“Bu düzeni halk değiştirir”
23 Kasım akşamı başlayan sokak eylemleri çok yoğun bir heyecan uyandırdı. Öyle ki normalde yasak olmasına rağmen telefonlar ellerden düşmedi, eylemler takip edildi.
Fotoğraf: Pixabay
Genç bir cam işçisi
İstanbul
Çalıştığım cam fabrikasında toplamda 400 civarında işçi çalışıyor. Bu kümenin belirli bir çoğunluğunu da genç işçiler oluşturuyor. Ülkenin dört bir tarafından gelen ve burada asgari ücrete mahkûm edilmiş onlarca genç. Hemen hepsi daha çocuk yaşta başlamış çalışmaya. Hepimizin, her birimizin kendimize ait hikayeleri var. Sıkıntılarımıza şöyle bir bakınca tablo şu: Kimimizin cebinde sigara alacak para olmuyor, kimimizin memleketteki ailesine para göndermesi gerekiyor, kimimiz ise ailemiz işsiz olduğu için ev kirasını ödemek zorunda kalıyor. Giderler, harcamalar çeşitleniyor. Bu noktada hikayemiz aynılaşıyor, genç işçiler geçinemiyor.
Hikâyenin ortaklaştığı bu noktada başlıyor tartışmalar. Epey yoğun geçiyor. Bugünkü yoğunluğun iki sebebi var. Bunlardan biri, fabrikada bugüne kadar elden teslim edilen mesai ücretlerinin geçtiğimiz aydan itibaren bankaya yatırılmasıyla birlikte biz işçilerin karşılaştığı vergi kesintisi. Bir diğeri ise Türkiye’nin en büyük toplu sözleşme süreci olan asgari ücret görüşmelerinin arifesinde olmamız.
Asgari ücrete dair tartışmalar şu eksende ilerliyor: Fabrikanın özellikle yaşı daha geçkin olan işçilerinde bu yılki zamma dair bir beklenti söz konusu. Seçim yaklaşırken, halk nezdinde bir şeyler kaynamaya başlamışken iktidarın bu havayı biraz olsun öteleyebilmek amacıyla bir göz boyama hamlesinde bulunabileceğine inanılıyor. Ancak tabii ki buraya olan inanç, işçinin kendi yaşam standardının yükselebileceğine olan bir inanç değil. Ne kadar verirlerse versinler, elde avuçta yine bir şey kalmayacak çünkü. Genç işçilerde ise bunun bile olmayacağı, bu iktidarın kendilerine göz boyamak için bile olsa bir iyiliğinin dokunmayacağı fikri hâkim. İktidara, hatta çoğu zaman iktidarda bulunan partiyi de aşan bir şekilde genel olarak devlete karşı bir güvensizlik söz konusu.
"DEVLET SÖZÜNÜ ETTİĞİMİZ KADAR GÜÇLÜ OLSAYDI, BENİM 3 SAATLİK MESAİMDEN KAZANACAĞIM PARAYA MUHTAÇMIŞ GİBİ VERGİ KESMEZDİ"
Devletle kurulan ilişkinin bir diğer ayağı ise fabrikada hala AKP’yi savunabilen sayılı işçiden AKP-devlet özdeşliği kurulduğu sırada karşımıza çıkıyor. AKP’yi savunmak üzere devletin gücü ve yüceliği üzerinden söze her girildiğinde genç işçilerin tavrı genellikle bu iddianın inkârı oluyor. Bu inkâr da kendini şu cümlede gösteriyor, tartışma buraya dayandığında: “Devlet sözünü ettiğimiz kadar güçlü olsaydı, benim yaptığım 3 saatlik mesaiden kazanacağım paraya muhtaçmış gibi vergi kesmezdi benden.”
Söz ekonomik sıkıntılardan açılınca döne dolaşa seçim tartışmalarına da geliyor mutlaka. Bütün bu ekonomik sıkıntıların kaynağı esas olarak AKP iktidarı görünüyor genç işçiler için. Bu sebeple, bir dönem AKP’li ya da MHP’li olduğunu söyleyenler için bile ortaklaşılan şey şu: “AKP’nin karşısında kim olursa olsun, oy veririz. Yeter ki bunlar gitsin.” Tabii bu noktada AKP’nin karşısındaki en güçlü iktidar adayı CHP ve beraberindeki millet ittifakı olduğundan, bu ittifakın olası bir iktidarından bizim kazancımız ne olur, bu da tartışmanın bir gündemi haline geliyor. CHP’ye oy vermek genel olarak yapılacağı söylenilen şey. Ancak bu durum, AKP’den kurtulmak için yapmak zorunda oldukları bir şey olarak algılanıyor genç işçiler açısından. CHP’den bir beklenti yok. Hatta çoğu zaman Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı birbirleriyle aynılaştırılıyor tartışmalar sırasında. “Hadi diyelim bunlar gitti, yerine gelecek olan çok mu farklı?” gibi sorular sıkça soruluyor.
Bu noktada genç işçilerin bu ülkenin kurtuluşuna dair mümkün gördükleri yöntem halkın sesini çıkarması. Bu yöntemin kendisi, 23 Kasım’da başlayan sokak eylemlerinden önce de sık sık söyleniyordu zaten fabrika içerisinde. Bu sebeple, 23 Kasım akşamı başlayan sokak eylemleri çok yoğun bir ilgi ve heyecan uyandırdı. Öyle ki normalde yasak olmasına rağmen telefonlar ellerden düşmedi. Sosyal medyadan eylemler takip edildi. Üzerine sözler söylendi. Çünkü, kabaca da olsa bir düzen tarifi var kimi genç işçinin ve hemen hepimizin ortaklaştığı şöyle bir yargı da var: “Bu düzen başka türlü değişmez. Değişirse halk değiştirir.”
GENÇ İŞÇİLER MÜCADELENİN ÖZNESİ OLMALI
Ancak çok hayati olan bir mesele de şurası bana kalırsa: İlgiyle takip ediliyor, heyecana sebep oluyor bu türden eylemler, evet. Ama bu heyecan çok kırılgan ve yerini çok hızlı bir şekilde bir umutsuzluğa da bırakabiliyor. Genç işçilerin tarif ettiği, bugün bu ülkenin kurtuluşu için mümkün olan tek yöntem, halkın sokağa çıkması. Ama bir taraftan da öyle bir umutsuzluk hali de hâkim ki kendi doğru gördükleri yöntem hayat bulsa bile bunun bir kazanım elde edebileceğine olan inanç yine de zayıf. Çünkü genç işçiler kendilerini bir özne olarak görmüyor henüz. Halkın sokağa çıkması gerekiyor gibi bir gereklilikten bahsederken, kendilerini sokağa çıkması gereken o halktan bir parça olarak görmüyorlar çoğu zaman. Bunun da sebebi şu olabilir: Gençlik mücadelesi bugün üniversite hareketiyle karakterize. Dolayısıyla yaş itibariyle bu mücadelenin bir parçası olması gereken, gençlik mücadelesinin “işçi gençlik” olarak bir unsuru olması gereken genç işçiler yalnızca bu mücadeleyi dışarıdan seyreden bir pozisyonda kalıyorlar. Mücadeleden bir deneyim elde edemiyorlar. Öte taraftan sınıfsal olarak da işçi sınıfının bir parçası olan genç işçiler, kendilerini bir işçi olarak görmelerine rağmen geniş bir toplumsal sınıfın bir parçası olarak göremiyorlar. İşçi olmak zorunda olduğuna ikna ama bir taraftan da kendi yeri burası değilmiş gibi, sanki yarın başka bir meslek yapacakmış gibi bir ait olamama hissi. Dolayısıyla işçi sınıfının bugünkü mücadelesinden de geçmiş deneyimlerinden de ya habersiz ya da haberi varsa bile kendisi için bir sonuç çıkarmakta zorlanıyor. Sonuç olarak bu durum bir arada kalmışlık yaratıyor genç işçiler açısından. Kendisini ne bugünkü gençlik mücadelesinin ne de işçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olarak görebiliyor. Ancak, genç işçileri umutsuzluğa iten ve kendilerinin mücadeleye katılımında handikap yaratıyormuş gibi görünen bu durum aslında bir avantaj. Gençliğin mücadele içerisinde geliştirebileceği daha atik, daha yeni, daha cüretkâr yol ve yöntemleri, işçi sınıfının zenginlik yaratıyor olmasından elde ettiği güçle birleştirebildiği oranda mücadelenin en önünde yer alabilir genç işçiler. Bunun koşulu, bu avantajı genç işçilere gösterebilmekten geçiyor.