Erdoğan'ın gündeme getirdiği Çin modeli nedir? | Prof. Dr. Murat Birdal yanıtladı

Prof. Dr. Murat Birdal, Erdoğan'ın Çin modelini, 2001 ekonomik krizi ile bugün arasındaki farkları, enflasyon rakamlarını ve yoksullaşmayı Evrensel'e değerlendirdi.

10 Aralık 2021 06:48
Paylaş

Cihan ÇELİK
İstanbul

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden Prof. Dr. Murat Birdal ile Erdoğan'ın Çin modelini, 2001 ekonomik krizi ile bugünkü kriz arasındaki farkları, kurdaki yükselişi, enflasyondaki artışın etkilerini konuştuk.

Erdoğan'ın Çin modeli ve ihracata dayalı büyüme politikası dediği politikanın işçilerin ve emekçilerin aldığı ücretlerin ve satın alma güçlerinin düşük tutulması ve bu yolla piyasalarda rekabet gücünü artırmak olduğunu ifade eden Birdal, bu modelin kullanıldığı ülkelerin emeğin hakkını arayamadığı, emeğin örgütlenmesine izin verilmediği siyasi rejimler olduğunu vurguladı. Açıklamalardaki tutarsızlıklara dikkat çeken Birdal, halkını yoksullaştıran bir hükümetin gelecek bir zamanda refahın halka yansıyacağını vaat etmesinin karşılık bulmayacağı değerlendirmesinde bulundu. Birdal, kalıcı bir toparlanmanın yaşanması için yapısal bir dönüşüm gerektiğini ifade etti.

Ekonomi yönetimindeki belirsizlikleri eleştiren Birdal, "Faiz oranı neye göre belirleniyor? Diyorlar ki kuru da hedeflemiyoruz. Kuru hedeflemiyorsan enflasyon hedefin de yok. Nasıl bütçe yaptın? Nasıl asgari ücreti tespit edeceğiz? Kuru bilmiyorsak ne kadar enflasyon yaşayacağımızı bilmiyorsak, bu durumda asgari ücreti neye göre belirleyeceğiz" dedi. TÜİK’in açıkladığı rakamlarla hareket edilirse yüzde 20’lik bir reel kayıp yaşanacağını ifade eden Birdal "Asgari ücret referans ücrettir, buna bağlı olarak diğer ücretler de belirleniyor. Bütün ücretli kesimlerin satın alma gücünde ciddi anlamda net bir kayıp anlamına geliyor. Hepimizi yoksullaştıran bir süreçten geçiyoruz ve TÜİK burada çok önemli bir rol oynuyor" diye belirtti.

Prof. Dr. Murat Birdal'ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

DÜŞÜK ÜCRETLERLE ULUSLARARASI PİYASALARDA AVANTAJ SAĞLAMAK İSTENİYOR

Erdoğan'ın ekonomide gündeme getirdiği Çin modeli nedir? Türkiye için sonuçları ne olur?

Erdoğan'ın Çin modelinden kastı düşük ücretlerle uluslararası pazarlarda fiyat rekabetinde rakiplerinin önüne geçmek, avantaj sağlamak. Erdoğan Çin modelinden bunu kastediyor. Şunu vurgulamakta fayda var; birincisi bugün Çin'in üretimde durduğu nokta bu değil, bugün Çin emek yoğunluklu mallardan giderek katma değeri yüksek mallara kayan bir üretim yapısına sahip. Bu Çin modeli lafını iktidatçılar da çok sık kullanıyor ama Çin'in ABD'ye ihracatına baktığımızda özellikle yarı iletkenler başta olmak üzere yüksek katma değerli teknoloji ürünlerinin giderek çok daha büyük pay tuttuğunu görüyoruz. Dolayısıyla geleneksel argümanlar da artık geçerliliğini kaybediyor. Ama burada hepsinden önemlisi Erdoğan'ın neyi kastettiği. Erdoğan işçilerin, emekçilerin aldığı ücretleri ve satın alma güçlerini düşürerek buradan rekabet gücünü artırmayı amaçlıyor. Ekonominin ihracata dönük büyüme modeli budur.

ÇİN MODELİ OTORİTER REJİMLERDE YAŞAM BULUR

Bu modelin kullanıldığı ülkeler emeğin hakkını arayamadığı, emeğin örgütlenmesine izin verilmediği siyasi rejimler. Dolayısıyla otoriter rejimlerde bu büyüme modelleri yaşam bulabilir. İki sene sonra seçime gidecek bir hükümetten bahsediyoruz. Halkını yoksullaştıran bir hükümetin sandık başına gidip de halktan oy istemesi ve gelecekte bu refahın onlara yansıyacağını vaat etmesi bu hiçbir şekilde karşılık bulmayacaktır. Bu söylem gerçekçi değil. Erdoğan'ın söylemine baktığımızda önümüzdeki senenin ilk çeyreğinde işlerin toparlanacağı, halkın refaha kavuşacağı yönünde son derece tutarsız bir söylem var. Yani siz fiyat rekabeti üzerine bir model kuruyorsunuz, ondan sonra diğer taraftan da diyorsunuz ki bu kısa zamanda zaten bir refah artışı getirecek. Hayır. 2 ay , 3 ay anlık olarak bir anda ithalatın kısılmasıyla cari açıkta bir toparlanma görebiliriz (Orası da son derece şüpheli, iktisadi modeller bunu göstermiyor.) Ama kalıcı bir toparlanmaya işaret etmesi için bu yapısal bir dönüşüm gerektiriyor.Ama onun ötesinde Erdoğan seçimlere giden süreçte hem iktisadi refahın artacağını ama öte yandan da fiyat rekabeti avantajı kuracağımızı söylüyor. Şunu unutmamak lazım; üretimde ihracatçının girdilerine baktığımızda bu girdilerin özellikle makine, teçhizat kısmı ithalat. Aynı şekilde hammadde, ara mal bunlar da ithalat. E ne kalıyor Türk Lirası ile rekabeti güçlendirebileceğiniz; ücret kalıyor. Ya nüfusu yoksullaştırarak buradan rekabet gücünü sağlayacaksınız ya mevcut ticaret hadleri üzerinden ticareti devam ettireceksiniz. Erdoğan'ın argümanları hiçbir tarafından tutmuyor. Son derece kendi içerisinde çelişkili argümanlar. 

BİR ÜLKEDE EKONOMİ PARADİGMASI BİR AY İÇİNDE DEĞİŞTİRİLEMEZ

Çin'in bugün geldiği noktada katma değeri yüksek üretimden bahsediyoruz buradaki en önemli şey Çin'in eğitime ayırdığı kaynaklar. Evet otoriter bir rejim var ama diğer taraftan da gerçekten eğitim sisteminde çok kapsamlı bir reform var. Çin ekonomisini incelerken eğitim tarafını es geçerek ilerleyemeyiz. Bugün Türkiye ekonomisinin en önemli açmazı nitelikli iş gücü sıkıntısı. Yani ondan kaynaklı olarak Doğu Avrupa'ya vs fabrikalar kayıyor. Otomotiv sektörü raporlarında bu sürekli geçiyor. Türkiye'den ziyade ücretin bir nebze olsun daha pahalı olduğu ancak nitelikli iş gücüne erişebildikleri bölgelere kayıyor sermaye. 

Şimdi AKP döneminde zaten bizim yediğimiz en büyük darbe eğitim alanında oldu. Bir tarafta eğitim sistemini kendi önceliklerin doğrultusunda sürekli yapılandıracaksın, çocuk oyuncağına çevireceksin öte taraftan da uluslararası piyasalarda diğer ülkelerle rekabet edebilecek katma değerli üretim vs gibi söylemlere gireceksin. Yani kendi içersinde çok fazla tutarsızlıklar barındıran bir söylem ve ben bunun çok uzun soluklu gidemeyeceğini de düşünüyorum. Önemli ölçüde kurdaki hareketi engelleyemedi hükümet, kendi denetimi dışında gelişme oldu. Faizleri uzun süre bu seviyede tutmak istemiyordu geriye çekmek istiyordu. Ancak bunu beceremedi, o noktada sanki o bütün büyüme modelini değiştirmiş gibi bir kılıfla bir söylemle karşımıza çıktı. Bu böyle üç beş günde olacak değişiklikler değil. Bir ülkedeki bütün ekonomi paradigması bir ay içinde değiştirebilir mi yani. Resmen böyle bir durum yaşadık. 

TÜRKİYE'DE DÖVİZ KRİZİ ERDOĞAN VE AKP HÜKÜMETİNİN BAŞARISIDIR

Bugünkü ekonomik krizi diğerlerinden ayıran farklar neler?

Aslında çok fazla fark var. 2001 krizinde küresel ekonomideki koşulları hatırlatalım; ABD’deki yükselen faiz hadleri sebebiyle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerden likidite tekrar merkez ülkelerine, ABD’ye özellikle kaçmaktaydı. Dolayısıyla ABD’de yükselen faiz hadleri bizim gibi ekonomilerde dolar kıtlığı yarattı. Borçlu bir ekonomik yapı olduğumuz için, borcu borçla döndüren bir ekonomik yapı olduğu için bizim gibi ekonomilerden döviz çıkışı bizi çok sert vurdu. Bugün piyasa koşullarına baktığımızda faizler hala tarihsel olarak en düşük seviyelerde. FED tahvil alım programında sınırlamalara gidecek aşama aşama ama hala daha tahvil alımları sürüyor. Dolayısıyla bir yandan faizler olabilecek en düşük seviyeye çekildi. Bunu Erdoğan dışında hiçbir Türk siyasetçisi böyle avantajlı bir ortam görmedi kariyerinde. Piyasaların dolarla dolup taştığı, dolar musluklarının sonuna kadar açık olduğu bir ortamda Türkiye döviz krizi yaşıyor. Bu da Erdoğan ve AKP hükümetinin başarısıdır. Dolayısıyla mevcut uluslararası konjonktür açısından hiçbir benzerlik yok.

Onun ötesinde 2001 krizinde de aradaki en temel farklardan bir tanesi de şeffaflık. Türkiye belki bu konuda hiçbir zaman çok başarılı bir ülke olmadı ama bu durumla karşılaştırılabilecek gibi değil. Ekonomiden sorumlu bakanın, diğer önemli karar birimlerinin başındaki bürokratların sürekli açıklamalarıyla kamuoyu en azından nerden geldiğini, nereye gittiğini iyi kötü biliyordu. TL’de sert bir kayıp yaşandı ondan sonrasında en azından istikrar sağlandı. Bakın şu anda nereye gittiğimizi öngöremiyoruz. Yapılan açıklamalar hiçbir şekilde birbirini tutmuyor. 2001’de böyle bir durum yoktu. Biraz geriye saralım; ilk başta dediler ki “Biz politika faizini ‘gerçekleşen ve beklenen enflasyonun’ üzerinde tutacağız dediler. Sonra ‘beklenen’ atıldı, ‘gerçekleşen enflasyon’ dediler. ‘Gerçekleşen enflasyon’ kelimesini değiştirdiler ‘çekirdek enflasyonun’ üzerinde tutacağız dediler. Şimdi tümüyle attılar. Peki biz neye göre faizi belirliyoruz, onu bile bilmiyoruz iktisatçılar olarak. Faiz oranı neye göre belirleniyor? Diyorlar ki kuru da hedeflemiyoruz. Kuru hedeflemiyorsan enflasyon hedefin de yok. Nasıl bütçe yaptın? Nasıl asgari ücreti tespit edeceğiz? Asgari ücret pazarlıkları var şimdi, biz kuru bilmiyorsak ne kadar enflasyon yaşayacağımızı bilmiyorsak, bu durumda asgari ücreti neye göre belirleyeceğiz. Burada çok ciddi bilgi akışında sorunlar var. Eğer Ankara ne yaptığını biliyorsa dahi biz ne yaptığını anlayabilmiş değiliz. Açıklamaları çelişiyor. Erdoğan faizlerin düşürüleceğine dönük mesajlar veriyor, Kavcıoğlu’nun yatırımcılarla yaptığı toplantıya dair açıklamaları sızdı; ‘yakın zamanda bu iş durabilir’ dediği öğrenildi. Sızan açıklama Aralık ayındaki indirimi dahi bir soru işareti haline getiriyor. Hükümetle Merkez Bankası arasında ağız birliği yoksa burada belirleyici olanın kim olduğunu biliyoruz artık. Para politikası üzerinde Merkez Bankasının belirleyici bir rolü kalmadı. Dolayısıyla çok ciddi bir zihin karışıklığı kamuoyuna yansıyor.

2001'DE YAZAR KASA ATILIRKEN, BUGÜN UZAKTAN BAĞIRAN ANINDA GÖZALTINA ALINIYOR

2001'deki krizle hükümet düşmüştü, şimdiki hükümet neden ayakta kalabiliyor?

O döneme baktığınızda seçimle gelmesi ve seçimle gitmesi herkesin kabul ettiği kavramlardı. Koalisyon hükümetleri bugün olduğu kadar koltuğa yapışmıyordu. Bugün çok daha farklı biri durum var. İktidara seçimle gelen seçimle gelmeyi aynı kolaylıkla kabul etmeyen bir hükümet var. Bir kere bunu göz ardı etmemek lazım. Risk almak istemiyor. Anketler de zaten iktidarını korumasının mümkün olmadığını gösteriyor. Türkiye’nin değişim sürecini ele almak lazım. Maalesef siyaset öyle bir hale geldi ki bir parti iktidarı elinde bulunduruyor. Kadrolaşma vs. burada ortaya çıkan çok farklı bir mekanizma var, rant dağıtım mekanizması var. Dolayısıyla oyumuz kayboldu, seçmen desteğimizi yitirdik biz gidelim de başkası gelsin vs. denilebilecek bir durum yok ortada.

Sokakta gördüğümüz hareketler, sadece 2001 döneminde değil, bir başka döviz krizi dönemi açısından 1994 krizinde de, sendikalar sokakta, işçi sınıfı, memurlar sokakta, öğrenciler sokakta. Şimdi bugün öyle bir tablo yok. O günün kısıtlı demokrasi ortamında bile haklarımız çok daha genişti. İşçilerin örgütlenme özgürlükleri de grev özgürlükleri de vardı. Şimdi grevler sürekli yasaklanıyor. O dönemde gidiyordu Başbakanlığın önünde yazar kasa atıyordu ve insanlar bir şekilde röportaj yapıyordu vs. Bugün uzaktan bağıran adam anında gözaltına alınıyor. Dolayısıyla bu ifade özgürlüğünün sınırlanması, artan baskı ortamı bunlar da aslında halkın artan yoksulluğunun gözler önüne çıkmasını engelliyor. Bu çok temel bir etken.

Hükümet öyle kolay kolay iktidardan ayrılacak bir hükümet olmadığı gibi, geçmişten çok daha sıkı sıkıya kenetlenmiş iki parti koalisyon Cumhur İttifakı var. Gelecek ne getirecek bilmiyorum. Geçmişte de bu koalisyonu bozan Devlet Bahçeli yine bu denklemin parçası, oradan bir hareket gelirse yine hükümeti sallar ama şu bir gerçek, bugün iktidar ortaklarını birbirine bağlayan çok daha farklı çıkar mekanizmaları.

PİYASA FAİZİ YÜKSELMEYE DEVAM EDİYOR

TÜİK’in açıkladığı enflasyonla vatandaşın yaşadığı enflasyon arasındaki makasın sonuçları ne oluyor?

Geçtiğimiz hafta içerisinde açıklanan enflasyon oranları çok önemli bir tartışma. Üretici fiyat endeksindeki (ÜFE) yüzde 51’lik bir artışa karşılık, tüketici fiyatlarında yüzde (TÜFE) yüzde 21’lik bir artış var. Aradaki uçurum giderek artıyor. Şunu unutmamak lazım üretici fiyatlarında hizmetler, lokantaların ve konaklama tesislerinin fiyatları yok mesela. Yıllık bazda baktığımızda bu hizmetler sektöründeki fiyat artışları tüketici fiyatlarını yukarı çeken ana etken gibi gözüküyor. Buradaki ana problem artık tüketici fiyat endeksin hiçbir şekilde ikna edici olmaması. Yüzde 21 fiyatı artan hiçbir ürünü görmüyoruz biz piyasada. Endeks içerisinde sepet içerisinde kiranın yeri çok fazla. TÜİK yüzde 20’lik artış diyor, dolaşın çevrenizi nerede yüzde 21’lik bir artış var? Gıdadaki artışa bakın, hemen hemen hepsinde yüzde 50’nin üzerinde artış var. Dolayısıyla TÜİK’in açıkladığı enflasyonla vatandaşın karşılaştığı enflasyon arasında dev bir uçurum var.

Enflasyon rakamları ile oynamak çok tehlikelidir. TÜİK bunun sinyallerini geçtiğimiz dönemde verdi zaten. Şimdi ikna ediciliğini tümüyle yitirdi. Büyüme vesaireye benzemez bu enflasyon rakamı. Vatandaş doğrudan gözlemliyor, markete gidiyorsunuz bakkala gidiyorsunuz, kasaba gidiyorsunuz. Siz zaten hayatın içerisinde yaşıyorsunuz enflasyonu. TÜİK’in açıkladığı enflasyon vatandaşın gündelik yaşamından kopuk bir resim çiziyor bize. Böyle olduğu zaman artık sizin piyasayı yönlendirme şansınız da kalmaz.

TÜİK SİYASETÇİLERE DEĞİL HALKA HESAP VERMELİ

Enflasyon beklentisi arttığı zaman faiz oranlarını yukarı taşıyacak. Erdoğan faizleri düşürdük diyor. Hangi faizleri düşürdük? Faiz falan düşmüş durumda değil. Piyasa faizi yükselmeye devam ediyor. Devletin iki yıllık tahvile verdiği faiz yüzde 21’in üzerinde. Düşürdüğümüz dediğimiz yüzde 15 politika faizi ile bir haftalık repo ihalesi yoluyla bankaları fonluyorsunuz. Karşılığında o paranın konut kredisine gitmesini istiyorsunuz yüzde 16 yüzde 17 ile konut kredisi açacak. İyi de adamın karşısındaki diğer alternatif yüzde 21 ile yüzde 22 ile 10 yıllık devlet tahviline yatırım var. Hiçbir riski yok, devlet garantisi var arkasında. Yüzde 21’e alacağın risksiz bir yatırım alternatifi varken niye banka kredi açsın. Böyle bir ortamda bankalar da krediye yönelmiyor. Dolayısıyla enflasyon beklentisinin doğru yönetilmesi son derece büyük önem taşıyor. Alternatif öngörüler yansıyor yüzde 40 enflasyon gözüküyor, öbür tarafta yüzde 21. Makası görüyorsunuz burada. Önümüzdeki günlerde bu tartışma büyüyecek. Vatandaşın cebine yansıyacak. Asgari ücret masada, pazarlık enflasyon oranındaki artış üzerinden yapılıyor. Emekçinin önüne yüzde 21’lik bir artış koyarsanız, özellikle dar gelirli grubun tüketimi içerisinde gıda ürünlerinin vs ne kadar yüksek hepimiz biliyoruz. Emekçinin karşılaştığı enflasyon yüzde 40’ların üzerinde gözüküyor. TÜİK’in açıkladığı rakamlarla hareket ederseniz yüzde 20’lik bir reel kayıp yaşatacaksınız bu insanlara. Asgari ücret referans ücrettir, buna bağlı olarak diğer ücretler de belirleniyor. Bütün ücretli kesimler ciddi anlamda satın alma gücünde net bir kayıp anlamına geliyor. Hepimizi yoksullaştıran bir süreçten geçiyoruz ve TÜİK burada çok önemli bir rol oynuyor. Bugün güven bunalımı geçmişten olduğundan çok daha derin. TÜİK’in şeffaf olması, siyasetçilere değil halka hesap vermesi ve halkı ikna etmesi gerekiyor. Kredibilitesinin her koşulda korunması gerekiyor bu tür kurumların. Bir kere kaybettiğiniz zaman bunu tekrar sağlamak çok büyük çaba ve maliyetler yaratır.

YARIN: Ekonomi Yazarı Bülent Falakaoğlu "Dövizin yükselişi fiyatları neden yükseltiyor?", "Erdoğan'ın 'Faiz sebep, enflasyon sonuç' tezinin sonuçları neler?" "Kim bu fırsatçılar ?", "Millet İttifakının ekonomi vaatleri çözüm olur mu?" sorularını yanıtladı.

ÖNCEKİ HABER

Bütçe görüşmeleri, seçim, üçüncü ittifak - Erkan Baş'la konuştuk | Ankara Baskısı

SONRAKİ HABER

TİHV Akademi: Yurttaşlık alanı kuşatma altında

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa