2021’de emek hareketi: Yatağını arayan ırmak
İşçi ve emekçiler, sermaye sınıfına ve iktidarına; kendilerini teslim olmaya ikna etmek isteyen sendikal bürokrasiye karşı birleşmeli.
Fotoğraf: Meltem Akyol/Evrensel
Şengül KARADAĞ
Sondan başlayalım… Cumhurbaşkanı Erdoğan, aralık başında, hekimlere ek zam yapılacağını açıklayınca hastaneler kaynamaya başladı. Düzenlemenin sadece doktorları kapsamasının sağlık emekçilerinde yol açtığı tepki hızla büyüdü, sendikalar ertesi gün peş peşe grev kararları açıkladı. Talep ortaktı, eylemler ayrı. Oysa sağlık emekçileri ortak eylem istiyordu, zaten etkili bir grev ancak böyle mümkün olabilirdi. Emekçilerin birlik ihtiyacı sendikaların rekabetçi ve bürokratik duvarına çarptı.
Kasım sonunda “Emek bizim söz bizim” diyen Türk Tabipleri Birliği, Ankara’da bir forumla taleplerini yinelemişti. Talepler arasında muayene süresini 5 dakikayla sınırlayan genelgenin geri çekilmesi de vardı. Bütün emekçilerin talebiydi doğru düzgün muayene. Tüm sendika ve meslek örgütlerinin bu eyleme sahip çıkması beklenirdi. Olmadı…
Sağlık alanında yılın ilk eylemlerini sağlık işçileri yapmıştı. Cerrahpaşa’da işçiler, kamu işveren sendikası TÜHİS’in sefalet zammı ve tek tip sözleşme dayatmasına karşı haftalarca eylem yaptı. TÜHİS’in, kısa süre sonra başlayan kamu TİS görüşmelerinde aynı dayatmalarda bulunacağı aşikardı. Cerrahpaşa’daki eylemler yüz binlerce kamu işçisini yakından ilgilendiriyordu. Başta Türk-İş yönetimi, sendikacıların kılı bile kıpırdamadı. Hatta bir an önce bitsin diye uğraştılar…
Kamu TİS’leri uzun yıllar sonra yeniden ilgi odağıydı. KHK ile kadroya geçirilen yüz binlerce işçi ilk kez TİS kapsamındaydı. İşçiler kadroya geçirilirken TİS hakları 3 yıl boyunca gasbedilmişti. Kayıpları çok fazlaydı, eşit işe eşit ücret istiyorlardı... Türk-İş ve Hak-İş’in ortak taslak hazırlığı beklentiyi büyüttü, ancak açıklanan taslak işçileri sefalete ikna etmekte ortak olduklarının ifadesiydi. İşçiler yüzde 12 ile bağıtlanan TİS’ten elbette memnun kalmadı. Ne yazık ki, yıllardır taşerona karşı verdikleri ve kadro hakkını elde etmelerini sağlayan mücadele tutumunun yerini sendikalardan beklenti almıştı…
İNİSİYATİF VE BİRLİK SORUNU
Sendikalı işçi ve emekçiler cephesinde bunlar yaşanırken, yıl boyunca AdkoTurk, Bel Karper, Mitsuba, Yemek Sepeti, Yurtiçi Kargo, Tüvtürk, Uğur Tekstil, Özak Tekstil, Kentpar, Xiaomi Salcomp, Carrefourrsa, A101, Şok, Lila ve daha birçok sendikasız işyeri ve fabrikada düşük ücrete, hak gasplarına, işten atmalara, sendikasızlaştırmaya karşı direnişler yaşandı. Geri dönüşüm işçilerinin, maden ve inşaat işçilerinin, motokuryelerin eylemlerini izledik. Bazısı kısmi başarılarla sonuçlandı bu hareketlerin, ama hemen tamamı işçi sınıfının diğer kesimlerinin ve sendikaların dayanışmasından mahrum kaldı.
Sendikalara duyulan güvensizliğe, sendika yönetimlerine hakim olan iş birlikçi, uzlaşmacı, bürokrat ve sınıf dışı anlayışlara rağmen ortaya çıkan sendikalaşma eğilimi, çalışma koşullarının ne kadar ağırlaştığının en açık ifadesi. Sendika kuralsızlıktan, patronun iki dudağı arasında olmaktan, yalnızlıktan kurtulmanın tek zemini olarak görülüyor… Bu aslında, sendikaların kapitalistlere karşı birlik amacıyla kurulduğu tarihsel gerçekliğe oturuyor ve gelecek açısından iyi bir temel oluşturuyor. Ancak sendikalaşmanın sağlandığı hemen her yerde süreç sendikal bürokrasinin inisiyatifi ele geçirmesiyle sonuçlandı. İlk taviz genellikle öncü işçilerin işten atılması karşısında verilince gerisi geldi; işçiler TİS sürecinin dışına itildi, işyeri temsilcileri atamayla belirlendi…
Patronlar ve sendikal bürokrasi, hareketin genelleşme eğilimini ve inisiyatifin işçilere geçmesini mutlaka engellemesi gerektiği bilinciyle hareket eder. Bu nedenle sınıf sendikacılığı yönünde ilerleyen her hareketi, az çok birleşme eğilimi taşıyan her talebi boğmaya çalışır. Şubat-mart aylarında, İstanbul’da Kadıköy, Kartal, Maltepe belediyelerinde yaşanan grevler ve olağanüstü kongre süreçlerinde Genel-İş bürokrasisinin tutumuna yön veren bu bilinçti. “CHP’li belediyelerde grev AKP’ye yarar” yaklaşımıyla üyelerini sahiplenmeyen Genel-İş Genel Merkezi, grevler sürerken işçilerden habersiz TİS’e imza attı. Genel-İş yönetiminin tutumu, üyeleri kadar AKP’li belediyelerde grevi yakından izleyen işçilerde de hayal kırıklığı yarattı.
Türk Metal’in 2015 Metal Fırtına deneyiminden çıkardığı en temel ‘ders’ de budur ve 2021 eylülünde başlayan MESS grup sözleşmesi görüşmelerini de aynı bilinçle yürütüyor. Ne zaman metal işçisinin homurtusu yükselecek olsa Türk Metal daha büyük ‘gürültü’ yapıyor.
‘SAVUNMA’DAN ÇIKIŞ!
Hasılı Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri açısından sorunların baş edilemez boyutlara geldiği 2021, işçi hareketinin potansiyelini ortaya çıkardı. Ama aynı zamanda en temel zaaflarını da belirginleştirdi: Sendikal bürokrasinin tesirinde, parçalanmış durumda, kendi hak ve talepleri etrafında birleşip genelleşemiyor.
İşçi sınıfı ve emekçiler, elindekileri korumak adına sürekli daha geriye çekilerek, bulundukları mevziden çıkıp ileri atılmadan kazanamayacak, bu belli. Her yerden yükselen “Geçinemiyoruz” çığlıklarını ortak bir sese dönüştürmeden, TİS görüşmelerine sıkışmış bir hareketin sınırlarını aşmadan ilerlemek mümkün değil. Misal metal işçileri, taslaktaki yüzde 30’luk zam teklifinin yüzde 50’ye çekilmesi talebinin yanına “Zamlar durdurulsun” talebini eklemeli, eylem alanlarında kendi gerçek taleplerini sendikanın ‘gürültüsünü’ bastıracak kadar yükseltmeli. Her şeyi göze alıp sendikalaşma mücadelesini kazanan işçiler, işyeri temsilcisini kendi belirleyemiyorsa “Bir terslik var” demeli. İşsizlik giyotin gibi bütün işçilerin tepesinde sallanırken, kıyım listesinde ismi olmadığı için kendini şanslı hissetmek yerine direnme mevzisini işten atmaların karşısına çekmeli.
İşçi ve emekçiler, pandemiyi bir silaha dönüştüren sermaye sınıfına ve iktidarına karşı, kendilerini teslim olmaya ikna etmek isteyen sendikal bürokrasiye karşı, kendi sınıfının talepleri etrafında birleşmeli. Bütün yıla yayılan eylem ve direnişler, sınıfın mücadele düzeyi açısından bir gösterge olan 1 Mayıs’ın bütün kısıtlamalara rağmen yaygın bir şekilde kutlanmış olması, bu potansiyelin ne derece güçlü olduğunu, sınıfın daha sert mücadelelere hazırlandığını gösteriyor. Geleceğe umutla bakmamızı sağlayan, kararlıca yürümemiz gereken zemin budur.