8 Aralık 2021 21:15

Asgari ücretlinin hali: Lavabonun altına kova koyup suyu tuvalette kullanıyoruz

Suyu, elektriği ve doğal gazı yeterince az kullanmaya özen göstermek yetmiyor. Çözüm lavaboda kullanılan suyun bir kovada biriktirilerek tekrar tuvalette kullanılmasında aranıyor.

Asgari ücretlinin hali: Lavabonun altına kova koyup suyu tuvalette kullanıyoruz

Fotoğraf: Evrensel

Eren ERGİNE
Murat UYSAL
İstanbul

Her gün milyonlarca İstanbulluyu işine, evine, ailesine götüren otobüsler, akşam olunca garajlara yanaşır. Nice yolların yorgunu otobüslerin garajda bakımı, onarımı yapılıp yağı, suyu, mazotu kontrol edilir, temizlenip ertesi güne hazırlanır. Otobüsler dünün yolcularını, aynı duraklardan, yeniden almak için yola koyulurken onları temizleyen emekçiler de yaşadıkları mahallenin, evin yolunu tutar. O emekçilerden biri olan Özkan, iki vasıta değiştirerek ulaşır Gazi Mahallesi’ndeki evine.

Gazi Mahallesi’nin tepeden aşağıya indikçe daralan sokaklarından; birbiri üzerine yığılmış gecekonduları, onların arasında uzun çöp gibi duran apartmanları geçerek, bir sokakta indiği yokuşu öbüründe çıkarak ulaşır giriş kattaki iki oda bir salon evine. Akşam 19.00’da çıktığı eve ertesi gün sabah 07.00’de giren Özkan’ı evde iki çocuğu ve hasta eşi karşılar.

Böyle bir günde misafir oluyoruz Özkan’ın evine. Beş katlı apartmanın giriş katındaki evin yatak odasından açılan kapısından giriyoruz içeriye. Yatak odasından geçerek ulaştığımız salonda bizi Özkan’ın anne ve babası karşılıyor. Rengi, deseni birbirinden farklı üç kanepeden birine oturuyoruz. Karşımızda Özkan, bağdaş kurarak oturduğu kanepede omuz başları içe dönük, uykusuzluktan ovaladığı gözleri kanlı. Karşıda ara ara bakılan televizyonda asgari ücret tartışmaları dönüyor. Ekranın altındaki bantta “Asgari ücret ne kadar olmalı?​” sorusu duruyor. Cevabı ise Özkan veriyor.

"CANINI ORTAYA KOYSAN DA DAHA FAZLASINI İSTİYORLAR"

“Binip gidiyorduk, bu temizliğin nasıl meşakkatli bir iş olduğunu düşünmüyorduk” diye anlatıyor yüzlerce otobüsü temizleyip paklayan Özkan. “Akşam 21.00’den sabah 05.00’e kadar çalışıyoruz. İşe yetişmek için erkenden çıkıyorum evden, 19.00’da yola koyuluyorum. Mesaiye kalma gibi bir durumumuz olmuyor. İşinizi hızlı yapın, temiz yapın gibi bir baskı var. 400 tane aracın temizliğinden biz sorumluyuz. 25 kişi iç temizliğini yapıyor, 15 şoför var, biz 6 kişiyiz mazot kanalında, 40-50 kişi kadarız toplamda. İstanbul’daki 400 otobüs bizim elimizden geçiyor, her gece bu otobüsler sabaha hazır ediliyor” diyor birkaç aydır çalıştığı işi için.

Önceden bir reklam atölyesinde montaj elemanı olarak çalışan Özkan, o işten ayrılma sebebini şöyle anlatıyor: “İnsanları mutlu edemiyorsun, canını ortaya koysan da daha fazla çalışsan da yetmiyor onlara. Kazandırdıkça doymuyorlar, daha fazlasını istiyorlar.”

"ASGARİ ÜCRETLE GEÇİNMEK MÜMKÜN DEĞİL"

İki göz odalı eve Özkan’ın asgari ücretinden başka gelir girmiyor. Faturalar ödenip taksitler yatırılıyor derken ay sonuna neredeyse hiçbir şey kalmıyor. Özkan, eşinin rahatsızlığı nedeniyle biri birinci sınıf, öbürü üçüncü sınıf öğrencisi iki çocuğuna zaman ayırmak için uykusundan, hayatından kısıyor. Ağabeyinin evinde kaldığı için kendini şanslı sayan Özkan, “Kira vermiyorum, bu beni biraz rahatlatıyor. Yoksa tek asgari ücretle geçinmek mümkün değil. Ek iş bakıyorum da oturduğum konum yüzünden çok denk gelmiyor. Yoksa çalıştığım yerdeki şoförlerin neredeyse hepsi ek iş yapıyor. Ben de bulursam yine reklam sektöründe ek iş yapmayı düşünüyorum. Yine tabela, cam film takmaya gitmek istiyorum. Arkadaşların şoförlükleri olduğu için servisçilik yapıyorlar. İşte o şoförler akşam 21.00’den sabah 05.00’e kadar işyerinde otobüste, gündüz de servis koltuğunda. Sabah çıkıyorlar servise, servisi attıktan sonra aynı arabanın içinde uyuyorlar. Zaman dedikleri bu, bu kadar. İç temizlikte çalışan bir arkadaşım otellerde temizliğe gidiyor iş olunca beni de çağırıyor.” diye anlatıyor.

"ALIŞVERİŞ YAPINCA ARTIK YORULMUYORUM"

Özkan İETT garajında çalışıyor ancak kadrolu değil. “Buraya ilk girdiğimde yemek ücreti vardı ama kötü yemeklerdi. İşçiler şikayet etti, yemeği kaldırdılar, yemek kartı getirdiler. Günlük 20 lira yemek parası veriliyor ama ben evden götürüyorum. Sıcak yemek götürme şansımız zaten yok. Ben de ekmek arası götürüyorum, peynir dolduruyorum, orada çayla birlikte yiyorum” diyor.

"Başka ne oluyor ekmeğin arasında?" diye soruyoruz, “Olursa bir de bir domates ama genelde tek peynir oluyor. Zamanla sıkıntı oluyor tabii, affedersiniz tuvalete çıkışını bile etkiliyor beslenme” diyor.

Ücrete yol yemek de eklenince asgari ücretin biraz üzerinde para geçiyor Özkan’ın eline. “Geçen 200 lira para aldım cebime, pazara gider oradan da markete uğrarım dedim. 200 lira ile pazardan zor çıktım. Bir kilo domates, bir kilo salatalık aldım. Çocuk, muz alalım dedi, üç tane muz aldım. Evin ufak tefek başka ihtiyaçlarını da aldım. Eskiden pazardan buraya yürüyünceye kadar kas yapardım, geçen çocukla beraber aldık, yorulmadık taşırken ama eve girip cebime baktığımda 15 lira para kalmış” diye anlatıyor.

Eşi rahatsız olduğu için doğal gazı erken açtığını söyleyen Özkan, “Fatura 200 lira gelmiş, çok yakmadık oysa. Fırını falan açmamaya çalışıyoruz, ışıklara dikkat ediyoruz. Sudan tasarruf etmek için lavabonun altına kova koyuyoruz, biriken suyu tuvalette kullanıyoruz. Faturalar yine de 150-180 arasında geliyor. Faturalarda özellikle taviz vermemeye çalışıyorum. Her şeyden önce faturaları ödüyorum çünkü birini ödemeyince üst üste biniyor, öyleyken ödemesi daha zor oluyor. Maaşı alıyorum, faturalar, borçlar, kalan parayla da hayatımızı devam ettirmeye çalışıyoruz” diye konuşuyor.

"YEMEK KÜLTÜRÜMÜZ KALMADI, UNUTTURDULAR"

Özkan evine günlük alışveriş yaptığını söylüyor. O gün ne pişecekse yalnız o alınıyor. “Günlük almaya çalışıyorum. Köşede kalacak erzaka verecek paramız yok. Mesela beş paket makarna alacağıma bir paket alıyorum, o günü onunla geçiriyoruz. Gidiyorsun markete makarna eksik, makarna alacaksın, makarna neyle yapılıyor, salça ile. Yanına bir salça alıp dönüyorsun. Mesela eti göremiyoruz, sağ olsunlar Kurban Bayramı’nda gelen etten başka yok. Eti unutturdular. Geçen düşündüm, bir kilo tavuk alayım da bahçede mangal yapalım ama imkan olmadı. Çocuklar doysun diye değil, gönlü olsun diye. Otuzlu yumurta alma devri kapandı, en fazla iki günlük yumurta alıyoruz. Yemek kültürümüz kalmadı zaten, ne buluyorsak onunla yemek yapıyoruz. Evde bir çeşit yemek pişer, ertesi güne kalırsa o zaman sofrada ikinci yemek olur. İki gün önceden pırasa yemeği vardı, dün de kayınvalidem bulgur çorbası yaptı, onu yedik işte” diye anlatıyor.

Kurulan sofraya ekmek ise fırından değil halk ekmekten alınıyor, “Ekmek 3 lira olunca halk ekmekte sıralar arttı. Eskiden akşam 18.00’de ekmek bulunurken şimdi 16.00 gibi ekmek bitiyor. Yani okuldan çocuğu alıp sonra ekmek alayım dersen ekmek alamıyorsun. Geçen gittim pandemiden beri görmediğim kuyruğu gördüm, 20 dakika falan bekledim o sırada. Büfede üç kişi çalışmasına rağmen 20 dakika” diyor.

"AİLECE GİTTİĞİMİZ SİNEMAYI AİLECE İZLEMEYE PARAMIZ YETMEDİ"

Asgari ücret 5 bin lira olsa bile iyi şartlarda yaşamak için bu ücretin yetmeyeceğini söylüyor. “En azından ayda iki kilo et iki kilo tavuk alabilmeli insan. Zaten sosyal hayatı unuttuk. Sinema alışkanlığımız yok, yine kendimiz için değil çocuklar için gittim üç sene önce. Eşim üç senedir tedavi görüyor, onu hastaneye götürdüğümüz bir gündü. Çizgi film oynuyormuş sinemada, param yetmedi. Eşim ve çocuklara siz girin dedim ben dışarıda bekleyeyim. Bana anlatırsınız, hem çocukların anlatma kabiliyeti de artar. Çocuklar doğduktan sonra yaşadığımı bilmiyorum. Kendime bir alabiliyorsam çocuklara üç alıyoruz. Çocuklar da fark ediyor durumu, oğlan küçük, biraz savurgan ama o da ilerleyen zamanlarda olgunlaşır. Kız ailenin durumunu biliyor. Annesi hasta, ben de işe gittim, bir şey hazırlayamadım onlara, oğlana demiş kalk sen çayın altını yak ben yumurtaları kırarım. Gidip dışarıdan şunu alıp gelelim gibi bir alışkanlığı yok çok şükür. Böyle bir alışkanlık edindirmemeye çalışıyoruz. Çocukların geleceğini bile düşünemiyorum, elimden gelen bu, bugünlerini kurtarmaya çalışıyorum. Aç kalmasınlar, hasta olmasınlar yeter. Hasta olmaları çok daha büyük sıkıntı. Geçen ben hasta oldum, devletin karşılamadığı bir ilaç yazmış doktor, onu alamadım. Evdeki vitaminlerle idare ettim. Çocuklar olsa mecbur alacaktım” diyor.

"4 SENEDİR AYNI AYAKKABIYI GİYİYORUM"

Küçük bir sessizliğin ardından Özkan söze şöyle giriyor: “Geçen mont sordum mesela. Kendime değil, ben kendimi unutalı çok oldu. En son 5-6 sene önce bir akrabanın cenazesine giderken bir mont almıştım, hâlâ onunlayım. Çocuk için bir sordum, 300 liraya yakın fiyat çekti. Nasıl alayım şimdi? 300’ü oraya versem yarın ne yedireceğim çocuklara. Ayakkabı için kışı bekliyorum. İhtiyaç varsa bot alıyorum çocuklara, yazın zaten sorun değil, terlikle bile çıkıp gidiyorlar. Ben 3-4 senedir aynı ayakkabıyı giyiyorum, geçenlerde vurmaya başladı. Ayakkabıcıya götürdüm, ‘Güzelce nemlendir sıcak suyla, sonra da gazeteye bas bu seni kurtarır’ dedi. Kredi kartı var, onunla döndürmeye çalışıyorum işte. İşyerinden verilen yemek kartını bir arkadaşa satmayı düşünüyorum, onunla alışveriş yapılabiliyormuş. O alırsa yemek kartını nakde çevirmiş olacağım, en azından faturaların bir kısmını onunla ödeme imkanım olur.”

"ÇOCUKLAR DA HİSSEDİYOR"

Özkan artık kendinden geçtiğini, çocuklar için yaşadığını söylüyor. “Çocuklar aç kalmasın, hasta olmasın yeter. Çocuk geçen görmüş heveslenmiş, bisiklet alalım dedi. Yolda yürürken hurdacıları gözlemeye başladım. Gelene geçene bakıyorum, varsa alayım diye. Bir gün abimlere misafirliğe giderken hurdacı çıktı karşıma, gökte ararken yerde buldum. 150 lira dedi, bırak dedim 120’ye. Komşu 600 liraya almış aynı bisikleti, 120’ye aldım” diyor.

Bisikletin rengi sarı kırmızı, dışarıda çocuklar bisikletin erkek bisikleti olduğunu söyleyince Özkan kızı üzülmesin diye bisikleti pembeye boyamış, süslemiş, çocuğun gönlü olsun diye.

Tek çocuğun olduğu dönemde geçimin daha kolay olduğunu söyleyen Özkan, “İnanın ben kıza kıyafet aldığımı hatırlamıyorum. Sağ olsun bir abla vardı, bizimkinden bir yaş büyük bir çocuğu var. Bir gün ‘Temiz kıyafetler var ihtiyacın varsa al götür’ dedi. Ben de ver abla dedim, niye para vereyim. O abla hâlâ kıyafetleri seçiyor, fazla yıpranmayanları ayırıyor, gidip alıyorum. Çocuklar okula giderken de ekmek arası yapıyorum. Mecburen isteklerine karşı geliyoruz, gelmek durumundayız, başka seçeneğimiz yok. Sağ olsun benim çocukların da öyle marka sevgisi, para harcama isteği yok ama harçlık veriyorum illa ki, o gün cebimde ne varsa onu veriyorum. 2 lira 3 lira ne olursa. Kışın yine biraz daha iyi, en azından çocuklar okulda olmadıkları zaman evde oyun oynuyorlar. Yazın çok sıkıntı çekiyorum. Dışarıda oynuyorlar. Diğerleri dondurma alıyor, bir şey alıyor, bizimkiler de istiyor, orada zorlanıyorum” diye anlatıyor.

Evrensel'i Takip Et