Nebati’nin gözlerinde yeni model: Binde üçe ziyafet gençliğe sefalet!
Hükümetin döviz hesabı düzenlemesi diye tarif ettiğimiz “yeni” modeli, mevduatların büyük kısmına sahip olan ve toplamda ancak binde 3’ü oluşturan milyonerlere, patronlara, vurgunculara yarıyor.

Fotoğraf: Pexels
Selinay UZUNTEL
Zahid BAHTİYAR
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
Ekonominin hiç de iyi gitmediği şu günlerde “Dolar daha ne kadar yükselecek?” diye tartışırken çok hareketli bir haftanın sonunda iktidar cephesinden beklenmedik bir hamle geldi. Erdoğan’ın açıklamasıyla “Kur korumalı, TL vadeli, mevduat” uygulamasına geçildi. İzlenecek olan bu yöntemle, Türk lirasından dövize kaçışın önüne geçmek isteniyor. Esas can alıcı nokta ise iktidar, TL cinsinden mevduat geliri kur altında kalırsa aradaki farkın ödeneceği garantisini verdi, bu fark ise kamu kaynaklarından ödenecek.
Birçok iktisatçı bu durumu ekonominin dolardan kurtulması değil tam tersine dolara bağlanması olarak ifade ediyor. Daha önce denenmiş, ağır sonuçları olmuş bir politikayı “Yeni bir model deniyoruz” diyerek açıklayan tek adam yönetimi, aslında yine aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde etmeye amaçlıyor. Ancak bu hamlelerin ortak özelliği tek adam rejiminin sınıfsal karakterini olabildiğine yansıtmasıdır. Neden mi? Düzenleme, sermayenin kur riskinin doğrudan geniş emekçi kesimlerin sırtına yüklenmesi anlamı taşıyor. Aslında “dolarizasyon trenini” kaçıranlara kamusal bir fırsat yaratıp, içinde bulunduğu krizin yıkıcı sonuçlarını biraz olsun öteleyebilme derdine düşmüş durumdalar. Kaldı ki BDDK* verilerine göre bankalarda mevduatı bulunan mudilerin** sayısı 139 milyonun üzerinde ancak bu hesapların sadece 369 bini 1 milyon lira üstü. Yani hükümetin döviz hesabı düzenlemesi diye tarif ettiğimiz modeli, mevduatların büyük kısmına sahip olan ve toplamda ancak binde 3’ü oluşturan milyonerleri, patronları, rantiyecileri ve vurguncuları kurtarmak, siyasi açıdan manevra alanını biraz olsun açmak adına uygulanıyor. Öyle ki düzenleme açıklandıktan sonra iki gün içinde MB’nin arka kapıdan piyasaya 7 milyar dolar sürdüğü bilinmekte. Piyasada dalgalanmadan kaynaklı ortaya çıkan riskler, kamuya yüklenerek toplumsallaştırıldı.
Eylül ayından beri TL’de %30 dolaylarında değer kaybı yaşandığı gerçeği değişmedi. Tek adam “Nas ne gerektiriyorsa onu yaparım”, “Ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz” naralarını belli kesimleri manipüle etmenin aracı olarak kullansa da, doğası gereği, kendiyle çelişti. Son düzenlemenin kendisi farklı bir çerçeveye oturtturulmaya çalışılsa da dolaylı bir “faiz artırımından” başka bir şey değildir. Yani faiz inadından geri adım atmak zorunda kalan iktidarın “faiz sebep, enflasyon neticedir” tezinin daha önce çokça çürütülmesine rağmen bilimsel gerçeklikle uyuşmadığını bir kez daha görmüş olduk.
Türkiye ekonomisini bir hastaya benzetirsek, kan değerleri yükselmiş olabilir ancak hastanın yürüyebilmesi veya koşar adımlarla arzu edilen yolu alabilmesi toplam bakımından garanti edilemez.
Hükümetin büyümeye, cari fazlaya ve ihracata dayalı bu modelinin sonuçlarını görmemiz için zamana ihtiyacımız olacak. Ancak yeterince kişinin bu sisteme dahil olmaması veyahut da kurların herhangi bir sebepten ötürü yükselmesinin Hazine’ye yükünün olmaması pek mümkün görünmüyor. Yükün oluşmaması için verilen vadelerin hesapların açıldığı günle aynı kurda olması lazım, bu da dalgalı, güvencesiz Türkiye ekonomisi bakımından gerçekçi değil. Zaten FED’in 2022 yılının ilk çeyreğinde tahvil alımını sonlandıracağı, faizleri de arttıracağı beklenmekte. Keza bu yükün oluştuğunu var saydığımızda, Hazine yükü kaldıramayacağından MB para basmak zorunda kalır, bu da yüksek enflasyona sebebiyet verir.
Tüm bu olası sonuçlar bir tarafta dursun, zamların geri alınmayacağı gerçeği de önümüzde duruyor. Aslında istenilen, milyonlar canını dişine takmış bir biçimde yaşamaya nasıl mahkûm bırakılıyor, geçinemiyorsa, fiyatlar vatandaşın cebini nasıl yakıyor, ücretlere yapılan sözde zamlar nasıl eriyor, öğrenciler burs-kredilerle ayın sonunu nasıl getiremiyorsa öyle devam etsin, ses çıkartılmasın. Bu da emekçi sınıflar açısından kitlesel yoksullaşmanın artması, kimi sermaye bloklarının ve onun siyasi temsilcilerinin zenginliğine zenginlik katması demektir.
KAPİTALİZMİN İÇERİSİNDE RESTORASYONUN 7 MADDESİ
Yeni modelin açıklanmasının ertesi gününde CHP de iktidara geldiklerinde 7 maddeli çözüm önerilerinin ne olduğunu açıkladı.* CHP’nin bu açıklamasını Türkiye kapitalizmi içerisinde hedefinin eskiye dönüş olan bir restorasyon planı olarak okumak mümkündür. Sürekli olarak “Biz nasıl çözeceğiz?” propagandası yapmasına rağmen CHP nezdinde Millet İttifakı da halkın birikmiş ve yapısal sorunlarını somut bir biçimde hangi yol ve yöntemle çözeceklerine ilişkin asla bir şey söylememekte ısrarcılar. Bununla birlikte siyaset yapıcıların toplum üstünde bir yerde konumlandırılması, geniş kesimlerin siyasete katılımını sadece sandıkta oy vermekle sınırlayan anlayışları, çözümsüz vaatleriyle gerçeklikten uzak ve tutarsız bir hale bürünmekte.
Tek adam yönetiminin ve onun karşısında Millet İttifakı’nın sunduğu restorasyon programının da gençliğin, geniş emekçi kesimlerinin acil ihtiyaçlarına ve sorunlarına çözüm üretmeyen, en ileri vaadin “geriye dönüş” olduğu iki seçenek arasında sıkışıp kalmak zorunda değiliz. En geniş emekçi halk kesiminin bu gidişata dur demesi, birliktelikten gelen gücünün farkında olarak örgütlü bir mücadele hattını örmesi, gençliğin de özlemini duyduğu, hayalini kurduğu bir yaşam için kendi sınıfının safında bu mücadeleyi büyütmesine ihtiyaç var. Yani bizim için üçüncü bir alternatifin ne olacağına aslında okurken çalışmak istemeyen, mezun olunca iş bulmak isteyen, sosyal aktivitelerin lüks olmamasını isteyen, ayın sonunu kredi-bursla getirmeye çalışmaktan bıkan biz gençlik yığınlarının kendi talepleri için sözünü ne kadar söyleyeceği belirleyecek.
**Genelde faiz elde etme ereğiyle bankalara para yatıran kişiler.
***www.birgun.net/haber/chp-den-7-maddelik-cozum-vaadi-370206
Evrensel'i Takip Et