15 Aralık 2021 12:48
/
Güncelleme: 17:46

Hoş geldin yeni kötü günler!

"Kötü günler geride kaldı şimdi sırada daha kötü günler” geyiği umutsuzluğun değil, aksine umutlu olmanın ilanı olmalıdır. Çünkü geçirdiğimiz “kötü günler”de kalkıyoruz ayağa, toparlanıyoruz.

Hoş geldin yeni kötü günler!

Kaynak: Max Pixel

Türkiye gençliğinin son haftalardaki gündemini sıralasak hangi haberlerden başlardık? Bu soruya muhtemelen pek çok cevap alabilirdik. Ancak cevaplarda değişmeyecek olan kuşkusuz, kimsenin iyi haberlerden başlamayacak olması olurdu. O zaman biz de kötüden iyiye doğru gidelim. Başlayalım yaşadığımız “kötü günler”den bakalım, gerisi nasıl gelecek…

Tek adam iktidarı barınma başta olmak üzere Türkiye gençliğinin yakıcı sorunları karşısında üç maymunu oynamaya devam ederken geçen hafta, sıra arkadaşımız, Akdeniz Üniversitesi birinci sınıf öğrencisi Mehmet Sami Tuğrul’un, ALİMDER isimli bir dernek-tarikat yurdunun çalışanı tarafından vahşice öldürüldüğünü öğrendik. Mehmet’in katilinin yalnızca “deccali öldürdüm” diyen yurt görevlisinin olmadığını, üniversitelilerin eğitim hayatına devam edebilmesi, sokakta kalmaması için tarikat-cemaat yurtlarına itilmesinin sorumluları, barınma talebine karşı tarikat-cemaat iş birliğiyle kuşatan iktidar desteği olduğunu biliyoruz. Haliyle münferit değil, sistematik ve el birliğiyle işlenen bir cinayete tanıklık ettik.

Ardından geçtiğimiz hafta bu sefer iktidarın küçük ortağı ile iltisaklı(!) grupların Cebeci, Antep ve YTÜ gibi üniversitelerde öğrencilere yönelik provakasyon girişimlerine şahit olduk. Önce YTÜ’de ÖTK seçimleri terörize edilmeye çalışıldı, ardından Cebeci’de öğrencilerin ekonomik problemleri konuşmak için örgütlediği foruma sistematik bir saldırı organize edildi, ardından Antep’te Erdal Eren’i anma çağrısı yapan üniversitelilere saldırı gündeme geldi… İktidarın Türkiye gençliğine verecek hiçbir şeyi kalmadığının ve üniversitelerde iktidarını korumanın tek yolunun baskı-şiddet olduğunu gösteren bu saldırılar, üniversitelilerin tepkisiyle püskürtüldü.

PATRON OLARAK SESLENEN ÇİÇEĞİ BURNUNDA BAKAN

Mehmet Sami’nin katline ilişkin hiçbir tatmin edici açıklama yapmayan iktidarın çiçeği burnunda bakanını dinledik günler sonra. Yeni Maliye Bakanı Nureddin Nebati, geçtiğimiz günlerde Türkiye ekonomisine dair beklentilerini, en açık kimliğiyle ifade etti. Milyonlarca asgari ücretliye, ücretli çalışana bir “patron” olarak sesleniyordu: “Sen maaş alıyorsun, en fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin.” Ardından kendi sınıf çıkarlarını, aynı zamanda büyük korkusunu ifade etti: “Bu iş düzelmezse 1000 çalışanımla bütün varlığımı kaybederim.” Aynı konuşmada tam yedi kere güven istiyordu bakan. “Yeter ki bize güvenin.” Türkiye’nin ezber bozan (!) ekonomi modeline ilişkin hiçbir dayanağı yoktu çünkü bakanın, utanmasa şöyle diyecekti: “Düzelicez inşallah be!”

Bakan Bey konuşmasında güven istiyordu, Türkiye ekonomisinin çok hızlı toparlanacağını iddia ediyordu etmesine de aksi yönde gidişata hiç hazırlık yapmamış gibiydi. Düzelmeme ihtimalini soran gazeteciye de şu yanıtı veriyordu: “Üzülürüm.”

Nedir derdimiz? 400. sayımızın coşkusundan sonra bu kadar iç karartıcı meseleyi dergimizin rotasına neden taşıdık diye düşünebiliriz. Türkiye gençliğinin “kötü haber”lerinin umutsuzluğu pekiştirdiğinin farkındayız. Evet, niyetimiz de budur!

Kolektif umutsuzluğumuzun görüntüsünü bütün açıklığıyla göstermek. Dernek-tarikat-cemaat yurtlarına mecbur bırakılan Türkiye gençliğinin içine itilen çukur bu kadar derindir. Türkiye ekonomisinin düzelme emareleri bu denli “güven” ilişkisine kalmıştır. Üniversitelilerin en temel haklarını konuşmak için giriştiği eylemler iktidar-kolluk kuvveti şiddetiyle bu denli çatışma halindedir. Çıkarlar, saflar oldukça nettir. Haliyle “o kadar da kötü değiliz” demenin anlamı da yoktur. Çünkü o kadar kötüyüz. Tam olarak gerçekliğimizdir. Türkiye gençliğinin mücadele etmediği, en acil ve yakıcı sorunları etrafında birleşmediği her dakika “dibe batmaya”, çukura çekilmeye devam edeceğinin ilanıdır bu tablo. Öyleyse var olan gerçekliği en yalın, en dolaysız haliyle bir yanımızdakine anlatmak, bütün rezilliği ve pisliğiyle faş etmek hiç olmadığı kadar kıymetlidir.

Brecht’in “bir yol” var dediği yola bağlanmıştır çünkü umutlarımız. Ancak bu yol “eski güzel günlere değil, yeni kötü günlere” bağlıdır sımsıkı. Yani umutsuzluğun, çaresizliğin boyutunun gözümüzü korkutmayacağı, aksine bu karanlıktan bizim değil başkalarının korkması gerektiği günlere… Çünkü Benjamin’in dediği gibi “sadece umutsuzlar istediği içindir ki bize umut bahşedilmiştir.” Yitirdiğimiz bütün umutlar, yine sorgu ve endişelerimizin doğduğu yerden filizlenecektir; yani geçirmekte olduğumuz ve geçireceğimiz “yeni kötü günler”den. Haliyle dillere pelesenk olan “kötü günler geride kaldı şimdi sırada daha kötü günler” geyiği umutsuzluğun değil, aksine umutlu olmanın ilanı olmalıdır. Çünkü geçirdiğimiz “kötü günler”de kalkıyoruz ayağa, toparlanıyoruz.

İşte yaşadığımız kötü günlere birkaç örnek. Dergimizin 400. sayısı vesilesiyle buluşan yüzlerce genç mücadele olanaklarını, Türkiye gençliğinin sorunlarını tartışmaya daha büyük kalabalıklarla sürdürdü, binlerce gence ulaştı dergimiz. ODTÜ’de yüzlerce öğrenci milyonların geçinemiyoruz talebini en güçlü şekilde dillendirmeye devam etti. 1980 cuntasının ilk hedeflerinden genç komünist Erdal Eren yurdun dört bir yanında yüzlerce gençle anıldı, mücadeleye ışık tuttu. DİSK’in İstanbul Kartal mitinginde binlerce genç işçi “yeter artık, Türkiye büyüdüyse payımızı istiyoruz” diyerek sokağa çıktı. Yüzlerce, binlerce genç mücadele etmeye, bu rezil dünyanın rezilliği anlatmaya, bu umutsuz tablodan umut yaratmaya devam etti. Kavga etmeye, var olan kavganın tarafı olmaya daha büyük hedeflerle atıldı. İşte, aynı zamanda budur yaşadığımız “kötü günler.”

O zaman bu kötü günlerde yan yana gelmeyi, yanı başımızdakinin talebine, sorununa ortak olmayı, mücadeleye bir yanımızdakini katarak başlamayı dert edeceğiz. Şu rezil dünyanın dönüşebilmesini böyle bir pratiğe bağlamıştı çünkü Brecht; pisliğin içinde, pislikle boğuşan insanlardan, sıradan biri olmaktan korkmamaktadır çıkış yolumuz. Şu rezil dünyanın insanca bir anlam kazanabilmesi “yığınlardan bir adım önde gitmekle değil, yığınlara daha derin gömülmekle” gerçekleşebilecek bir şeydi.

Evrensel'i Takip Et