Asgari ücret genç işçiler için asgari gelecek demek
“3500 lira ne? 3500 lirayı bunlara vereceksin, bakayım nasıl geçiniyorlar”
Fotoğraf: Evrensel
Genç bir cam işçisi
İstanbul
Genç Hayat’ın geçtiğimiz sayısında, asgari ücret görüşmelerinin arifesinde olunmasından dolayı konunun çalıştığım cam fabrikasındaki genç işçilerin öncelikli gündemi olduğunu belirtmiştim. Bugüne geldiğimizdeyse arife olma durumu ortadan kalktı, görüşmeler başladı, taraflardan peşi sıra açıklamalar geldi… TÜİK görüşmelerde referans kaynağı olarak ele alınacak enflasyon oranını yüzde 21 olarak açıkladı. İşveren sendikası TİSK’in asgari ücret için önerdiği rakamın 3100 lira olduğu haberleri çıktı, sonrasında bu haberler yalanlanıp önerinin 3500 lira olduğu şeklinde düzeltildi. Görüşmelerde işçilerin temsilini elinde bulunduran TÜRK-İŞ ise 4000 liralık bir ücreti “kırmızı çizgi” olarak belirtti.
Yapılan bütün bu teknik açıklamalar da geçtiğimiz haftalarda olduğu gibi bugün de genç işçilerin gündemine girdi ve çay molalarının değişmez sohbet konuları haline geldi. Fabrika bahçesinde herhangi bir bankta oturan, kendini yağmurdan korumak için saçağın altına gizlenip sigarasını içen, hava şayet güneşliyse güneş gören bir köşeye bir kasa veya palet çekip oturan bütün işçiler bir şekilde sohbetlerinde bu konulardan söz ettiler. Belki hepsinin sürece dair fikirlerinin farklılaşan tarafları oldu ama en nihayetinde her sohbetin ortaklaştığı nokta bu türden açıklamalar karşısında beliren bir öfke.
“NEDEN İŞÇİYİ DEĞİL DE PATRONU SAVUNUYORSUN”
Öfkenin bir ayağını TÜİK’in açıklamış olduğu enflasyon oranı oluşturuyor. Yüzde 21’lik bir oran kimseye inandırıcı gelmiyor. Dahası, genç işçilerin hemen hepsi TÜİK’in açıklamış olduğu enflasyon oranının ücretler belirlenirken patronlardan taraf bir kolaylık sağlamak amacıyla manipülasyon aracı olarak kullanıldığının farkında. Dolayısıyla çoğu durumda bu tepki TÜİK’i aşan bir vaziyette ilerliyor. Öfke, kendisini TÜİK’te değil, bağlı bulunduğu kurum olan devlette yoğunlaştırıyor. Devlet genç işçiler tarafından inandırıcılığını yitiriyor, adı tam konabilmiş olmasa da sınıfsal bir farklılık tarif ediliyor ve devletin burada kendilerinden yana değil de patronlardan yana taraf olduğunu her işçi bir biçimde görüyor. Durmaksızın devlete kızıyor genç işçiler, çalıştığımız fabrikadan örnekler verilerek eleştiriyor: “Biz burada 12 saat çalışıyoruz, binlerce tabak boyuyoruz. Patronlar tabağın tanesini 15 dolara satıyor. Dolar zaten artıyor, patron sürekli kazanıyor. Devlet de buna rağmen hala onları savunuyor. Patronlar zaten kazanacağını kazanıyor, neden işçiyi savunmuyorsun da patronu savunuyorsun?”
TÜİK’in enflasyon açıklamasına dair öfkenin bir tarafını da TÜİK denen kurumu bilmenin ve bu kurumun açıklamalarını takip etme gerekliliğinin getirmiş olduğu bir öfke oluşturuyor. Çoğu durumda “Yaşım 23, benim ne işim olur TÜİK ile enflasyon ile? Para yetmiyor artık. Ekonomiyi öyle bir hale getirdiler ki 10 günde bitiyor para. Mecburiyetten bakıyor yani insan bu açıklamalara. Yoksa ne işim olur TÜİK ile?” şeklinde cümleler kuruluyor. Genç işçiler; eğlenmek, gezmek, vakit geçirmek istiyor ama koşulları el vermiyor. Koşullar onları telefon başında kendi hayat şartlarını belirleyecek gelişmelerin haberlerini takip etmeye zorluyor. Düne kadar bu türden gelişmeleri takip etmek zorunda hissetmediklerini ama bugün mecbur olduklarını söylüyor genç işçiler.
“3500 LİRAYI BUNLARA VERECEKSİN, BAKAYIM NASIL GEÇİNİYORLAR”
Haliyle öfkeyle harman olan bu sohbetlerden işverenler de nasibini alıyor. Onlar da paylanıyor. 3100 lira önerisi de onun düzeltilmiş hali olan 3500 liralık öneri de genç işçiler tarafından az bulunuyor. Çoğu zaman öfkenin boyutu o denli artıyor ki küfürlü bir ifade kullanmadan öfkesini ifade dahi edemiyor genç işçiler. “3500 lira ne? Sigara neredeyse olmuş 30 lira. Bir tane ayakkabı alayım diyorsun, çakmaları bile olmuş 200 lira. 3500 lirayı bunlara vereceksin, bakayım nasıl geçiniyorlar” şeklinde yakınmalar, eleştiriler sıklıkla oluyor.
Aynı şekilde 4000 liralık öneri de yetersiz bulunuyor genç işçiler tarafından. “Ha 3500, ha 4000. Fark yok” deniyor. “Bugün 10 gün yetiyorsa para, 4000 lira maaş alsam tut ki 20 gün yetsin. Geri kalan 10 gün yine içerideyim” diye belirtiyor genç işçiler.
Geçen sayıda da belirttiğim gibi, kendi hayatlarına dair bir umut ise görmüyor genç işçiler. “Böyle gelmiş, böyle gider” diyorlar. “Biz huzuru anca mezarda görürüz” şeklinde cümleleri sıklıkla kuruyorlar. Ülkenin içerisinde bulunmuş olduğu durumdan bir şekilde kurtuluşun mümkün olduğunu düşünüyorlar. Çok güçlü bir inanç olmasa bile, “halk ayaklansa ülke kurtulur” diyorlar. Ama halkın ayaklandığı ve ayaklanmanın kazanım elde ettiği durumda bile, yani ülke “kurtulacak” olsa bile kendisini “kurtulmuş” olarak görmüyor genç işçiler. Ülkenin kurtulması ile tabir edilen durum, AKP iktidarının son bulması. AKP iktidarından sonra yönetici kadrolarda kimlerin, hangi partililerin bulunacağını çok umursamıyorlar. “AKP gidecek ve ülke kurtulacak” kanısındalar. Ama genç işçiler, bizler yine sürünmeye devam edeceğiz.
GELECEĞE UMUTLA BAKMAYA BİLE KORKAN GENÇ İŞÇİLER
Kendi geleceklerinin bugünden daha iyi bir koşula sahip olabilmesi için kendilerine çizdikleri “kurtuluş” yolları da iki farklı yol. Bunlardan biri motokuryelik yapmak. Motokuryelerin de bugün aldıkları ücret doygun değil. Maddi anlamda bu işin, mevcut işlerinden çok da farklı olmadığının bilincinde genç işçiler. Ama aradaki küçük bir ücret farkı bile önemli bugün onlar için. Bir diğer “kurtuluş” alternatifi yol ise kalifiye olabilecekleri bir işe girmek. Çalışırken iş öğrenmek, öğrendikçe ustalaşmak, ustalaştıkça da bugünden daha fazla paralar kazanmak. Tabii, “kurtuluşun” bu türden alternatiflerine olan inanç da çok güçlü değil. Bugünkü halini perişan olarak niteliyor genç işçiler. Alternatif yollardan birini tercih edecek olsalar, “Hiç değilse daha az perişan” oluruz diye inanıyorlar. Kendi geleceğine umutla bakmaya bile korkuyor genç işçiler. Kendi gelecek tasvirinde bir parça umut ekmişse hayallerine, ondan bile vazgeçiyor hızlıca. O umut, o inanç bile çok kırılgan. Hal böyle olunca öfkenin güçlü bir tarafını da kadere duyulan öfke oluşturuyor. Kendi kaderini sorguluyor genç işçiler. “Böyle kader mi olur arkadaş?” diye soruyorlar çok defa.