11 Aralık 2021 23:39

Derin Yoksulluk Ağından Selen Yüksel: Yoksulluk bir insan hakkı ihlalidir

Derin Yoksulluk Ağından Selen Yüksel: Derinleşen yoksullukta kadınlar ve çocuklar temel gıda maddelerine dahi erişemedi, tahminlerden çok daha fazla çocuk, çocuk işçiliğe yöneldi.

Kaynak: Derin Yoksulluk Ağı

Paylaş

Elif Ekin SALTIK
İstanbul

Gıda maddelerinden elektriğe, doğalgaza en genel tabiriyle iğneden ipliğe gelen zamları her gün endişeyle takip ediyoruz. En temel tüketim maddelerinden olan süt yaklaşık yüzde 50 oranında zamlandı.

Ekonomik krizin ve Türk lirasının her gün değer kaybedişi günlük hayatımızı bir deprem gibi sarsarken kadın ve çocuk yoksulluğu da önlenemez biçimde artıyor. Memleketi yönetenler her ne kadar bolluk bereket içinde olunduğunu söylese de porsiyonları küçültme çağrılarının ardı arkası kesilmiyor.

Yakıcı biçimde hissedilen derin yoksulluğu, özellikle de kadın ve çocukların yaşadıklarını, temel ihtiyaçlarını ve gidişatı Açık Alan Derneği, Derin Yoksulluk Ağından Selen Yüksel ile konuştuk. Yüksel, bu dönemde kadınların ve çocukların temel gıda maddelerine dahi erişemediğini söylerken tahminlerinden çok daha fazla çocuğun okulu bırakıp çocuk işçiliğe yöneldiğine dikkat çekti.

"KADINLAR ÇOCUK BAKARKEN GÜNLÜK İŞLERDE ÇALIŞIYORLAR"

Uzun bir süredir vatandaşların en önemli sıkıntısı ekonomik kriz ve zamlar. Öncelikle Türkiye neden yoksullaştı? Bu yoksulluk hayatın içinde insanları özellikle de kadın ve çocukları nasıl etkiliyor?

Türkiye’de son iki senede gelir eşitsizliğinin büyüdüğünü, yoksulluk koşullarında yaşayan kişilerin sayısının arttığını ve yoksulluk yaşayan kişilerin hayat koşullarının ağırlaştığını söyleyebiliriz. DİSK-BİSAM araştırmasına göre yoksulluk sınırı ilk defa 2021 ekim ayında 10 bin TL seviyesinin üzerine çıktı. TÜİK’in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırmasına göre en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay 2019’dan 2020’ye yüzde 46,3’ten yüzde 47,5’e yükselirken en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun altığı pay yüzde 6,2’den yüzde 5,9’a düştü. Bu veriler bize eşitsizliğin büyüdüğünü ve yoksulluğun derinleştiğini söylüyor. Tekrar ettiğimiz bir nokta var; sosyoekonomik eşitsizlik ve yoksulluk, ekonomik ve sosyal politikaların bir sonucudur. Yoksulluk kader değil, çok boyutlu fırsat eşitsizliklerinin bir sonucu ve bir insan hakkı ihlali.

Var olan toplumsal eşitsizlikler, yoksulluk koşullarıyla birleştiğinde katmanlanıyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin getirdiği koşulların yoksulluğun yükünü kadınların daha fazla taşımasına sebep olduğunu gözlemliyoruz. Derin Yoksulluk Ağı’nda desteklediğimiz kadınlar bir yandan ev içinde çocukların bakımını üstlenirken bir yandan da kâğıt toplayıcılığı, çiçekçilik, seyyar satıcılık, tekstil işçiliği gibi günlük ve güvencesiz işlerde çalışıyorlar. Şiddete maruz kaldıklarında hukuki ve psikolojik desteğe ulaşmakta da yine eşitsizlikle karşılaşıyorlar, ekonomik bir güvenceleri olmadığında şiddetten uzaklaşmaları da güçleşiyor.

"YOKSULLUK ÇOCUĞUN TÜM GELİŞİM SÜRECİNİ ETKİLİYOR"

Çocuklar konusunda şunu söyleyebilirim: Yoksulluğun en yıkıcı etkisi çocuklar üzerinde oluyor. Doğduklarında güvenli ve sağlıklı bir çevreye, sağlıklı gıdaya, temiz suya, bebek bezine ulaşamayarak başlayan yoksunluklar, gelişim döneminde oyuna, kitaba ve okul döneminde eğitime ulaşamamayla birlikte katmanlanarak ilerliyor ve çocukların tüm gelişim sürecini etkiliyor. Yoksulluk çocukların ihmal veya istismara maruz kalmalarına, güvenlikleri için tehlikeli olabilecek işlerde çalışmaya başlamalarına, erken yaşta evlenmelerine, kurum bakımına girmelerine sebep olabiliyor.

"KADINLAR EVİNİ KAYBETME RİSKİ İLE YÜZ YÜZE KALDI"

Pandemi öncesi ve sonrası diye bir sınıflandırma yaparsak siz bu iki dönemde ne gibi farklılıklar görüyorsunuz kadınlar ve çocuklar açısından?

Derin Yoksulluk Ağı’nın parçası olan, pandemi öncesinde de yoksulluk koşullarında yaşayan, çoğunlukla günlük ve güvencesiz işlerde çalışan kişiler günlük işlerini, dolayısıyla günlük kazançlarını kaybettiler. Herhangi bir birikimi, sosyal güvencesi olmayan günlük çalışanlar temel gıdalarını alamayacak, evlerinin kirasını veya faturalarını ödeyemeyecek duruma geldi, açlık ve evsizlik riskiyle karşı karşıya kaldı. Bu süreçte verilen sosyal destekler çoğunlukla devletin 1000 liralık nakdi desteği, kaymakamlık ve belediyelerin sağladığı gıda kolileri, STK’ların ve dayanışma ağlarının süreli destekleri ile kısıtlı kaldı. Bu durumda birçok kişi evlerini kaybetmemek, çocuklarına bez ve mama alabilmek, evlerinin temel gıda ihtiyacını karşılayabilmek amacıyla bankaların herhangi bir gelir güvencesi beklemeden verdikleri 5 bin liralık krediyi çekmek, borca girmek durumunda kaldı. Pandeminin üzerine gelen ekonomik kriz ve zamlarla birlikte kişilerin kendilerini toparlama sürecine girmelerine fırsat kalmadı, yoksulluğun derinleşmesi ivme kazandı.

"ÇOCUKLARIMI OKULA GÖNDEREMEDİM ÇÜNKÜ BESLENME KOYAMADIM"

Kadınlar ve çocuklar tarafından düşünürsek pandemi sürecinde takip ettiğimiz çocukların çoğu okula devam edemedi, bazıları çalışmaya başladı. Uzaktan eğitim döneminde görüştüğümüz hanelerin yüzde 11’inde çocukların pandemiden sonra okula devam etmeyeceğini öğrenmiştik, yüz yüze eğitime geçilmesiyle birlikte gördük ki uzaktan eğitim sürecinin ardından çalıştığımız hanelerde okula devam etmeyen çocuk oranı çok daha fazla. Yoksulluk koşullarında yaşayan kadınlar ise pandemi sürecinde hem tüm gün çocukların bakımını üstlendi hem de açlıkla ve evlerini kaybetme riskiyle mücadele ettiler. Yaptığımız görüşmelerde bir anne pandemi döneminde evde hiç yiyecekleri kalmadığı için yasak olmasına rağmen çocuklarını da alarak kağıt toplamaya çıktığını, susuzluk ve açlıktan bayılacak noktaya geldiğinde polisin yasak olduğunu söyleyerek onları eve döndürdüğünü anlattı. Görüştüğümüz çiçekçilik ve seyyar satıcılık yapan kadınlar sokağa çıkma yasakları kalkıp tezgahlarını açtıklarında insanların korona sebebiyle onlardan korktuğunu ve hiç satış yapamadıklarını söylüyorlar. Geçen hafta karşılaştığımız bir durum ise, çalıştığımız mahallelerden birinde bir annenin ağlayarak “Çocuklarımı okula gönderemedim çünkü beslenme koyamadım, evde hiçbir şey yok” demesi.

"ÇOCUKLARINI HASTANEYE GÖTÜREMEYEN AİLELER VAR"

Mamalara hatta başka ürünlere kilit vurulan bir dönemdeyiz. Bebek bezlerinin fiyatları uçtu, kadınlar eczanelerden geri dönüyor. Sağlığa erişim de çok önemli bir mesele aslında. Kadınlar tüm bunlar için ne anlatıyor, nasıl örnekler var, çocuğu hasta olan ve ilaç alamayan bir kadın bu durumla nasıl başa çıkıyor?

Ağımızın parçası olan, yoksulluk koşullarında yaşayan kadınların en büyük endişesi çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamamak. Bu süreçte aldığımız telefonların çoğunda kadınlar bez ve mamaya ulaşmanın zorluğunu, çocuklarına yedirecek yemek bulamamanın endişesini anlatıyorlar. Beze ve mamaya erişemezken kendi buldukları çözümlerden de bahsediyorlar: bakkaldan veresiye tek parça bebek bezi almak, kendileri musluk suyu çerken bebeklerine temiz suyla mama hazırlayabilmek için küçük pet şişeyle su almak, çocuklarını pirinç lapası, şekerli su, hazır çorba ve nişastalı suyla beslemek.

Sağlık konusunu da şöyle anlatabilirim; Çocuk Hakları Sözleşmesi 18 yaş altı her bireyin sağlık hizmetlerine erişme hakkını tanır ve “Taraf devletler, hiçbir çocuğun tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler” der. Türkiye’de 18 yaş altındaki her çocuğun sağlık sigortası var evet. Hastaneye gittiğinde muayene olabiliyor ama bu yeterli sağlık hizmetine ulaştığı anlamına gelmiyor. Hastaneye ulaşmak için gerekli ulaşım masrafını karşılayamadıkları için çocuklarını hastaneye götüremeyen aileler var. Geçtiğimiz aylarda bir aile yoğun bakımda kalan bebeklerinin yanına gitmek için nakit desteğine ihtiyacı olduğunu söyleyerek aramıştı. Bir yandan da sağlık sigortası, gerekli ilaçların yalnızca bir kısmını karşılıyor. Mesela deri hastalıklarıyla çok fazla karşılaşıyoruz çocuklarda, sağlıklı çevrenin olmamasından, çadır ve barakalardan haşerelerden kaynaklanan. Antibiyotikli kremin büyük bir kısmını devlet karşılıyor ama kaşıntı ilacını karşılamıyor, nemlendiriciyi karşılamıyor. Geçtiğimiz haftalarda trafik kazası geçiren bir çocuğun ailesi ağrı kesici alamadığı için kazadan sonraki ilk günü ağrı kesici içemeden geçirdi, biz ancak ertesi gün destek olabildik.

Selen Yüksel

"DÜZENLİ GELİRİ OLANLAR DA YOKSULLUK YAŞIYOR"

Bu süreçte başka bir yoksullaşma türünden bahsediyorsunuz, beyaz yakalıların yoksullaşmasından? Onlar bu süreçte neler yaşadı? Kadınlar özelinde yoksulluğun yansıması nasıl oluyor?

Yoksulluk sınırının 10 bin TL’yi aştığı bir noktadan bahsediyoruz, bu tablo yeni yoksullar yaratıyor: Pandemiyle işlerini kaybeden ve yeni bir iş bulamamış, herhangi bir ekonomik güvencesi olmadığı için yoksulluğa düşmüş olan kişiler. Daha önce herhangi bir sosyal destek sisteminden yararlanmadıkları, çoğunlukla yoksulluğun paylaşıldığı bir sosyal çevreye sahip olmadıkları için bu yoksullukla mücadelede yalnız kalıyorlar. Derin Yoksulluk Ağı’nda destek olduğumuz eski bir bankacı, bir yazar ve bir öğretmen var. Bu süreçte sadece işlerini kaybeden değil düzenli bir gelirle çalışan kişilerin de yoksulluk yaşadığını görmeye başlıyoruz. Gıda ve kira fiyatlarının hızla yükselmesi düzenli gelire sahip kişilerin de temel ihtiyaçlarına erişme garantilerini kaybetmelerine sebep oluyor. Kadınlar eşit ücretten faydalanamamak, doğum gibi gerekçelerle işten çıkarılmak gibi toplumsal cinsiyet temelli eşitsizliklerle de karşı karşıya kaldıklarından yoksulluğa düşme riskleri daha fazla. 

EVSİZLİK RİSKİ GİDEREK ARTACAK

Evsiz, sokaklarda kalan daha çok insan görebilir miyiz bu süreçle birlikte?

Görebiliriz. Geçtiğimiz haftalarda “barınamıyoruz “hareketi de barınma sorununun boyutlarını bize gösterdi. Derin Yoksulluk Ağı’nın takip ettiği ailelerin de her zamankinden daha fazla evlerini kaybetme riski altında olduklarını görüyoruz, her gün birikmiş kiralarını ödeyemeyen hanelerden telefonlar alıyoruz. Evlerini kaybeden kişilerin bununla baş etmek için bazı yöntemleri var; tanıdıklarının yanında kalmak, çadır kurmak gibi. Fakat bu çözümler çoğunlukla geçici. Evsizlik konusunda sürdürülebilir ve acil bir çözüm hayata geçirilmedikçe evsizlik riski giderek artacak.

"BU SÜREÇTE DAYANIŞMA BÜYÜMELİ"

Tüm bu açlık ve yoksulluk tablosu karşısında çözüm önerileriniz neler?

Öncelikle kulak tıkamak, göz ardı etmek yerine duymak ve görmek gerekiyor. Yoksulluğa karşı suçlayıcı ve kaderci bakış açısının dönüşmesi, yoksulluğun bir hak ihlali olduğunun, ekonomik ve sosyal politikaların bir sonucu olduğunun kabul edilmesi gerekiyor. Politikacıların yoksulluğun varlığını reddetmeyi bırakıp sürdürülebilir ve bütünsel politikalar üzerine çalışmaya başlamaları gerekiyor. Bu politikaları oluştururken mutlaka yoksulluğu deneyimleyen kişilerin eşit birer yurttaş olarak politika yapım süreçlerine dahil edilmeleri gerekiyor. Yoksullukla mücadele edilirken bir yandan yoksulluk koşullarında yaşayan kişilerin hak ve ihtiyaçlarına erişimlerinin sağlanması gerekiyor, bu hem yerel yönetimlerin hem de kamu kurumlarının bir sorumluluğu. Tüm bunların yanında günümüzde ekonomi çalışmalarının bence yoksullukla mücadelede en kapsamlı çözüm önerisi temel gelir uygulaması. Temel gelir veya vatandaşlık geliri, devletin herhangi bir şart aramadan toplumun her bireyine sağladığı gelir güvencesini öneren bir sosyal güvenlik kuramı. Bunun üzerine daha fazla konuşmamız gerektiğine inanıyorum. Tüm bu politika bazlı değişimler için çaba harcarken bir yanıyla da bu olağanüstü halin içinde dayanışmaya inanıyor ve bu süreçte dayanışmanın büyümesi gerektiğini düşünüyoruz.

SÜT, AİLELER İÇİN HAYATİ

Sayıştay, İBB’nin ücretsiz süt dağıtımı ve Anne Kart uygulamasını mevzuata aykırı buldu. Anne sütü de indirimli ulaşım da kadınlar ve çocuklar için hayati bir önemde aslında. Bu kararı siz nasıl değerlendiriyorsunuz, bunun ne gibi yansımaları olur?

Ulaşım konusunun öneminden biraz bahsettik. Çocuğunu hastaneye, deniz kenarına, parka götürmek için hiçbir ebeveyn yol parasını düşünmek zorunda kalmamalı. Bir annenin çocuklarını adaya götürme hayali kurduğunu anlattığını hatırlıyorum. Süt konusu ise kesinlikle çok önemli. 1 yaş sonrası sağlıklı gıdaya ve mamaya erişemeyen ailelerin bizden en büyük talebi süt oluyor. Bir litrelik süt fiyatının 10 liranın üstüne çıktığı bu zamanlarda, bir süt fiyatı günlük işlerde çalışan bir hanenin günlük kazancının belki yarısı belki 3’te 1i. Mahalle ziyaretlerimizde İBB’nin süt dağıtımına ve aileler için ne kadar önemli olduğuna şahit oluyoruz. Sütünüz varsa sütlü muhallebi yapabilirsiniz, yoksa bebeğinize şekerli su verirsiniz.

ÖNCEKİ HABER

Sinan, Erdal, Ercan…

SONRAKİ HABER

Türk Metal’den grev uyarısı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa