18 Aralık 2021 22:35

Pandeminin kazananları ve unutulanları

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta: Almanya'da artan vakalar derinleşen eşitsizliği yeniden hatırlattı. Fransa'da Macron'un seçime hazırlanıyor. İngiltere'de Başbakan Johnson'a parti içi muhalefet arttı.

Pandeminin kazananları ve unutulanları

Görsel: Pixabay | Kolaj: Evrensel

Her yerde olduğu gibi Almanya’da da koronavirüs krizi devam ediyor. Pandemi sınıflarüstü bir tehlike olarak gösterilip ulusal planlar yapılıyor. Ancak koronavirüsün herkesi aynı etkilemediği, pandeminin kazananları ve politolog ve yoksulluk araştırmacısı Christoph Butterwegge’nin deyimiyle “unutulanları” olduğu açık.

Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 2022 cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olduğunu açıkça ilan etmeyi reddederken, ulusal televizyon kanalı TF1 setinde yaklaşık iki saatlik bir kampanya yürüttü. Elize Sarayının kiracısı, son yılların ve özellikle sağlık krizi döneminin süslü bir bilançosunu sundu. Çevirisini yaptığımız yazıda, Macron’un yalanlarına dikkat çekiliyor.

Ingiltere’deki Counterfire haber sitesi, Boris Johnson’un halk nezdinde ve kendi milletvekilleri arasında otoritesini hızla kaybettiğini yazıyor. Omikron varyantının hızla yayıldığı bu günlerde Johnson ve Muhafazakar Partinin popülerliği düşse de İşçi Partisi’nin Muhafazakarlar’a sunduğu destek ve etkisiz muhalefet, halkın ihtiyaçları ve haklarının göz ardı edilmesine yol açıyor.

"KORONA KAPİTALİZMİNDE" EŞİTSİZLİK: PANDEMİNİN UNUTULANLARI

Christoph BUTTERWEGGE
UZ

“Büyüyen eşitsizlik, tüm insanlığın olmasa da Almanya Federal Cumhuriyetinin karşı karşıya olduğu en önemli sorundur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hiçbir zaman eşitsizlik bu kadar konuşulmadı, pandemi onu daha açık bir şekilde öne çıkardı ve bazı durumlarda daha da kötüleştirdi. Pandemi, Alman toplumundaki derin sosyo-ekonomik bölünmenin nedeni veya tetikleyicisi değil ama mülksüzler ile zenginler arasındaki uçurumun derinleşmesine yol açtı; zenginler daha da zenginleşti ve krizden yararlandı. Yükleri halkın daha yoksul kesimlerine aktarıldı ve aktarılıyor. Hükümet tarafından alınan önlemler, aslında servetin dağılım dengesizliğini daha da kötüleştirdi ve nihayetinde hiç de muhtaç olmayanlara fayda sağladı.

Sosyologların araştırmaları yaşlı insanların kovid-19 enfeksiyonuna “yaşlanmış oldukları için” daha duyarlı olmadıklarını, artan hastalık risklerinin toplumsal durumlarıyla bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor: Almanya’da da diğer çoğu ülkede olduğu gibi sağlık durumu ve yaşam beklentisi sınıfa göre farklı şekilde dağılmıştır: Bu ülkedeki erkeklerin en yüksek gelirli yüzde 20’si, en düşük gelirli yüzde 20’sinden neredeyse dokuz yıl daha fazla yaşıyor. Federal Almanya Cumhuriyeti gibi zengin bir toplumda bile ürkütücü bir kural bu: Yoksul olanlar daha erken ölüyorlar. Ancak korona pandemisi sırasında bu uçlaştı: Fakirseniz ölme olasılığınız daha yüksek. İşsizlerin, sosyal dezavantajlıların ve yoksulların enfeksiyon riski zenginlere göre önemli ölçüde yüksekti.

Bir virüs karşısında tüm insanların eşit olduğunu varsaymak gerekir diyorlar. Bu, koronavirüsün bulaşıcılığı açısından doğrudur, ancak enfeksiyon riski açısından hiçbir şekilde doğru değildir. Kovid-19 pandemisi 2020 baharında Almanya’daki herkesi vurdu, ancak hiçbir şekilde herkesi eşit derecede etkilemedi. Kısa süre sonra, bir kişinin enfeksiyon riskinin büyük ölçüde çalışma, barınma ve yaşam koşullarına bağlı olduğu ortaya çıktı. Hemcinsleriyle arasında büyük bir mesafeyi koruyabilen herkes, düşük bir enfeksiyon riski taşıyordu.

Bir “eşitsizlik virüsü”nden (Colin Gordon) olduğu gibi “büyük bir eşitleyici”den (Andrew Cuomo) söz edilemez. Çünkü ne zengin ile fakir arasındaki uçuruma neden oldu ne de yeni tip koronavirüs genel toplumsal koşullardan sorumluydu. Kovid-19, karantina ve hükümet kurtarma paketlerini tırmandırdıkça, yalnızca mevcut uzlaşmaz çelişkileri daha belirgin hale getirdi. Anti-sosyal olan koronavirüs değil, yoksul üyelerini enfeksiyon risklerinden ve pandeminin ekonomik çalkantılarından yeterince korumayan neoliberalizmin etkisi altındaki zengin bir toplumdur.

Düsseldorflu Tıp Sosyoloğu Nico Dragano, birkaç meslektaşıyla birlikte, kovid-19 pandemisi ve enfeksiyon kontrol önlemlerinin sağlık eşitsizliklerini artırıp artırmadığını inceledi. Sağlık sigortası AOK Rheinland/Hamburg’dan alınan verilere dayanan çalışma, sosyo-ekonomik farklılıklar (özellikle gelir, eğitim düzeyi ve mesleki konum açısından) ile ciddi koronavirüs enfeksiyonlarının sıklığı arasında bir bağlantı olduğunu gösterdi. İstihdam edilen sigortalılara kıyasla, işsizlik parası I alanların 1 Ocak ile 4 Haziran 2020 arasındaki  dönemde kovid-19 ile ilgili olarak hastanede kalma riski yüzde 18, işsizlik parası alanların ise yüzde 84 daha yüksekti.

Hemen hemen tüm pandemilerin ana kurbanları yoksullardır. Bu, bu ülkedeki evsizler, mahkumlar, mülteciler, büyük Alman mezbahalarının veya et fabrikalarının taşeron işçileri ve Alman olmayan mevsimlik işçiler, güvencesi olmayan göçmenler gibi diğer toplu konaklama sakinlerini içerir. Engelliler, bakıma muhtaçlar, bağımlılar, fahişeler, işsizler, düşük ücretliler, düşük gelirli emekliler, yardımla yaşayanlar, sığınmacılar ek olarak bunların arasındadır.

Bir gecikmeyle başlayan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en büyük durgunluk olarak kabul edilen kriz, bu ülkede var olan eşitsizliği öne çıkarmakla kalmadı, hatta bazı alanlarda daha da derinleştirdi. Birkaç milyon çalışan için kısa süreli çalışma, küçük ve orta ölçekli şirketlerin iflasları ve büyük çaplı işten çıkarmalar vardı.

Kısa bir tereddütten sonra, federal hükümet, eyaletler ve belediyeler, korona krizi sırasında neredeyse bir gecede doğrudan mali yardım, garantiler ve krediler için 1,5 trilyon avrodan fazlasını seferber etti. Kredilerden öncelikle büyük şirketler yararlandı, küçük ve orta ölçekli şirketler ise işletme maliyetlerini karşılayan ancak geçimlerini sağlamak için kullanılamayan bir kerelik hibelerle desteklendi. Güçlü sermayeye sahip olanlar da dahil olmak üzere çok sayıda şirket, devletin yüksek düzeyde yeni borçlanmaya istekli olmasından yararlanırken, mali açıdan zayıf olanlar, ekonomi için teşvik tedbirlerine kıyasla mütevazı olmak zorundaydı. Şirketler için milyar dolarlık yardım paketlerinden ve kurtarma paketlerinden neredeyse hiç bir şey almadıkları için, tarihsel olarak bu olağanüstü durumda aşırı borçlulukları arttı.

Büyük koalisyon, bekar ebeveynlere daha yüksek bakım maliyetleri ve buna bağlı ek mali giderler nedeniyle iki yılla sınırlı olan daha yüksek bir yardım miktarı verdi, ancak bunlar yalnızca nispeten yüksek bir gelir üzerinden vergi ödemek zorunda olan ebeveynler tarafından kullanılabilmekteydi. Yoksulluktan etkilenen veya yoksulluk tehdidi altındaki bekar ebeveynler bu önlemden yararlanmıyorlardu; çünkü ya gelir vergisi ödemiyorlar ya da çok az ödüyorlar.

Almanya’daki devlet kurtarma paketleri, başka yerlerde olduğu gibi, net sosyal ve ekolojik gerekliliklerle bağlantılı olmadığı için, Viyanalı üniversite profesörü Ulrich Brand’e göre “Sert neoliberal kapitalist gerçekliğin bir parçası olarak kaldı”. “Kârların özelleştirilmesi ve zararların toplumsallaştırılması özellikle büyük şirketlerin ve devletle iş birliklerinin bilinen stratejisi oldu.” Brand, Kanadalı Yayıncı Naomi Klein’dan “kriz yönetimini” ifade etmek için kullandığı “korona kapitalizmi” terimini aldı.

“Korona kapitalizminde” kurtarma fonlarının ve finansman programlarının dağıtım politikası servetin adil olmayan dağılımındaki dengesizliği, büyük şirketlerin yeniden finansmanının nasıl sağlanacağını esas almak zorundaydı. Yeni hükümet de maalesef bu stratejiye uygun politika yapacak. Aslında iki alternatif var; ya halk pandeminin maliyetlerini üstlenecek ya da zenginler ve aşırı zenginler yeni bir vergi politikasıyla faturayı ödemeye zorunlu tutulacak.

(Çeviren: Semra Çelik)

2022’YE DOĞRU GİDERKEN BAŞKAN-ADAY MACRON’UN, YANLIŞLARIN ÜSTÜNÜ KAPATMA NUMARALARI

Julia HAMLAOUI
L’Humanité

Elize Sarayının kiracısı, kriz sırasında görünen “dayanılmaz eşitsizliklerden (…) etkilendiğini” teyit ederek, “Benim değerlerim, ‘zenginlerin başkanının’ değerleri değil” diye yemin etti. İkna edici olmak için, yaşlılar için dayanışma yardımın ve engelli yetişkinler için ödeneğin, -2017’de ayda bin avronun üzerinde olan “yoksulluk sınırının üzerine çıkacağına” söz vermesine rağmen -  “100 avrodan ayda 900 avroya” yükseltilmesi örneğini verdi.

Ayrıca, Servet Vergisinin kaldırılmasını haklı çıkarmak için kullanılan en zenginlerin ekonomik sisteme yatırım yapmaları gerekçesiyle daha da zenginleşmelerini destekleyen teoriye rağmen, bilanço kendi adına konuşuyor: Kamu araştırma enstitüsü tarafından yapılan bir araştırmaya göre nüfusun en yoksul yüzde 5’inin yaşam standardını yüzde 0,5 kaybetmesiyle birlikte, en zengin yüzde 1’i yapılan reformlarla ortalama yılda 3 bin 500 avro daha fazla kazanıyor. Ayrıca, geçtiğimiz perşembe sabahı, Çalışma Bakanı Elisabeth Borne, asgari ücretteki ocak ayındaki otomatik artışın ötesinde herhangi bir artışı reddettiğini açıkladı.

Emmanuel Macron, olası bir ikinci cumhurbaşkanlığı dönemine artık kesin ertelediği emeklilik reformu için, “Artık daha uzun çalışmamız gerektiği açık (...)” dedi. Daha önce Nicolas Sarkozy için çok değerli olan “daha fazla çalışma” terimi, binlerce işsizi yardımlardan mahrum bırakan işsizlik sigortası reformunu haklı çıkarmak için de kullanıldı. Yapılan her şey, en zenginlerin katkısıyla ve temettülerle başlayarak, Sosyal Sigortayı finanse etmenin herhangi bir alternatifini gömmek için yapılıyor. Emmanuel Macron, gazetecilerin sorguladığı “büyük ikame” komplo tezini çürüterek (yabancıların yakında Fransızların yerini alacağını savunan aşırı sağın adayı Eric Zemmour tarafından desteklenen tez), “Ekonomimizi yönetmek için sınırlı, seçilmiş, kontrol edilen bu işçi göçüne ihtiyacımız olacak” diye ifade etti. Burada cumhurbaşkanının iki amacı var: Eric Zemmour’a karşı duruyor görüntüsü vermek ve eski “Göç ve Ulusal Kimlik Bakanlığı” tasarımcısının sözlerini kullanarak seçmenlerinin sağ kanadına göz kırpmak.

Konu sağlık krizi dönemine gelince, Emmanuel Macron “Fransız demokrasisi kadar güçlü bir şekilde çalışan bir demokrasiyi göstermeleri için herkese meydan okuyorum” dedi. Fakat, ilk karantina döneminin önceden meclis tartışması yapılmadan ilan edilmiş olmasına ek olarak, seçilmiş yetkililer daha sonra, iktidara bir dizi karar alma ve olağanüstü bir sağlık durumu tesis etme yetkisi veren yasa tasarısını değerlendirdiler; daha sonra yasa tasarıları bağlayıcı olmayan oylamalarla sürekli geçirildi ve tasarılara sunulan “düzeltmeler” genellikle reddedildi. En son örnek: Acil durum düzenlemelerinin uzatılması ve sağlık pasaportunun incelenmesi süresinde, Senato, şubat ayında bir gözden geçirme maddesi önerdi ve bu talep düzenlemelerin temmuz ayına kadar uzatılması lehine gömüldü. Cumhurbaşkanı için “sistemi sarsmak” gerekiyorsa, 5. Cumhuriyet kurumlarının cumhurbaşkanına verdiği fahiş yetkiler hiçbir zaman söz konusu olmuyor.

Ayrıca, “(başlangıçta) bu virüsün ürkütücü olduğunun farkındaydık, Çin’de ilerlediğini görmüştük. O zamanki Sağlık Bakanı (Agnès Buzyn), DSÖ’den daha alarverici şekilde gerçekten uyarmıştı” diye teyit etti Emmanuel Macron, ve bunu, Agnès Buzyn Ocak 2020’nin sonunda “(virüsün) Vuhan’dan ithal etme riskinin neredeyse sıfır olduğunu” ilan etmesine rağmen yaptı (…)”

(Çeviren: Diyar Çomak)

JOHNSON İÇİN PARTİ BİTTİ

Terina HINE
Counterfire 

Salı günü Muhafazakar Parti milletvekillerin isyan günüydü. Her gün 200 binden fazla kovid vakası ve Noel’den önce kovid olup karantinadan çıkabilmek için son gündü. Dominic Raab’ın bize normal bir Noel bekleyebileceğimiz söylemesi iyi oldu, yoksa farklı düşünebilirdik. 

Aynı zamanda salı günü Chris Whitty (en üst sağlık yöneticisi) kabineye, eğer daha fazla şey yapılmazsa dört hafta içinde Ulusal Sağlık Sisteminin (NHS) çökeceğini söyledi. O gün Muhafazakar Partide koltuk yarışı söz konusu oldu çünkü parlamentoda Başbakan’ı büyük bir mağlubiyet bekliyordu. 

Omikron şu anda Londra’da en yaygın kovid varyantı. Bu hafta sonu ülke çapında en dominant varyant olacak ve Noel’e kadar belki her gün 1 milyon vaka olacak. Whitty’e göre, ocak ayının ortasına kadar hastaneler Omikron yüzünden daha fazla baskı altından olacak ve bazı hastaneler eleman eksikliği yüzünden kapanmak zorunda kalacak.

Buna karşılık, Muhafazakar Parti milletvekillerinin bazıları, geçen hafta açıklanan ve bu hafta parlamentoda oylamaya sunulan kovid kurallarına destek toplayabilmek için hükümeti korku hikayeleri yaymakla suçladı. Tabii ki bu hikayelerin doğru olması mümkün, Nicola Sturgeon İskoçya’da yeni kurallar ve Noel tatili üzeri ailelerin buluşmalarına kısıtlamalar koymuş ve bağımsız bilim insanlarının da daha fazla kısıtlamalar gerektiğini söyledi. 

Başbakanın partisiyle başı belada ve halk tarafından sevilmiyor. Kendisine karşı isyan gerçekleşti, 99 Muhafazakar Parti milletvekili hükümete karşı oy kullandı ve Boris Johnson başbakan olduğundan beri en büyük bölünme yaşandı. Hükümet oylamayı ancak Keir Starmer’in (İşçi Partisinin başkanı) desteği ile kazandı, yani İşçi Partisi Muhafazakarlara yardımcı oldu. 

Resmi muhalefet anketlerde yükselişte olsa da, bunun nedeni etkili muhalefet olduğundan ya da etkili çözümler önerdiğinden değil, daha çok Muhafazakar Partide olan skandallar yüzünden. Muhafazakar partinin pandemiyi nasıl yönettiği konusunda ve yeni yaptırımda anlamlı değişiklikler için zorlamak yerine, hükümete tam destek sundu. (İşçi Partisi) okullar için ya da daha iyi hastalık maaşı için hiçbir önerge getirmedi ve aşı pasaportları ve zorunlu aşılara karşı çıkmadı. 

Aşıların kendi başlarına hızla yayılan Omikrona karşı yeterli olmadığını bile bile tamamen aşılara muhtaç kaldık ve hükümete karşı hareket etmemeyi tercih eden ve hükümetin temel hakları kovide karşı etkili olmayacak saldırılarına karşı hiçbir şey yapmayan bir muhalefet var. Pazartesi günü 500 bin kişi aşılandı; bu iyi bir rakam ama yine de hükümetin hedefinin sadece yarısı. Aşı merkezlerinin etrafındaki uzun kuyruklar problemin halkın aşıdan korkmasından olmadığını söylüyor. Johnson’un takviye aşı açıklamaları, bizim “dünyanın öncüsü” olan test ve takip sistemine benziyor; çok vaat verildi ama yapılmadı. En iyi ihtimal ocak sonu aşı takviye programı tamamlanır, yani başbakanın söylediği gibi ay sonu değil ve tabii bağışıklığın etkili olması 1-2 hafta sürecek. 

Peki ya bizim çocuklarımız? Parlamentoda tartışmalar ve isyanlarla geçen hafta, İngiltere’nin okullarında her 30 öğrenciden birinin kovid yüzünden okula gitmemesi sorununu çözmedi. 

Bu sürede 18 yaş altı olanlar unutuldu, hatırlıyor musunuz çocukların kovide yakalanmadığını, geçirmediğini ya da hasta olmadığını söylüyorlardı. Hükümet bu konuda ilerlememiş gibi görünüyor. Ve okulları açık tutmaya çalışmak önemli ama birçok öğretmenin ve öğrencinin pozitif olduğu bu günlerde bu çok zor. 

Aşı ve Bağışıklık Komitesi (JCVI) 12 yaş altı çocuklar için aşıyı daha onaylamadı ve ortaokul öğrencileri sadece bir aşı oldu, bu Omikronu bulaştırma ve hastalığı yakalanmaya karşı anlamsız. Bu konuda biz Avrupa’dan farklıyız. 

Johnson takviye aşılardan sürekli bahsederken çocuklar aşısız, maskesiz ve çoğunlukla havasız sınıflarda ve yetişkinlerle karşı karşıya kalıyor. Sonuç tüm yaş grupları eve gönderiliyor ve binlerce öğrenci eğitimden kaybediyor. Bazıları çok ciddi hastalık geçiriyor. Ocakta ne olacağı belli değil, umarız geçen seneki rezalet tekrarlamaz. 

Kimse okulları kapatmak istemiyor ama açık tutmak için müdahale gerekiyor. Havalandırma, maske takma, karantina ve aşılama konusunda harekete geçilmeli. Bunların hiçbirini hükümet yapmıyor.

Ve tabii hastalık parası konusu var. Pandemi neredeyse iki senedir sürüyor. İki senedir kamu sağlık yetkilileri ve sendikalar hastalık parasının sabitlenmesi için çağrı yapıyor. Test ve karantina olmadan bu mümkün değil. İngiltere’nin hastalık ödemesi Avrupa’da en düşük olanlardan biri. İşçiler nasıl haftada iki kere test olsun, eğer test pozitif çıkınca ailelerini doyuramamak gibi bir risk varsa? (…)

(Çeviren: Çınar Altun)

Evrensel'i Takip Et