Yazar Osman Balcıgil: ’68 gençlik hareketi için ‘Bir umut eylemi’ diyebiliriz
Yazar Osman Balcıgil “Avuçlarımda Hâlâ Sıcaklığın Var” romanını anlattı.
Fotoğraf: Kişisel arşiv
Nuray SALMAN
Sultan KARATAŞ
Yazar Osman Balcıgil’in “Avuçlarımda Hâlâ Sıcaklığın Var” romanı okuruyla buluştu. Romanda ’68 kuşağı; Lale, Sumru, Fuat ve Talip isimli kurgusal karakterler üzerinden tarihi gerçeklere bağlı kalınarak anlatılıyor. Balcıgil’le “Avuçlarımda Hâlâ Sıcaklığın Var” romanı üzerine konuştuk. Balcıgil’68 kuşağı için “‘Bir umut eylemi’ de diyebiliriz ‘canhıraş bir çığlık’ da” ifadelerini kullandı.
Dünyanın ve Türkiye’nin tarihinde kalıcı iz, değerli bir miras olan ’68 kuşağını anlatan romanınız “Avuçlarımda Hâlâ Sıcaklığın Var” kısa bir zaman önce basıldı. Kitabın ortaya çıkış öyküsünü kısaca anlatabilir misiniz?
Daha önce de birkaç dönem romanı yazmıştım. Ters Kanatlı Şahin, Putlar Yıkılırken, En Hüzünlü Eylül de birer dönem romanıydı. Maalesef ülkemizde tarih hem siyasal iktidarlar (Millî Eğitim Bakanlığı) hem de akademisyenler tarafından doğru anlatılmıyor. Çünkü her iki taraf da mesleğine militanca yaklaşıyor. Doğru ve gerçek bilgi siyaset erkine yenik düşüyor. Oysa, hatalarımızı tekrarlamamak için doğru bilgiyle donanmamız lazım. Önceki dönem romanlarımı da “Avuçlarımda Hâlâ Sıcaklığın Var”ı da biraz bu eksikliği gidermek için yazdım. Ayrıca biyografik romanlarımı da bu perspektiften bakarak yazıyorum. Nâzım Hikmet ve annesi Celile Hanım, Sabahattin Ali, Suat Derviş ve Afife Jale gibi önemli düşün ve sanat insanlarımızın hayatlarına da bu bakışla yaklaştım.
Kitabı okuduğumuzda ’68 kuşağını; tarihi gerçeklere bağlı kalarak, eylemleri, örgütlenmeleri dönemin giyim kuşamı, müziği, sanatı, estetiği, insan ilişkilerini dört kurgu karakter üzerinden (Lale, Sumru, Fuat, Talip) anlattığınızı görüyoruz. Dönem kitabı yazmanın kolay ve zor yanları nelerdir?
Kolaylıkları var. Nihayetinde bir kronolojiyi takip ediyorsunuz. Elli yıl öncesinin dergileri arasında bir yolculuğa çıktığınızda, o dönemde çekilmiş filmleri seyrettiğinizde kılık kıyafet, dediğiniz gibi müzik ve öteki faktörleri kolaylıkla bulabiliyorsunuz. Öte yandan İÖ 400’ü de (Zerdüşt’ün Sırrı) İS 400 (Pisagor Tepkisi), 900 (53. Risale) ve 1200’ü de (Bilginin Efendisi) yazdım. Zerdüşt’ün Sırrı’nı yazarken döneme dair okuyabilecekleriniz Heredot Tarihi, biraz daha eskisi Homer’in kaleme aldığı İlyada ve Odysseia filan. Bir elin parmaklarını geçmez anlayacağınız. Yakın tarih öyle değil. Bu açıdan kolaylıkları var. Bunda yaşanan zorluk ise kısa zaman önce yaşanmış olmalarında. Olmuş ama en azından hesaplaşma anlamında bitmemiş bir dönemden söz ediyorsunuz. Etkileri hâlâ sürüyor. Yaralar henüz kapanmamış. Birinci dereceden içinde olanlardan yaşayanlar bile var. Böyle olunca alıp başınızı gidemiyorsunuz. Bir başka deyişle “Biri sizi gözetliyor!” Bu da Demokles’in Kılıcı’nın altında çalışmanız demek. Hata yapamazsınız.
Bugünün gençleri ’68 kuşağının niyetleri, doğruları ve hataları hakkında neler biliyor?
Siyasal iktidarlar o dönemin gençlerini dürüst mahkemelerde değil kendi kafalarında yargılayarak terörist ilan ettiler. Vatanlarını sevmek dışında bir dertleri olmayan Dev-Genç ve benzeri gençlik organizasyonlarını da terör örgütü olarak yaftaladılar. Daha da ötesi, bu ülkenin hükümetleri Amerikan Emperyalizmi ve CIA’nın yazdığı reçeteleri kendi gençlerine karşı kıyasıya uygulamakta hiçbir beis görmedi. Kaldı ki toplum nezdinde “kirlenmelerini” sağlamak için ellerinden ne geliyorsa yaptılar. Bütün bu nedenlerle, yeni jenerasyonlar kendilerinden önceki kuşakların ne yapmaya çalıştığını doğru olarak öğrenemedi. “Avuçlarımda Hâlâ Sıcaklığın Var” da biraz da bu yanlışlığı gidermeye çalıştım.
’68 kuşağı bağımsız ve mutlu bir Türkiye’nin kurulması için gençliklerinin baharında mücadele verdiler. ’68 gençlik hareketi için Türkiye’ye özgü nitelikleriyle bir ‘umut eylemi’ diyebilir miyiz?
Güzel bir betimleme. “Bir umut eylemi” de diyebiliriz “canhıraş bir çığlık” da. Ellerindeki çakar almaz sekiz, on silahla dağlara çıkan toplasan sayıları yirmiyi geçmeyecek genç, sayıca dünyanın dördüncü büyük ordusuna kafa tutamayacağının farkında değil miydi sizce? Sonlarının ne olacağını gayet iyi biliyorlardı. Kendilerini feda ederek bir umudu yeşertmek istediler.
Gazetecilik ve editörlük yaptınız. Ayrıca ansiklopedilerin hazırlanma süreçlerine katıldınız. Bunlar kaleminizin olgunlaşmasına nasıl bir katkı yaptı?
Bir gün durup dururken roman yazmaya karar vermedim. Tabii ki başka mesleklerden olup da güzel romanlara imza atmış olanlar var ama ben yazı dünyasının içinden geldiğim için galiba biraz daha şanslıyım. Bugün bana “Mesleğin ne?” diye sorulduğunda, “Editörüm” diyorum. Bu da “Hayatımı önüme konulan kötü yazıları iyi yazılar haline getirerek kazandım” demek. Yirmi beş yaşımdan beri yazıyorum. Kırk yıl ve biraz fazlasını yazı masasında geçirdim. Öte yandan iyi de bir okurum. Bunlar bir araya geldi ve kalemimi yonttu, diye düşünüyorum. Ne kadar yontmuş olduğuna kuşkusuz okuyucu karar verecek.