17 Aralık 2021 23:45

"Önce ucuza çalıştık diye kızıyorlardı, şimdi de hak istiyoruz diye kızıyorlar"

Dünya Göçmenler Günü ekonomik sıkıntılar yaşadıklarını belirten göçmenler nefret söyleminden de şikayetçi. İGAM Başkanı Çorabatır mültecilere insani yaşam koşullarının sağlanması gerektiğini söyledi.

Görsel: Pixabay

Paylaş

Meltem AKYOL
Hilmi MIYNAT
Volkan PEKAL

“Abla bak ilk geldiğimizde ucuza çalıştığımız için kızıyorlardı, şimdi şimdi onlarla eşit ücret istediğimiz için… Küfür eden, söven, ‘pis Araplar, pis Suriyeliler, işte kokuyorlar…’ Ama işte ben kulaklarımı kapatmışım, çok alıştık aşağılanmaya.”

“Önceden gelecekte ne olacağımızı, başımıza ne geleceğimizi bilmeden çalışıyordum. Şimdi sigortam var. Vatandaş olmakla ekonomik sıkıntılar bitmedi ama olsun…”

“Burada 7 yıldır ne çektiğimi ben biliyorum. Yaşadıkça borçlar birikiyor, umut küçülüyor. İşte buna da yaşamak desen? Yaşıyor da sayılmayız.”

Bugün Uluslararası Göçmenler Günü. Dünyada göçmen ve mülteci nüfusu hızla artarken sorunlar da katlanıyor. Yukarıdaki sözler de Suriyeli Zekeriya ve Muhammed ile İranlı Mesut’a ait. Onlar yaşadıkları sorunları anlatırken İGAM Başkanı Metin Çorabatır da çözüm önerilerini.

BM: 84 MİLYONDAN FAZLA İNSAN YERİNDEN EDİLDİ

Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) bu yılın ilk altı ayını kapsayan ‘Yıl Ortası Eğilimleri 2021’ raporuna göre, şiddet, güvensizlik, zulüm, insan hakları ihlalleri, çatışmalar ve iklim değişikliği gibi nedenler yüzünden yaşadığı yerlerden göç etmek zorunda kalan kişilerin sayısının (son iki yıldır yaşanan koronavirüsü salgınının yer ve ülke değiştirmeye engel olmasına rağmen) 84 milyonu aştı. Geçtiğimiz yıl sonunda bu sayı 82 milyon 400 bindi.

Rapora göre dünyada mülteci ve yerlerinden edilmiş kişilerin en fazla olduğu ülke Türkiye. Türkiye’de yaşayan Suriyeli sayısı 3 milyon 700 bin kişi.

Dünyada mülteci sayısı artarken sorunları da katlanıyor. Uluslararası Göçmenler Günü dolayısıyla Türkiye’nin farklı illerinde yaşayan mülteciler ekonomik ve sosyal alanda yaşadığı sorunları anlattı. İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır ise sorunlarla birlikte neler yapılması gerektiğini anlattı.

İSTANBUL: NESİLLER SÜREN MÜLTECİLİK….

Suriyeli Zekeriya 9 yıldır Türkiye’de. İstanbul İkitelli’de Aymakoop Ayakkabıcılar Sitesinde çalışıyor.

Evinde işten dönmesini bekliyoruz. O gelmeden eşi anlatıyor: “3 çocuk var, en büyüğü 19’unda. En küçüğümüz burada doğdu, 7’sinde. Okula gidiyor şimdi. Halep’ten geldik, 2012’de. Evimiz üçüncü kattaydı, bomba mı bir şey değmiş, bir tarafı yıkılmış. Sonra kapıları pencereleri sökülmüş, bir tek duvarlar… Kuru duvar… Diğer taraf açlık, bir taraf yoksulluk, iş yok… Her taraftan bitmiş ülkemiz. Kardeşlerim, abim, ablam orada. Geldiğimden beri görmedim. Görüntülü telefon da olmasa… Keşke düzelse her şey, dönsek. Gitmek istiyoruz biz.” Öyle diyor ama öyle kolay değil. Burada bir hayat kurdular…

Zekeriya geliyor işten, ‘hoş geldin nasılsın’dan sonra sohbet başlıyor. Zekeriya dedelerinin Antep’ten Halep’e göçtüğünü anlatıyor: “Kütüğümüzü araştırdık, Diyarbakır’dan Antep’e, oradan Halep’e. 2012’de geldik işte. Önce 4 yıl Kilis, sonra İstanbul…”

“KİMSE YARINININ NE OLACAĞINI BİLMİYOR”

Sonra söz hemen ekonomiye geliyor: “Kaç gündür market geziyorum, Ayçiçek yağı almak için. Çok pahalı, pahalısından da geçtim alacağım ama yok. Her şey uçmuş abla, büyükler parayla oynuyor. Kimse yarın ne olacağını bilmiyor ki… Hele biz…”

Vatandaşlık için başvuruda sona yaklaştıklarını söylüyor Zekeriya: “Yılbaşına kadar olmadı, hemen sonra… En güzel tarafı memlekete gidebilme ihtimali… Bir de tabi güvence… Sigorta… Abla bak, ilk geldiğimizde ucuza çalıştık, yerimiz yoktu, bilmiyorduk. Şimdi hakkımız neyse onu istiyoruz. İlk geldiğimizde ucuza çalıştığımız için kızıyorlardı, sanki suç bizdeymiş gibi. Şimdi şimdi onlarla eşit ücret istediğimiz için…”

“ALIŞTIK AŞAĞILANMAYA…”

Mültecilere karşı nefret söyleminin arttığı her dönemi iliklerine kadar yaşadıklarını anlatıyor Zekeriya: “Bolu, Altındağ… Ondan önce, 2019’da burada olan şeyler… Hepsinde gözümüz. Zaten hemen fark edersin. ‘Küfür eden, söven, pis Araplar, pis Suriyeliler, işte kokuyorlar, yok elleri ile yiyorlar…’ Ama işte ben kulaklarımı kapatmışım, duymazlıktan geliyorum. Neden biliyor musun her şeyi kafama korsam ben burada katil olurum. Alıştık abla, çok alıştık aşağılanmaya. Sonra işte ‘savaşı bırakıp geldiniz’, ama kimse düşünmüyor, uçaklara ben ne edeyim, taşla mı uçağa karşı koyayım… Yani insanlar böyle düşünüyor, kimse bakmıyor ki orada ne var. Sonra bak birisi bir şey yapıyor, hırsızlık, taciz, ne bilim işte. Eğer Suriyeli ise işte başlıyor ‘Suriyeliler böyle şöyle, hırsız… Ya kötü kötüdür işte, Türklerden hiç hırsızlık yapan yok mu, bütün Suriyelileri neden suçluyorsun… Yapan bir kişi, bütün Suriyeliler değil, bütün Afganlar da değil ya da işte hangisiyse. Ben şimdi çıksam bak, bir Türk’le kavga etsem haklı mıyım haksız mıyım kimse bakmaz, hepsi benim başıma toplanır. Ben suçsuzsam suçlu durumda kalırım. Sürekli oğluma öğüt veriyorum, ‘biz bu ülkede yabancıyız, mülteciyiz; kimse ile fazla alış-veriş yapma, güvenme’.

ADANA: VATANDAŞ OLDU, ARTIK GÜVENCESİZ ÇALIŞMIYOR AMA…

Muhammed Adana’da ayakkabı işçisi. Onunla 5 yıl önce Merkez Park’ta karşılaştık ilk olarak. O zaman 18’indeydi. O da birçok mülteci gibi yıllarca sosyal güvence ve ücretli izin hakkı olmadan çalıştırıldı. O zaman ‘geçici koruma statüsü’ndeki Suriyelilerin vatandaşlığa alınacağı konuşuluyordu. Türkiye’ye gelene kadar hiç çalışmadığını anlatmıştı Muhammed, okula gidiyordu. Türkiye’de aynı işi yaptığı Türkiyeli işçilerden daha az ücret alıyordu, vatandaş olurlarsa bu sorunun çözüleceğine inanıyordu: “Savaşla birlikte üniversite hayallerim de yıkıntıların arasında kaldı. Eğitim hedefini yıllar önce rafa kaldırdım. Artık işçilik… Çalışıyorum. Vatandaş olursak daha kolaylık olur. Sigortalı olabiliriz.  İleride emekli olabiliriz. Şimdi hiçbir şey olamıyoruz” demişti.

Geçtiğimiz yıl vatandaşlık aldı Muhammed. Şimdilerde, Arapça’nın yanında Türkçe bilmesinin avantajı ile, ayakkabı üreten bir firmada sigortalı çalışacağı bir işte çalışıyor ve şöyle diyor: “Önceden gelecekte ne olacağımızı, başımıza ne geleceğimizi bilmeden çalışıyordum. Şimdi sigortam var. Vatandaş olmakla ekonomik sıkıntılar bitmedi, gelecekle ilgili kaygılarım çok. Saya işinde parça başı çalışıyoruz, iş olmadığı günler boş geçiyor. Her asgari ücretli gibi geçim sıkıntım var, ama yine de eline ne geçeceğini bilmek önemli. Artık ayrımcılık ortadan kaldırılsın, mülteci-göçmen işçilere yerli işçilerle daha iyi koşullarda çalışması gerekiyor.”

DENİZLİ: 7 YIL OLDU; BORÇLAR BÜYÜDÜ, YA UMUTLAR…

Mesut 7 yıl önce, 2014’te, İran’dan geldi Türkiye’ye. Gelir gelmez de Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne başvurdu. Başvurusuna sonuçlanmasını beklerken Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, 10 Eylül 2018 tarihi itibariyle Türkiye’de kayıt alma işlemlerini sonlandırdığını duyurdu. Kayıt alma işlemleri Türkiye Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM) tarafından yürütülmeye başlandı. 2018’den bu yana üçüncü ülkeye gitme umudunda olan, özellikle Afgan ve İranlı, mültecilerin başvuruları birer birer reddedilmeye başlandı.

Denizli’de evine misafir olduğumuz Mesut da onlardan biri. Mesut, Göç İdaresi’nin geride bıraktığımız hafta başvurusunu reddettiğini öğrendiği günden beri uyku uyuyamadığını söylüyor. Ondan dinleyelim: “Başvurumdan sonra 2015’te beni BM’nin Ankara ofisine çağırdılar. En ince detayına kadar sordular cevapladım, yanıt gelir derken mülteci ofislerini kapatıp gittiler. O günden bu yana hayatta kalabilmek, aileme bakmak için her işte çalıştım. Hayatımda bir gün 8 saat çalışmadım. Sipariş varsa gece bile çalışırsın. Geldiğimde 30’dum şimdi 37 oldum.

Geçen hafta Göç İdaresi çağırdı üç soru sordu: ‘Nereden geldin, nasıl geldin, geri gidersen ne olacak?​’ 2 gün sonra da çağırıp başvurumun reddedildiğini bildirdiler. 3 soruda neyi anladınız, neyi öğrendiniz ki başvurumu reddettiniz? Ben kimim, ne eziyet çektim, geri gönderilirsem başımıza ne gelecek biliyor musunuz?

Gece 4’e kadar sorular beynimin içinde dönüp duruyor. Geri gidersek ne olacak? Çocuklarımız ne olacak? 3 saat uyuyup 7’de uyanıyorum. Başka arkadaşların da başvuruları reddedildi. Burada 7 yıldır ne çektiğimi ben biliyorum. Çalışıyorum, çalışıyorum borç bitmiyor. Bebeğim oldu yeni, ameliyatına 8 bin doğumuna 3 bin lira para istediler. Borç bulup ödedim. Şimdi o borcu ödemek zorundayım. Göç İdaresi başvurumuzu reddetti, ee mecbur avukat bulacağız.

Yaşadıkça borçlar birikiyor, umut küçülüyor. İşte buna da yaşamak desen? Yaşıyor da sayılmayız.”

İGAM BAŞKANI ÇORABATIR: İNSANİ KOŞULLAR SAĞLANMALI…

İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır, dünyada göçmen karşıtlığının arttığına dikkat çekiyor. Bunun ırkçı fikirlerle beslendiğine dikkat çeken Çorabatır, bütün dünyada temel ilkelerden olan ‘ayrımcılık yasağı’ndan sapma görüldüğüne dikkat çekiyor.

Sorunları ve yapılması gerekenleri ise şöyle sıralıyor Çorabatır: “Mültecileri göçe zorlayacak koşulların artarak devam etmesi zaten temel sorun. İç ve dış savaşlar, baskı ve zulüm insanları göçe zorluyor. Aynı şekilde yine göçü körükleyen iklim değişiklikleri, doğayı kötü kullanmış olmamız da… Uluslararası toplumun mekanizmaları şu anda bu tür göçe yol açacak sorunları çözmekte yetersiz kalıyor. İnsanların, göç başladıktan sonra, güvenli bir ülkeye varabilmek için yollarda karşılaştıkları büyük zorluklar var. İnsan kaçakçılarının insafına kalıyorlar, saldırılara uğruyorlar. Her türlü kötü muameleye maruz kalıyorlar. O engeller dolayısıyla denizde boğulmalar, mayınları basmalar, kar altında donmalar oluyor, ölüyorlar… Hayatta kalabilen ‘şanslılar’ gitmek istedikleri hedef ülkeler de birtakım engeller çıkarmaya devam ediyor. Duvarlar örüyor, engeller çıkarıyorlar. Adil bir şekilde dertlerini anlatamıyorlar. Dünyada iltica talebinde bulunmak ve sığınmadan yararlanmak en temel insan hakkı. Fakat bu hak verilmiyor. Ama sorun böyle çözülmüyor, görüyoruz.

Her şeyden önce yoksulluğu ve çatışmaları önlemek gerek. Yasalarımız düzeltilmeli. Hukuki mekanizmalar, mülteci hukukunu tam uygulamalı. Avrupa ile daha sık görüşmeler yapılmalı.

Bütün dünya ülkelerinin göçün yarattığı sorumlulukları eşit olarak paylaşmaları lazım. O paylaşım yapılmıyor. Türkiye’de 3,7 milyon kayıtlı Suriyeli insan var. Bu insanların bir kısmının başka ülkelere yerleştirmek de hesaba katılmalı örneğin. Burada önemli bir eksiklik var. Türkiye’de şu anda bir entegrasyon politikası yok, Cenevre Sözleşmesine uygulanan kısıtlama kaldırılmalı daha kapsamlı bir entegrasyon politikası uygulanmalı. Suriye krizinde bir çözümden çok uzağız.  Bu insanlar 10 yıldır evlerinden yurtlarınsan uzakta yaşamak zorunda kalıyorlar. Sebepleri ortadan kaldırılması için diplomatik girişimlerin sağlanması lazım. Kalan insanlara da daha insani koşullar sağlanmalı.”

ÖNCEKİ HABER

2022 Bütçesi Mecliste görüşülürken yüzde 42 eridi

SONRAKİ HABER

Sedat Peker'in iddialarıyla gündeme gelen Esat Toklu’nun, Danıştay üyeliğine seçilmesine tepki

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa