Ressam Rugül Serbest: Doğayı hissetmeye, onu dinlemeye çalıştım
Ressam Rugül Serbest “Kendimin Ormanında” isimli sergisini anlattı.
Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
Hakan GÜNGÖR
Rugül Serbest genç bir ressam. “Kendimin Ormanında” adını verdiği sergisinde insanı ana vatanına, tabiata götürüyor. Tabiatla insanın arasındaki mucizevi ilişkiyi ve karşılıklı dönüşümü olgunlaşmış bir üslupla ele alıyor. İnsanın köklerini ve duygusal derinliğini tabiattan aldığı imgelerle yeniden yaratıyor. Rugül Serbest ile 8 Ocak’a kadar Karaköy’deki Mixer’de ziyaret edilebilecek sergisini konuştuk.
Öncelikle sergininin hazırlanma, resimlerin tamamlanma sürecinden bahseder misiniz? Nasıl bir hazırlık süreci oldu?
Hepimiz bir bedene sahip olarak yaşadığımız dünyaya geliyoruz ve “Kendimiz olmak” dışında deneyimleyebileceğimiz bir şey yok. Sadece kendi bedenim üzerinden “şeylere” erişebiliyorum. Bu sınırlı bir perspektif. Ben de resimlerimde bu sınırlı perspektifi aşmaya çalışıyorum. Bir başkası gibi düşünmek, bir başkası gibi hissetmek nasıldır, bunları sorguluyorum. Resimlerimde yaşadığım, hissettiğim duygu durumlarını kendi bedenimde canlandırıyorum, kısaca “o” oluyorum. Başka insanları sorgularken “Dünyada olmayı” sorgulamaya başladığım bir döneme girdim. Dünyayı anlamak için de doğaya, bitkilere bakmamız gerek. Çünkü bunun sebebi ‘Dünyayı yapanın’ onlar olmasıdır. Bitkiler dokundukları her şeyi yaşama dönüştürürler; maddeleri, havayı, güneş ışığını kullanarak geri kalan canlılar için bir yaşam alanı, bir dünya kurarlar. Dünyaya, edilgen gibi görünüp aslında hiçte edilgen olmadan bütünlükleriyle katılırlar. Bitkiler, sadece var kalarak, kımıldamadan ve hareket dahi etmeden, dünyayı toptan değiştirirler. Ben de bir bitki gibi olmak istedim, bitki gibi hissetmek... Köklerimle toprağın derinliklerine kadar inmek, yaşamın gizemli kaynağına karışmak istedim. Böylece “Kendimin Ormanı” oluşmuş oldu…Bu süreçte en önemli motivasyon kaynağım “Dünyada olmak”. İçinde yaşamamıza karşın sürekli unutmaya meyilli olduğumuz dünya… Dünyada olduğumuzu hissetmek için de doğaya çıkmak gerek. Doğayı gerçekten hissetmek gerek. Doğa deyince artık aklımıza maalesef gezinti yapılacak yerler geliyor. Ancak doğa bizim evimiz. Doğa, dünyada olmayı sağlayandır. Kısaca her şey doğanın bir parçasıdır. Ben de bu süreçte doğa ile iletişime geçmeye çalıştım. Onu gerçekten hissetmeye, onu dinlemeye çalıştım. “o” olmayı hayal ettim. İnsan ancak dünyanın ve doğanın karşısında gerçekten düşünebiliyormuş bunu anladım. Sonrası, üretmek için boşluk ve sessizlik…
“Duygu”nun merkezini insan yüzüne değil, çevreye yaydığınızı düşündüm. Yani yüzden çevreye değil, objenin etrafı, bulunduğu yer, temas ettiği nesneler üzerinden duyguyu anlıyoruz gibi geldi bana. Katılır mısınız, özel bir sebebi var mı?
Çok güzel bir tespit gerçekten. Evet orada daha özgür, daha yalın bir “ben” var. Tamamen doğaya aitim ve gerçek anlamda onu hissedebildiğim bir dünyadayım. Burada yani “Kendimin Ormanında” tüm canlılarla iç içeyim. Çünkü biz biriz... Her şey her şeyle karışmış durumda ve birlikte uyum içindeyiz… Temas ettiğim şeye dönüşüyorum ve fark ettiğiniz gibi hiyerarşik bir sıralama yok.
Tabiatın kadını hem yarattığı hem kuşattığı hem sonra tekrar kendisine aldığı bir döngü var sanki tablolarda. Ve kadının bunu sükunetle kabulü. İnsanın kendi doğasını kabullenmesi mi bu?
Doğanın bize sunduğu, bize göre olumlu ya da olumsuz her şeyi saygı ile kabul etmek. Gökyüzüne alabildiğine teslim olmak ve sonsuz bir yeşilin içinde olmak… Onu değiştirmeye çalışmadan, gerekirse kendini değiştirerek teslim olma hali bu…
Objelerin, renklerin birbirine karşı yapay hiyerarşi kurmadığı, “Öne atılmadığı” resimlerle karşılaşıyoruz. Bağır çağır olmayan, meselesini sakince ifade ettiği için de dikkat çeken tablolar bunlar. Neler söylemek istersiniz bu konuda?
Kesinlikle benim de yapmaya çalıştığım bu; sessiz sakin resimler... Aşırı olan her şey beni itiyor ve resimde de şiddetli renkler kullanmayı sevmiyorum. Fark ettiğiniz gibi bir renk diğer bir rengin önüne geçmiyor. Benim için önemli olan o resimdeki duygu ve atmosfer. Buna katkı sağlamayacak her şeyi resmimin dışında tutuyorum.
Bir film çalışmanız vardı bildiğim kadarıyla. Ayrıca yeni bir sergi hazırlığı söz konusu mu?
Göl Kenarı isimli kısa filmde rol aldım. Ben aslında oyuncu değilim ve böyle bir arzum da yoktu. Filmin görüntü yönetmeni beni, oyuncu olan kuzenimin paylaşımında görünce oradaki karaktere çok uygun olacağımı düşünmüş ve bana bu şekilde ulaştılar. Ben de hayatımda ilk defa bir şeyi çok düşünmeden kabul ettim. Bana katacağı şeyler olacağını hissettim ve nitekim de öyle oldu. Ben resimlerimde “Bir başkası olmak nasıldır?” sorusunu sorarken bunu farklı bir alanda deneyimleme fırsatı buldum. Filmin çekimleri Antakya’da gerçekleşti, çok keyif aldığım bir süreç oldu. Sonrasında da filmimiz festivallerde gösterimlere girdi ve hâlâ girmeye devam ediyor. Demek ki güzel bir iş çıkarmışız diye düşünüyorum. Sergi projeleri elbette hep var. Şimdiki sergimi hazırlarken bile ikinci üçüncü sergilerimin konularını düşünüyordum. Tabii ki süreç içinde çok değişiyor bu düşünceler ama bir çıkış noktasının olması önemli olan. Ben resmin yanında iki yıldır seramik ile heykeller de yapıyorum. Şimdi biraz onun üzerine yoğunlaşıp belki heykellerimin olduğu bir sergi yaparım ilerleyen zamanlarda.