Kürt sorununun çözümü bağlamında belirsizlikler ve olanaklar
"Ülkede demokrasi, bölgede barış mücadelesinin ve bu mücadelenin bir parçası olarak Kürt sorununun çözümü bakımından olanakların artacağı bir sürece doğru gittiğimizi söyleyebiliriz.”
Fotoğraf: MA
Yusuf KARADAŞ
Geçtiğimiz yıl, Kürt sorununda içerideki baskı ve şiddet politikası ile dışarıdaki müdahale ve operasyonların açmaz ve sınırlarının daha görünür hale geldiği bir yıl oldu. Bağlı olarak ülkedeki seçim ve rejim tartışmaları ile bölgedeki yeni statüko arayışlarının, sorunun demokratik barışçıl çözümü yönündeki beklenti ve umutları arttırdığı da söylenebilir. Ancak bu durum, tek adam iktidarının Kürt sorununu içerideki baskı politikaları ile bölgedeki yayılmacı emellerin ve faşist bir rejim inşasının dayanağı olarak kullanmaktan vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Dolayısıyla karşımızda, ülke ve bölgedeki gelişmelerle iç içe geçmiş olarak, sorunun çözümü bağlamında belirsizliklerin devam ettiği ama yeni olanakların da ortaya çıktığı bir tablo bulunuyor.
Bu tabloyu oluşturan unsurları tek tek ele almak gerekirse; geçtiğimiz yıl iktidarın Kürt siyasetini terörize/kriminalize etme ve etkisizleştirme hamleleri bakımından Kobanê yargılamaları ve HDP’ye açılan kapatma davası öne çıktı. Tek adam iktidarı ve onun ‘Cumhur İttifakı’ bu davaları, sadece Kürt siyasetini etkisizleştirmenin değil; aynı zamanda demokratik siyaset zeminini ortadan kaldırıp baskı politikalarını meşrulaştırmanın ve ayrıca “HDP ile iş birliği/terör destekçiliği” gibi iddialar üzerinden burjuva muhalefeti baskılayıp parçalamanın bir aracı olarak kullanmaya çalıştı/çalışıyor.
Ancak ciddi bir ekonomik yıkım yaşayan ve her türlü hak istemleri baskı ve yasaklarla susturulmaya çalışılan işçi-emekçi halk kitlelerinin artan hoşnutsuzluğu ve Cumhur İttifakının güç kaybının görünür hale gelmesi burjuva muhalefeti de cesaretlendiriyor. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” adı altındaki bir restorasyon programı etrafında uzlaşan burjuva muhalefet, seçimlerde Kürtlerin desteğini kazanmayı gözeten ve iktidarın Kürt siyasetini terörize etme politikasına karşı görece dünden daha ‘ileri’ sayılabilecek bir tutum aldı/alıyor. Bu tutumun ilk işaretlerinden biri şubat ayında Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki Garê’ye yapılan başarısız operasyon sonrasında tepkilerin iktidara yöneltilmesiydi. CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun “Kürt sorununun çözüm yerinin Meclis ve HDP’nin meşru muhatap” olduğu açıklaması ile İP’in Meclis Grup Başkan Vekili Musavat Dervişoğlu’nun iktidar blokunun “HDP’nin meşru olmadığı” söylemine “HDP’li TBMM başkan vekili oturumları yönetiyor ve hepimiz de onun yönetimine katılıyor muyuz? Bu meşru mu, gayrimeşru mu tartışmasına en iyi cevaptır” yanıtını vermesi, bu tutumun dikkat çeken örnekleri arasında sayılabilir.
Seçim ve rejim tartışması, Kürt sorununun eşit haklara dayalı çözümü ve demokratik bir geleceğin inşa edilmesi bakımından HDP’nin ve ülkedeki demokrasi güçlerinin nasıl bir tutum alması gerektiği sorusunu da beraberinde getirdi. Tam bu noktada tek adam iktidarından kurtulmanın ötesinde burjuva muhalefetin restorasyoncu programına yedeklenmeyecek; işçi sınıfı ve halklarımızın emek ve demokrasiye dair taleplerini karşılayabilecek devrimci bir seçeneğin -üçüncü seçenek- yaratılması tartışması ve arayışı öne çıkıyor. Açıktır ki; beklenticilik yerine mücadeleyi temel alan bu arayışlar, önümüzdeki dönemde sorunun halk güçlerinin çıkarları temelinde çözümü bakımından da belirleyici bir önem taşıyacaktır.
Kürt sorununun bölgesel karakterinin öne çıkıp farklı parçalardaki gelişmelerin birbirini etkilediği ve Erdoğan iktidarının ülke içinde izlediği politikanın bir devamı olarak Kürtlerin sınırların ötesindeki kazanımlarını da tehdit olarak gördüğü bir süreçte elbette bölgedeki gelişmelere de dönüp bakmak gerekiyor.
ABD emperyalizmi, en büyük rakibi haline gelen Çin’i durdurmak amacıyla güçlerini Asya Pasifik’e kaydırmayı amaçlayan bir strateji izliyor. Ancak bu süreçte bölgedeki pozisyonunu korumak amacıyla iş birlikçilerini de yeniden dizayn etmeye çalışıyor. Bu temelde İran’ın bölgedeki etkisinin sınırlanması hedefiyle uyumlu olarak bir yandan Körfez’deki Arap rejimler ile İsrail arasında bir ‘Normalleşme’ süreci başlatıldı. Öte yandan da bu Arap rejimleri ile Suriye arasında on yıl sonra siyasi ilişkilerin yeniden kurulmasının önü açıldı.
Bu gelişmelerle bağlantılı olarak ABD Başkanı Biden ve Rusya Lideri Putin’in haziran ayında Cenevre’de yaptıkları görüşme sonrasında Suriye’de siyasi bir geçiş süreci yönündeki diploması trafiği de hız kazandı. Elbette bu trafiğin işleyebilmesinde Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki güç ve etkisini önemli oranda attıran Rusya’nın, aralarındaki iş birliğinin devam etmesine rağmen İran’ın kısmi olarak geriletilmesini kendisi için bir avantaja dönüştürme hesabı da göz ardı edilmemelidir.
Konumuz bağlamında bu gelişme ve görüşmelerin iki önemli sonucundan söz edilebilir.
Birinci olarak, Erdoğan iktidarının hem yayılmacı emelleri doğrultusunda Suriye’de yeni adımlar atıp Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak hem de şovenizm ve milliyetçiliği kışkırtarak iç politikadaki sıkışmışlıktan kurtulmak için Rojava’da yeni bir operasyon peşinde koştuğu biliniyor. Ancak ABD ve Rusya arasında Suriye konusundaki uzlaşı arayışları, Erdoğan iktidarının dün olduğu gibi bugün de emperyalistler arasındaki çelişkileri kullanarak kendine hareket alanı açabilmesini ve yeni bir operasyon yapabilmesini önemli oranda sınırlıyor.
İkinci olarak; ABD-Rusya arasındaki bu geçici ve sınırlı uzlaşma arayışı, aynı zamanda ABD ile iş birliğini sürdüren Kürt güçleri (Suriye Demokratik Güçleri) ile Suriye yönetimi arasındaki müzakere ve siyasi çözüm çabalarını da güçlendirdi. Bu noktada Erdoğan iktidarının bütün itirazlarına rağmen Kürt özerk yönetimi temsilcilerinin son dönemlerde ABD ve Rusya’ya yaptığı ziyaretlere dikkat çekmek gerekiyor.
Irak’ta da son seçimlerin ortaya çıkardığı sonuçlar ve İran destekli güçlerin etkisinin sınırlandırılmasına yönelik arayışlar, 2017’deki ‘bağımsızlık referandumu’ sonrasında kazanımları geriletilen Kürtlerin (Kürdistan Bölgesel Yönetimi) yeniden daha etkin bir siyasi aktör haline gelmesinin önünü açıyor.
Özetle, emperyalistler ve iş birlikçi gericilikler arasındaki hesap ve pazarlıkların yol açtığı belirsizlikler devam etse de ülkede demokrasi ve bölgede barış mücadelesinin ve bu mücadelenin bir parçası olarak Kürt sorununun çözümü bakımından olanakların artacağı bir sürece doğru gittiğimizi söyleyebiliriz.