Faiz, döviz, enflasyon kıskacında suçlu stokçu ve fırsatçılar mı? Çözüm yatırımcıya güven vermek mi?
Evrensel Yazarı Bülent Falakaoğlu, "Faiz indirimi refahı artırır mı?", "Doların yükselişi kimi vuruyor?", "Kim bu fırsatçılar?", "Çözüm yatırımcıya güven vermekte mi?" gibi sorularını yanıtladı.
Cihan ÇELİK
İstanbul
Dolar 14 TL'ye dayandı. Avro 15 lira seviyelerinde işlem görüyor. TL''nin değersizliğine dair basit bir hesaplama yapalım. 1 milyar TL biriktirmek istiyoruz. Düz hesapla bu rakam 60.000 avro, yine düz hesapla 70 bin dolar ediyor. Bir A kişisi ayda 1.500 avro kenara koysa, 1 milyar TL hedefine ne zaman ulaşır? 3 buçuk yılda. Peki Türkiye'de asgari ücretli bir B kişisi 1 milyar TL'ye doğru koşmaya karar verse ne olur? Olumlu düşünsek; B kişisi milyonlarca asgari ücretliden biri olmasa ve kenara aylık 1.500 TL koyabilse, tam 55 yılda hedefe ulaşır. B kişisi 18 yaşında biriktirmeye başlasa ancak 73 yaşına geldiğinde 1 milyar TL'ye kavuşur.
Ekonomiye dair iktidar ve muhalefetten yapılan açıklamalar bize ne vadediyor? Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dediği gibi kur artışı istihdamı artırır mı? Dövizdeki artıştan en çok kim etkileniyor? Ekmek fiyatı neden artıyor? Faiz yükselince halk yoksullaşıyorsa, faizler düşünce zenginleşecek mi? Hükümet, fiyat artışlarından stokçuları ve fırsatçıları sorumlu tutuyor. Kim bu fırsatçılar? Bir ittifak gidip diğer ittifak gelir ve yatırımcıya güven verirse sorunlar çözülecek mi? Sorularımızı Evrensel Ekonomi Yazarı Bülent Falakaoğlu yanıtlıyor:
"EVİNİZİN ODALARINA BAKIN, İTHALAT CENNETİ GÖRÜRSÜNÜZ"
Dövizin yükselişi fiyatları neden yükseltiyor? Örneğin buğday Türkiye’de yetişiyor ama ekmek fiyatı artıyor.
Çünkü daha tarlayı sürerken traktörde kullandığınız mazot dolarla ektiniz bismillah dediniz, o ekini korumak için kullandığınız gübre ilaç dolarla, sulamada kullandığınız elektrik dolaylı olarak dolarla, hasat ettiniz ürünü taşıyorsunuz nakliyecinin kamyoncunun kullandığı mazot dolarla, kullandığı yol pahalı yollar, devlet müteahhite dolar üzerinden garanti verdiği için dolarla. Dolardaki her yükseliş dönüyor çiftçinin cebine yansıyor. Doğal olarak dolardaki her yükseliş bize pahalılık olarak dönüyor. Buğday da dahil. Anadolu bir buğday ambarı olsa bile maalesef Türkiye, buğday ithal eden bir ülke. Hatta 1 milyar 400 milyon nüfusu olan Çin'den bile geçen daha fazla buğday ithal etti.
Dolardaki her yükseliş buğdayı etkiliyor ama sadece buğdayı değil. Kullanılan ilaç, gübre, tohum, mazot hepsi ithal olunca evde buzdolabı dolarla doluyor tencere dövizle kaynıyor maalesef. Bu sadece tarımla ilgili değil. Aynı zamanda Türkiye'nin üretimi de dolara çok bağımlı. İmalat sanayide 100 liralık bir üretim yapılıyorsa bunun 50 ila 75 lira arasında ithal ara malı hammadde kullanımı var. Yani 100 liralık bir şey üretiyorsa Türkiye ortalama 60 lirası dışarıdan alınan ürünlere bağımlı. Böyle olunca dolardaki her yükseliş dönüyor hayat pahalılığı olarak vatandaşı vuruyor. Tarım, sanayi böyle enerjisi de böyle. Evde dolarla aydınlanıyoruz, dogal gazı, akaryakıtı, elektrik üretiminde kullanılan kömürü vb tümü dolarla. Türkiye o kadar dış bağımlı ki bu nedenle dolardaki her yükseliş hayat pahalılığı olarak dönüyor ve ülkeyi vuruyor.
Basit bir test yapabiliriz. Evimizde bağımlılık testi yapabiliriz. Bunun için ekonomi uzmanı, iktisatçı olmaya gerek yok. Basit. Gidelim evimizin salonuna, koltuk takımının ya iplikleri ya içinde kullanılan kumaşı mutlaka ithaldir. Dokuma tezgahı yüzde yüzde ithal. İçinde sünger varsa hammaddesi ithaldir. Suni bir deri parçası kullanılmışsa kimyasal hammaddesi ithaldir. Sunta, tutkalı, menteşesi çok yüksek ihtimalle ithaldir. Yok ithal değilse üretimde kullanılan hammaddesi ithaldir. Geçelim mutfağa kavanoz, konservelerimiz tenekesi, teneke kapağı, borcam, pet, plastik, ambalaj, etiketi koli bandı bunların tümünde ithal ürün kullanılıyor. Mutfağımız tümden ithalatla dolu. Geçelim banyoya, temizlik ürünlerinin kimyasalı ambalajı ithaldir, şampuana kadar kozmetik de dahil ithaldir. Evinizde dönün durun karşınızda ithalat cenneti, test havuzu bulursunuz.
Bu kadar bağımlılığın olduğu bir yerde üretimden tarıma ulaşımdan enerjiye yüksek bağımlılık varsa dövizdeki dolardaki her yükseliş hayat pahalılığı olarak dönüp dolaşıp vatandaşı doğal bir sonuç olarak vurur. Bu nedenle de her yükseliş bize ne diyenlere inat bizle çok ilgilidir.
"DÖVİZDEKİ ARTIŞ GENİŞ TOPLUM KESİMİNİ YOKSULLAŞTIRIR, BİR AVUÇ İNSANI ZENGİN YAPAR"
Döviz TL ile maaş alanları ve dolarla yolcu garantisi alan müteahhitleri aynı mı etkiliyor?
Doların yükselişi herkesi mi vurur? Herkesi vurmaz. Her şeyin fiyatını yükseltir ama etkilemesi aynı olmaz. Kimleri ayırır mesela; dövizle kazananları zenginleştirir. Misal; devlete döviz garantili yol, köprü, şehir hastanesi, havalimanı yapan bir müteahhit ihale başında bağlamıştır. Bir yerden araç geçisi başına 40 dolar alacaksa o 40 dolar hep 40 dolardır. Dolar 5 lirayken de 40 dolarını alır 10 lirayken de 40 dolar alır.
Diyelim ki, geçen yıl Osmangazi'den bir araç geçince müteahhit 40 dolar alırken (karşılığı 300 lira bile değilken) bu yıl aynı müteahhit aynı araçtan 500 lira alıyor. Burası zenginleşmiştir artık. Başka kim zenginleşebilir? Türk Lirası değersizleştikçe servet sahipleri zenginleşebilir. Geçen yıl 1,5 milyon dolarlık evi olan şimdi 3 milyon dolardan ağzını açıyor. İhracatın ithalata çok bağımlı olmayan kısmı zenginleşiyor.
Türkiye'de ikili para sistemi var. Yani dolar ne kadar yerli ise Türk Lirası da o kadar yerli; Türk Lirası ne kadar yerli ise dolar da o kadar yerli altını çiziyorum. Çünkü ikili para sistemi var. Siz bankaya gittiğinizde banka mevduatlarının son dönemdeki yükselişle birlikte yüzde 60'ının döviz olduğunu, yerli paranın tasarruf olarak daha az olduğunu görürsünüz. O zaman büyük miktarda dövizi olan da zenginleşiyor.
O yüzden dolardan herkes aynı şekilde etkilenmez. Kazanan kesimi vardır. TL değersizleştikçe birilerinin cebindeki para eridikçe o artı olarak başka bir yere akıyordur. Ama biz geniş toplum kesimleri açısından baktığımızda bunu olumsuz, ağır bedel olarak tarif ederken, bir avuç insan için de bu kazançlı olabiliyor. Bunun ayırdına varmak gerekiyor.
FAİZLER DÜŞÜNCE HALK ZENGİNLEŞİR Mİ?
"Faiz sebep, enflasyon sonuç" diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan. Faiz yükselince halk yoksullaşıyor peki faizler düşünce zenginleşecek mi?
Faiz yüksek olunca; devlet bütçesinden, halka yatırıma gidecek paranın faize gitmesi ya da üretimden değil, paradan para kazanmanın daha cazip hale gelmesi gibi sonuçlar oluyor. Faizin başka bedelleri de var üst üste koyduğunuzda iktidar açısından da emekçi halk kitleleri açısından da faizin savunulur bir yanı yok.
Peki faiz düşünce otomatikman istihdam artacak, zenginleşme gelecek diye bir otomatik sonuç doğar mı? Bu mümkün değil.
Faiz düşünce; ucuz kredi ile dönen orta, küçük ölçekli işletmeler mevcut ve bunlar krediye çok bağımlılar. Ucuz kredi bulamadıklarında döndüremiyorlar. Bunlar için geçici süre rahatlık gelebilir. İktidarın hayal ettiği gibi kredi kullanarak tüketim artabilir ekonomiye can gelebilir ama bu sınırlıdır. Türkiye'de kredi borçları artık çok yüksek seviyede. Bu ısrarla, faiz düşürerek ucuz kredi, bu arada bolca tüketim maddesinin ithal olduğunu düşünürsek dışarıyı zengin eder, borcu büyütür ve bir zenginleşme getirmez. Kalıcı bir çözüm getirmeyeceği gibi zenginleşme de getirmez.
Bu ülkede dış borç 450 milyar dolar civarında. Her bir liralık artış borcumuzun durduğu yerde büyütüyor. Devlet ülkede kendi vatandaşına döviz cinsiyle borçlanıyor. Döviz cinsinden iç borç var yani. Devlet kendi vatandaşına tahvil üzerinden borç verirken döviz üzerinden veriyor. Burada devletin kasasından -sözde faiz artınca yatırıma gitmiyor faize gidiyor deniliyor ya- bu ülkenin rantiyesine, finansörüne, spekülatörüne borcu var ve oraya kaynak aktarıyor. Kurlar yükselikçe daha çok kaynak aktarıyor.
Dış borcun durduğu yerde artması, iç borç üzerinden finans kesimine ödenen paralar bunlar kimden çıkıyor? Dönüyor dolaşıyor vatandaşın sırtından çıkıyor; ya vergi alınarak ya ucuz emek üzerinden daha çok artı değer üretimi sağlanarak.
O yüzden "Ya faiz düşecek, istihdam artacak" denilerek ilk anda güzel, zenginlik gelecekmiş gibi kulağa hoş, rahatlatıcı gelen ve bu dönem açısından ihtiyaç olan bu çağrışımlar dolayısıyla olumlu yaklaşılabilir ama mesele bu değil. Mesele faizin çok ötesinde bir gerçeklik var. O yüzden faiz inecek refah gelecek söylemi çok aldatıcı. Dış borcumuzun büyüklüğünü de kurlar yükseldikçe vatandaşın sırtına bineni de rantiye kesimlerine aktarılanı da birlikte düşünmek lazım.
KİM BU PAHALILIĞIN SORUMLUSU, STOKÇULAR VE FIRSATÇILAR MI?
Hükümet, fiyat artışından stokçuları ve fırsatçıları sorumlu tutuyor. Kim bu fırsatçılar?
En çok duyacağımız şeylerden birisi stokçulara savaş söylemi iktidarın. Bu alışılageldik bir yöntem oldu. Soğan patates fiyatları artıyor depolar basılıyor. Ucuzcu, 3 harfli marketler bile gün geliyor denetime tabi tutulup cezalandırılmaya çalışılıyor. Ama günün sonunda şu oluyor; soğan depolarını basıyorsunuz sonra ülkede soğan bulamıyorsunuz, ithal ediyorsunuz çünkü eldeki soğanlara el koymuş oluyorsunuz. Hayat pahalılığının katlanılamaz hale geldiği durumda hep aynı taktik uygulanıyor.
Ne o taktik; pahalılığın suçlusu ekonomi politikaları değil, hükümetin izlediği politikalar değil, iktidarın milli yerli söylemine rağmen ülkeyi bütünüyle dışa bağımlı kılması değil problem, sanki çiftçi, market sahibi, aracı suçluymuş gibi. Ya da onlar suçlu görünsün istendiği için sürekli bu söylem tekrar ediliyor. Hayat pahalılığına itiraz yüklendiğinde suçlu bulunuyor.
Stokçularla kavga edilirken bugünkü durum ne? Kimse sattığı ürünü hangi fiyattan yerine koyacağını bilmiyor. Örneğin 120 liralık malı sattığında tekrar alırken 150'ye alıp alamayacağını bilmiyor. İnsanlar bu durumda üreten de pazarlayan da yerini dolduracağı rakamı bilmiyor.
Bunun sonucu çözüm değil, iflas olur. O nedenle bu stokçu dövmek üzerinden ilerleyemez. Ama iktidar çözüm üretemediği yerde bu söylemden, retorikten asla vazgeçmeyecek. Vazgeçmediği için de sorun büyüyecek.
Neden? Geçtiğimiz yıllarda soğanda gördüğümüzü bugün başka şekilde göreceğiz. Örneğin hükümet marketi sıkıştırırsa o market sahibi tedarikçiye, tedarikçi aracıya, çiftçiye üreticiye keser. En alttakinin canı çıkar.
Belki insanlar hiç prim vermemesi gereken durum söylemlerden bir tanesi suçluyu başka yerde aramasıdır. Oysa sorunu uygulanan ekonomi politikalarında aramak gerekir.
"EMEK GÜCÜNÜ UCUZLATIP PAZARLAMAK İSTEYEN BU İKTİDAR GİTMELİ"
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ekonomi politikası ne vaat ediyor? Hükümet değişirse ne olur? Millet İttifakı çözümü "Yatırımcıya güven verilmesinde" buluyor? Bu çözüm olur mu?
Etrafında büyük bir rant ağı oluşturan, ülkenin kaynaklarını bu rant ağı içerisinde yağmalayan ve yağmalatan bir iktidarla karşı karşıyayız. İktidar artık bu modeli, sistemi tıkandığı için vaat ettiği şey Çin'den bile daha ucuz hale gelmiş emeği pazarlayacağım, ve böylece ekonomiyi büyüteceğim oluyor. Yani ucuz emek pazarlaması vaadi olan ve asla etrafındaki rant ilişkilerinden vazgeçmeyen bu iktidarın bir gün bile kalmaması gerekir. Buna hemfikir olmalıyız ve bu iktidarın gitmesi gerektiği konusunda tablo net. Çünkü vaadine bakıyorsunuz, geniş kitleler açısından herhangi bir çözümü yok, pratiğe bakıyorsunuz var olan kaynağı da böylesi kriz ortamlarında bile yağmalamakta asla ve asla vazgeçmiyor. O nedenle gönül rahatlığıyla buradan çözüm çıkmaz ve bu iktidar gitmelidir diyebiliyorum.
MİLLET İTTİFAKININ "YATIRIMCIYA GÜVEN VERİLMESİ" ÖNERİSİ ÇÖZÜM MÜ?
Millet İttifakının "yatırımcıya güven" önerisine gelince; aslında Millet İttifakının önerdiği şey; "2002 yılında AKP'nin iktidara geldiğinde uyguladığı altyapısını Kemal Derviş'in programının oluşturduğu birikim modeli devam etsin oraya dönelim"dir. Çünkü dışarıdan güven vereceksiniz ülkeye sermaye akışı olacak ve yeniden çözüm buradan bulunacak. Çok matah bir çözüm olsaydı o model, çökmezdi. O model 2013 yılına gelindiğinde tamamen bitti bu ülke açısından. 2007'de uluslararası kriz olduğunda da 2008'de o sistemin bütün defoları ortaya çıktı ve bedeli de çok ağır oldu. Şimdi buraya dönülmeli mi? Dönülmemeli. Muhalefet hükümete 'sana yabancılar güvenmiyor gelmiyor, bize güvenecekler ülkeye gelecekler çözüm olacak diyor ama geldiklerinde gördük.
"YABANCI SERMAYE HAYRINA GELMEZ: AĞIR, UZUN, UCUZ ÇALIŞMA KOŞULLARI DAYATIR"
Yabancı sermaye babasının hayrına gelmez. Geldiklerinde naptılar; kamu mallarını satın aldılar, hazır kurulu şirketleri aldılar, bankaları ve benzeri. Karşılığında da büyük bir emeği ucuzlatma tablosuyla karşı karşıya kaldık. Bakınız o çok övülen altın yıllar denen 2000'li yılların ilk yarısı çok parlatılarak anlatılan o yıllarda biz; sendikalaşma oranının düştüğünü, işsizlik oranının yüksek kaldığını gördük. (2001 krizindeki rakamın altına bir daha hiç düşülmedi) O kadar güzel hikaye işsizliği çözmedi. Ucuz emek, esnek çalışma, uzun çalışma, çalışırken hayatını kaybedenlerin sayısının sürekli ivmelenerek arttığı bir acımasız tabloyu gördük. Ülkenin emeğini, birikmişini yağmalamaya gelmişti. Bu uluslararası sermaye açısından son derece anlaşılır bir model. Ülkeye sermaye gelince döviz düştü. TL değerlenince kredi dağıtmak çok kolaylaştı, ucuz kredi üzerinden tüketim pompalandı, bu kredi üzerinden geçici bir refah yaratılmış algısı oluştu. İnsanlar kendilerini zenginleşti zannetti ama günün sonunda vatandaşın (kredi borçlarını tasnif ettiğinizde görürsünüz) yüzde 70'inin, geliri 6 bin ila asgari ücret arasına sıkışmış insanların borcudur.
Evet en alttakiler de kredi ile tükettiler ama günün sonunda ağır çalışan, ucuz emek olan, borcu çok olan kitleler krizin ortasında kendilerini feci bir yükün altında buldular. Aynı model bir dönem sonra aynı sonucu doğurur. Bir dönem ivmelenmeyi getirebilir, sermaye girişi ile geçici bir refah sağlanabilir. Ama o sermayenin geri ödemesi, o sermayenin el koyduğu artı değer oranı, kar oranı, rant oranı büyüdükçe de yoksullaşan kitleler artar ve biz aynı tablo ile karşı karşıya kalırız. Bir krizden bir krize savrulma hali hiç son bulmaz.
O yüzden AKP 2013 yılından bugüne kadar ısrarla daha çok ranta, daha hızlı para dönüşümüne doğanın yapmasına dayandırdığı sistemi artık besleyemiyor. Burası tıkandı, bundan vazgeçemiyor. Muhalefette 2001'den 2013 öncesine kadar uygulanan politikalara dönmeye çalışıyor. İkisinin dışında çözüm aramak gerekiyor. Güven halka verilmeli, mesela enflasyonu tartışmalıyız, daha nitelikli ve daha çok kamu hizmeti nasıl sağlanacak, nasıl olacak bunu tartışalım. Bağımlılık nasıl azaltılacak bunu tartışalım. Kapitalist sistemde asla son bulmasa bile acımasız emek sömürüsü nasıl törpülenecek. Bu vaatle olmaz. Bunun programı, örgütlülüğü, mücadelesi nasıl verilecek buraya odaklanmak lazım.