2021 22:40

İspanyol Yazar Miguel De Unamuno

Bedriye Korkankorkmaz, Miguel De Unamuno ve Sis romanı üzerine yazdı.

Fotoğraf: Agence de presse Meurisse | Kolaj: Evrensel 

Paylaş

İspanyol Şair/ Yazar ve Düşünür Miguel De Unamuno 29 Eylül 1864’te Bilbao’da doğuyor ve 1880-1884 yıllarında Madrid’de felsefe ve edebiyat eğitimini tamamlıyor. 1891’de Salamanca Üniversitesinde Yunan-Latin edebiyatı profesörü oluyor. Diktatör Primo de Rivera’nın hükümet darbesi sırasında siyasi mücadeleye atılıyor. Düşüncelerini korkusuzca ifade edince mesleğinden men edilerek tutuklanıyor. Kuzeybatı Afrika kıyılarındaki Kanarya Takımadaları’ndan Fuerteventura’ya sürülüyor. Hayatı boyunca inandıklarını savunmaktan ödün vermiyor. 31 Aralık 1936’da ev hapsindeyken ölüyor.

Sis’i 1914 yılında yazıyor ve yapıtta sıra dışı bir yöntem geliştiriyor. Yazar, gerçek bir insan sıfatı bağışladığı Victor Goti’ye eserin ön sözünü yazdırıyor.  Victor Goti, yazısında kendisi gibi roman kahramanı olan Augusto Perez’in dostu sıfatıyla onun acıklı hikayesi ve esrarlı ölümüne ilişkin düşüncelerini anlatıyor. Unamuno, “Ön Sözün Arkasından” başlığıyla Goti’yi gerçek bir insanmış gibi eleştiren bir yazı yazıyor. İlerleyen sayfalarda Goti, okuyucunun karşısına roman kahramanı olarak çıkıyor. Bu ikilemle okuyucunun zihninde kurgu ve gerçeklik arasındaki sınırı zorluyor. Victor Goti’nin kurguya dönüşmesi yazarın gerçeklik kazanmasına neden oluyor. Yazar bununla da yetinmiyor, ilerleyen bölümlerde kendisi bir karakter olarak yapıta dahil oluyor ve kurgusallıkla gerçekçiliğin keskinleşmesini sağlıyor. 

UNAMUNO VE VAROLUŞÇU FELSEFE

Yazar, varoluşçu felsefi düşüncelerini edebi bir dille romanda dile getiriyor. Unamuno, diğer yazarların aksine roman kahramanlarını önceden planlamıyor; çünkü o hayatın rastlantısal olduğunu savunuyor. Bu yüzden olay örgüsü rastlantısal olarak biçimlendiği için kendisi de bilmiyor. Unamuno, insan gerçeğinin ve hayatın özüne inmenin imkansızlığının farkına vardığı için, gerçeğin çeşitli yönlerini okuyucuları için araştırıyor. Onu en çok düşündüren ve üzerinde düşünce üretmesine sebep olan şey; insanın yazgısı, hayatın anlamı ve ruhun gerçekte ölümlü olup olmadığıdır. Onu en çok düşündüren önemli bir sorun da, “Nereden geliyorum, nereye gidiyorum?​” sorusudur. Bu soruların yanıtlarını ararken bir bakıma kendi varlığı ile ilgili gizi de çözmek istiyor.

Augusto Perez ile Victor Goti iki dosttur. Augusto, annesinin üzerine titrediği ve onun ölümünden sonra yönünü kaybettiği birisidir. Annesi ölmeden önce ondan evlenmesini ve çocuğunun olmasını istiyor.  Annesinin ölümünün akabinde bir ruhu olduğunu da unutan Augusto, rastlantılar üzerine kurgulanmış bir hayat sürüyor ve rastlantılar sonucu da kendi varoluşuna uyanma serüvenini yaşıyor. Bir gün başı boş bir şekilde dolaşırken karşısına hoş ve güzel bir kadın çıkıyor. Kadını takip ediyor ve kapıcıdan güzel kadının nişanlı olduğunu, adının da Eugenia Domingo del Arco olduğunu öğreniyor. Augusto, hemen bu kadınla evleneceğini ve bir oğlu olacağını hayal ediyor.

Eugenia’nın varlığı onun hayata ve kendi varoluşuna yeniden doğmasını sağlıyor. O güne kadar kendisini atılmış bir kimse olarak algılayan kahramanımız, yüreğindeki aşk sayesinde içindeki sisin dağılmasını bekliyor. Çeşitli ruhsal sorgulamalar içinde buluyor kendini. O an anlıyor ki duyguların en yoğun olduğu an, mantığın en sisli olduğu andır. Soyuttan somuta, somuttan cisime götüren bu aşk üçgeninde artık Eugenia’nın aşkı ona tek başına yetmiyor. Evine gelen Çamaşırcı Kız Orpheus’a, emektar hizmetçisi Ludivina’ya da duygusal hisler besliyor. Erkeklerin her birinin ayrı bir karakteri olduğunu ama kadınların hepsinde kolektif bir ruh olduğunu düşünüyor.

HAYATA HİÇBİR PEDAGOJİ ERİŞEMEZ

Yazar okuyucuya hayatın tek mürşidi hayattır; hiçbir pedagoji ona erişemez. İnsan yaşamayı yaşayarak öğrenir ve herkesin, daima yeni baştan yaşamayı öğrenmeye başlaması gerekir, inancını ve umudunu vermeyi ihmal etmiyor.  İnsan hayatında felsefenin, dolayısıyla da varoluşun önemine inanan yazar, hayatta en büyük başarının insanın kendisini keşfetmesi olduğunu savunuyor. İnsanı insan yapan yegane şey ruhtur. O da ruha muhtaçtır. Vücudun ruhu değil, ateşli ruhun vücudu bile baştan başa ruh yapacağını savunuyor.  Ruh yalnız gözyaşı halinde tecelli eden bir ırmaktır. Ruh, duygu/ düşünce ve davranışlarımızın bütünüdür. Ruhumuzun diliyle konuşmakla kendimizi keşfetmeye başlıyoruz. Bu yüzden duyguların en yoğun olduğu an en sisli olduğu andır. Sis’i sık sık dağınıklık kafa/ duygu karışıklığıyla özdeşleştiriyor. “Sis” insanın kendisini arayışındaki yolculukta ona rehberlik eden önderidir. O zihin bulanıklığı kişinin varoluşsal sorgulamalar üzerinde düşünce üretmesine neden olacak ve arınan zihni ona yeni bir hayat bağışlayacaktır.    

Benim en çok dikkatimi çeken Unamuno’nun kadınlar hakkındaki sübjektif fikirleridir. Kadında derinleşmeyi savunan yazar, kadınların sözlerinin eri olmadıklarını savunuyor. Sözünün eri olmayı sadece erkeklere bağışlanmış bir lütuf olarak gördüğü için kadınların sözün ne olduğunu bilmediğini savunacak kadar ileriye gidiyor. Eugenia’yı gerçekten sevmediğini anladıktan sonra onu deney tavşanı olarak kullanmak istiyor. Eugenia’nın soytarısı olduğunu nişanlısı olarak o evden çıktığında anlıyor. Augusto, parçalanmış ruhunun asıl Orpheus aracılığıyla bir bütünlük kazandığını o zaman fark ediyor. Augusto, Eugenia’nın eski nişanlısını işe aldıktan sonra Eugenia düğüne üç gün kala ona bir mektup bırakarak eski nişanlısıyla kaçıyor. Unamuno, her şeyi birbirinin karşıtlığıyla karıştırarak gerçeğe ulaşacağımıza inanıyor. Rüya halini uyanıklıkla, hayali realiteyle, gerçeği sahteyle karıştırarak… Ne yaşarsak yaşayalım yaşadığımız yenilginin/ zaferin adı ne olursa olsun, ruhumuzu altüst etmiyorsa bir değerinin olmayacağına inanıyor. İnsanın yıkımdan ya da mutluluktan ölmesini de komedi olarak görüyor.  

YAZAR OLAY ÖRGÜSÜNE DAHİL OLUYOR

Terk edilen Augusto, yaratıcısı Unamuno’yu ziyaret ediyor. Yazar bir karakter olarak olay örgüsüne dahil oluyor. Bu iki karakterin karşı karşıya gelmesi yaratıcı ve yaratan arasındaki ilişkinin sorgulanmasına sebep oluyor. Bu karşılaşma Augusto için tam bir yıkım oluyor. Tam benliğini kazanmış bir birey olarak kendisinde intihar edeceği gücü bulmuşken, bir anda ironik bir biçimde kurgunun içinde buluveriyor kendisini. Önceleri onu yaşatmakta kararlı olan Unamuno, yaratıcısı onu öldürmeden o yaratıcısını öldürmeye karar veriyor. Augusto ısrarla yaşamak istiyor. Yaratıcısına yalvarıyor. Aslında yaşamak istediğini söylerken fiziksel olarak değil, otantik olarak yaşamak istiyor. Augusto, ona yazarlarla kahramanların yaşamlarının birbirine bağlı olduğunu anımsatıyor. Yazar olay örgüsüne hem içerden hem de dışardan dahil olarak çok büyük bir risk alıyor üzerine. Yaratıcı kavramıyla tanrı kavramını da bir başka mercek altında irdeliyor. Dediğini yapıyor ve evine giden kahramanımız o gece ölüyor. Onun ölümü yaratıcısını da üzüyor ve onu yeniden diriltmek istiyor. Rüyasına giren Augusto, kurgunun da bir mantığı olduğunu bu yüzden kendisini bir daha diriltemeyeceğini söylüyor.

Sonuç olarak Unamuno, şüpheye düştüğü tüm kavramlar üzerinde düşünüyor. Gerçekliğin doğasına ilişkin tüm felsefi sorgulamaları bir aşk çerçevesinde sunarken, okuyucunun zihninde bilinçli olarak varoluş, yaratan ve yaratıcı, ölüm/ölümsüzlük arasındaki ilişkiyi tartışmaya açıyor.

*Miguel De Unamuno. Sis. Can Yayınları. Çeviri: Behçet Necatigil. 239 sayfa

ÖNCEKİ HABER

Bilecik Bulduk köyündeki taş ocağında yapılan patlatmalar, evlerin duvarlarını çatlattı

SONRAKİ HABER

MESS Grup TİS görüşmelerinin 4. toplantısı yapıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa