8 Aralık 2021 02:58

Günümüz insanının atası sayılan “homo sapiens”in en temel özelliği, yerleşik yaşama geçene kadar, yabani hayvanları izleyerek dünyayı keşfetmesi ve sürekli göç etmesidir. Daha rahat koşullar, sıcak bölgeler, suyun ve yiyeceğin bol olduğu yerler cazip göç hedefleri olmuştur. Yerleşik yaşama geçtikten sonra göç nedenleri, aşırı soğuk, kuraklık, kıtlık gibi iklimsel nedenler dışında savaşlar, saldırılar, baskılar gibi insan kaynaklı nedenlerle olmuştur. Yani aynı gezegende, bir grup insan, başka bir grup insanı göçe zorlamış, yerinden yurdundan etmiştir. Pek çok uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu, binlerce kez bu saldırı ve göçlere tanıklık etmiş, Ahmed Arif’in Anadolu şiirinde dile getirdiği gibi:

“…Binlerce yıl sağılmışım
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı seher sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar…”

Günümüzde göçler, siyasal, toplumsal veya ekonomik nedenlerle yapılmaktadır. Geride, kırılmış kalpler, koparılmış bağlar, eksilmeler, adaletsizlik ve kapanmayan yaralar bırakarak…

12 Eylül darbesine günler kala, ailenin rızkından ve yapılan borçlarla da geleceğinden kesilerek denkleştirilmiş para, resmi görevli birilerinin avcuna sayılarak, pasaport alınabilmişti. Zira dönemin gençliğinin modası olan “hatıra defterini” polise yakalatması nedeniyle, komünizm propagandası yapmak suçundan bir süre tutuklu yargılanmış olması, onu “sakıncalı” yapmıştı. Yahu, bu işler propagandayla olsaydı şu anda küreselleşmiş değil, komünist bir dünyada yaşıyor olacaktık. Belki de iktidarlar rolünün çalınmasına tahammül edemiyordu. Bir yöneticinin dediği gibi: "Eğer bütün dünya komünist olacaksa, Türkiye en son komünist olacaktır. Eğer Türkiye komünist olacaksa, onu da biz yaparız, size bırakmayız!" Kimseye komünizmi getirme fırsatı vermemek için, Aziz Nesin’in evinde bulunan Fransızca Larousse sözlüğü “La-Rus” diye hecelenip komünistlik kanıtı sayılmış, bir üniversite öğrencisinin bir ağaç gölgesinde ders çalışması da -bu ağacı Rus generali Voroşilof, Türkiye ziyareti sırasında Rusya’dan getirmiştir- denilerek, komünistlik kabul edilmiştir. Hatta gece geç saatlere kadar yazıp çizmek, çalışmak da komünizm alameti sayılmıştır. Komünizm propagandası suçlaması, işkence görme garantisi gibiydi. Bu propagandayı yapan da zaten işkenceyi hak etmişti, devlete, inanç ve ideolojiye olan bağlılık hatta sorumluluk, birilerine bu hakkı veriyordu. Neyse ki işkence ruhunda yaralar açsa da yaşamdan koparmamış, falaka ile patlatılmış ayak tabanları bir iki aya iyileşebilmişti. Tüm bu yaşananlar, ülkücüler açısından, yok etmeleri gereken yeni bir hedef anlamına geliyordu. Kapıya yazılan X işareti, bilinmezlik temasıyla, “kim vurduya gideceği” anlamına gelebilirdi. Ancak aynı kişilerin kapının önüne tuvaletini yapması, doğadan örnekle “buralar bizim habitatımız” iması taşıyordu. Bu ip uçları hayra alamet değildi, artık buralarda, yiyeceği ekmek içeceği su kalmamış, rızık uzaklardaydı. Almanya’dan izine gelen köylüsü ikna edilmişti: “Ağustos sonunda yola çıkmam lazım, o zamana kadar paşaportunu ayarlarsan, seni turist olarak götürürüm.” Hummalı bir çaba gerek, sıkıyönetimde pasaport alabilmek imkansız gibi, para yok, zaman dar, umut az. Eş, dost, akrabanın zor koşullarda verdiği borç, harç ile toparlanan para, il merkezinde “mühim şahsiyetlere” verilmiş ve sakıncalı bulunsa da pasaport son anda alınabilmişti. 1980 yazının son günleri, açık pas rengi, küçük bir tahta valize, annenin koyduğu eşyalarla, son banyosunu ve son kahvaltısını yapmış, yola hazırdı. Çok fazla vedalaşmaya üzülmeye gerek yoktu, birkaç yıla her şey düzelir, oralarda yapabildiği birikimle ülkeye geri gelir, yeniden aileye sevdiklerine kavuşurdu. Zaten memur babadan gelen göç pratikleri vardı. Son sürgünden önce, o şehirde babanın en yakın dostu Ermeni İlyas Amca da, tüm malvarlığını öldü fiyatına satmış, ailecek Almanya’nın yolunu tutmuştu. Gelen sözlü tehditlere sessiz kalarak katlanmışlardı, ancak hemen her gün kapılarının önüne tuvaletini yapan “erişkin vatanseverler”in şakası yoktu. Doğada rakibini yenen hipopotamların zafer kutlaması, dışkılamaları ve kısa kuyruklarını sallayarak malzemeyi sağa sola fırlatmaları, bu kişilere ilham vermiş olabilirdi. Oysa ki İlyas Amca, çok iyi bir demirci ustasıydı, sessiz, sevecen ve pos bıyıklılarıyla gülümseyerek her çocuğa şefkat gösterir, kimseye saygıda kusur etmezdi. Ne var ki inancı, milliyeti farklıydı ve “farklılık”, düşmanlıkla bir tutulmuştu, işleri bozulmuş, dünyaları dar edilmiş evden çıkamaz olmuşlardı. Onlar da, “belki bir gün her şey düzelir, yeniden babamızın dedemizin doğduğu topraklara döneriz” umuduyla, şimdilik Almanya’ya göç etmişlerdi.

Beraberlerinde en çok da acılarını, kırgınlıklarını ve çaresizliklerini taşıyarak “bilinmeze” gidiyorlardı. Almanya’da nasıl geçinilir? Ne iş yapılırdı? İlk günlerde elimizden tutan biri olsa keşke, sonrası kolay olurdu.

Sınırdan çıktıklarında “sakıncalı”, derin bir nefes almış ve artık “sakıncasız” oluvermişti, zira sıkıca yönetimin olduğu ve son ana kadar araçtan indirilme riskinin bulunduğu bir yolculukta, ilk hedefe ulaşılmıştı. Artık keyfi gözaltı yok, korkarak, tedirginlikle yürümek yok, fedailerin ölümcül takipleri de geride kalmıştı. Özgür olmak, korkusuz olmak ama doğduğun topraklardan ve sevdiklerinden ayrı olmak… Neden birini seçmek durumundayım? Biraz tatsız bir özgürlük… Coğrafya dersinden öğrendiği şehirleri ilk kez görmek, içinden geçmek heyecan verici oluyordu, “Almancı” olmaya az kalmıştı. Uzun ve perişan eden yolculuk bittiğinde: “Görevim buraya kadar, artık buradaki akrabaların sana göz kulak olur” “Abi, herşey için minnettarım, çok sağol, sana borcumu asla ödeyemem.”

Karşılayan amcaoğulları sevgiyle bağrına bastılar, herkesin farklı bir hikayesi vardı, halden anlar, elden tutarlardı. “Kusura bakma, iki oda bir salon bir ev, ama biraz kalabalığız.” Evde 20’den fazla kişi kalıyor, sadece 3-4 kişi düzenli çalışıyordu. O gün eve ne getirirlerse ortak yiyecek alınır ve hep birlikte yenilirdi. Yasal izinleri bulunmadığı için evden dışarı çıkamazlar, evde kalanlardan dil bilen olmadığı için de, alışverişe gidemezlerdi. Gün boyu anılar, köy sohbetleri, siyaset ve ülkenin geleceğini konuşmaktan, Almanya’da olduklarını neredeyse unuturlardı. Ancak ülkede darbe olduğunu öğrendiklerinde, her şey alt üst olmuştu, artık bir şeylerin düzeleceği umudu suya düşmüş, herkes planlarını yeniden gözden geçirmeye başlmıştı. Her şeye rağmen darbenin hışmından kurtuldukları için şanslı sayılırlardı. Ama baskı, geride kalanlara yönelmişti: “Abin nerede?​”, “Oğlunun adresini ver”, “O gaçak goministe söyle gelsin teslim olsun, yoksa sizin için kötü olur.” “Bizi hiç arayıp sormuyor, bilmiyoruz.” Karakolun tüm işleri, kimlik kontrolü bahanesiyle kimliğine el konulanlara yaptırılırdı. “Yarın sabah karakola gel, 3 gün karakolun duvarının inşaatında çalışacaksın, işin bitince kimliğini vereceğiz.” Bu gönülsüz çalıştırmanın kaç gün olacağı, komutanın keyfine bağlıydı. Bu can sıkıcı haberlere, bir de yakalananların haberleri eklenir, Almanya’dakilerin üzüntü ve öfkesi daha da artardı. Planlar değişmişti, boş oturmak yıpratıcıydı, Almanca konuşabilen arkadaşlarına “Yahu sen bize Almanca 'İş arıyorum' demeyi öğret, yakınlardaki işyerleri, çiftliklere gidip soralım, belki bir kaçımız daha iş buluruz.” “Ich suche arbeit, iş arıyorum demek, 'ja' derse iş var, 'nein' derse iş yok”. Gerçekten de bu taktik işe yaramıştı, neredeyse yarısı, kaçak ve günlük de olsa iş buluyordu. Hafta sonu doğada piknik yapalım demişler ve kalabalık oldukları için, fiyatı en ucuz olan tavuktan almışlardı, fakat tadı kötüydü, yenecek gibi değildi. Ambalajın dışında sevimli köpek resimleri vardı.

Yıllık izinde, Türkiye’ye gidebilenlere ailelerine göndermek üzere para, ufak tefek hediyeler yanında, ses kayıtları olan teyip kasetleri verilirdi. Gelen Almancının evine üşüşülür ve herkes yakının sesini ve utangaç mesajlarını defalarca dinlerdi.

İlginç bir haber aldılar, köyde hummalı bir inşaat faaliyeti, darbeciler, açık alanda hacet gidermeyi yasaklamış, her eve tuvalet zorunluluğu getirmiş ve belli bir süre tanımışlardı. Ülkede, kapılarının önünde hacet giderilecek pek kimse kalmadığı için, bu işi yapanlara subliminal mesaj olabilirdi: “Misyonunuzu tamamladınız! Artık, normal tuvaletlere gidin!”

Evrensel'i Takip Et