Doç. Dr. Mustafa Kemal Coşkun: İnsanların politik tavrının değişmesi için örgütlemeniz gerekir
İnsanlar gündelik hayatlarında örneğin bir gün önce 10 TL’ye aldığı kabağın, ertesi gün 12 TL olduğunu görür. Ama bu, yoksullaşma artıyor diye hemen AKP’den vazgeçecekleri anlamına gelmez.

Mustafa Kemal Coşkun | Fotoğraf: Kişisel arşiv
Serpil İLGÜN
İstanbul
20 Aralık’ta ilan edilen döviz korumalı TL mevduat politikası çeşitli boyutlarıyla tartışılıyor. Kimlerin nasıl ve ne kadar kazanç sağladığı, Merkez Bankası rezervlerinin ne kadar eritildiği, işe yarayıp yaramayacağı konusundaki değerlendirmeler sıcaklığını koruyor. Göreve atandığı günden bu yana yaptığı açıklamalarla tartışma konusu olan Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, ’70’li yıllarda da denenen modeli anlatmak üzere çıktığı medya turlarında 20 Aralık’ta Erdoğan’ın bir manifesto yazdığını belirterek, o gece hiçbir manipülasyonun olmadığını savunmaya devam ediyor. “Çarpılan” küçük yatırımcılardan neşeyle bahseden Nebati, küçük yatırımcıların zarar görmesinin sorumlusu olarak muhalefeti gösteriyor.
İçişleri Bakanlığınca “Teröristler çalıştırılıyor” gerekçesiyle İBB’de inceleme yapılacağı haberinin yankıları Türkiye siyaset gündeminin bir diğer konusu. MHP Lideri Bahçeli’nin de destek verdiği soruşturma hamlesinin belediyeye kayyum atamaya varıp varmayacağı olağanlaştırılarak konuşulurken, soruşturmaya ilişkin AKP içinde ana tezle uyuşmayan görüşler beliriyor.
Yeni ekonomik modelin yansımalarını ve rejimin, değişik araçlarla muhalefet üstünde çok yönlü baskı kurma hamlelerini Sosyolog Doç. Dr. Mustafa Kemal Coşkun’la konuştuk.
Daha önce denenmiş bir modelin yeniden yeni bir modelmiş gibi sunulması karşısında dövizin hızlı düşüşü özellikle yandaş medyada “Erdoğan bir taşla birkaç kuş vurdu”, “Erdoğan yaptı”, “Şapkadan yine tavşan çıkardı” şeklinde yorumlara konu ediliyor. Erdoğan şapkadan nasıl bir tavşan çıkardı?
Aslında, şapkadan kirpi de çıkmış olabilir! Tamamen popülist bir saikle, açıklanan kur korumalı mevduat planını çok önceden planladıklarını düşünüyorum açıkçası. Fakat problem şurada, bu geniş halk kesimlerinin işine yarayacak bir politika değil. Bu aslında yine sermaye sahibinin, finans sahibinin işine yarayacak bir şey. Bu sadece doların düşmesine yaradı. O bile hâlâ yüksek, bugün mesela 12.50 idi. Geniş halk kesiminin çıkarı açısından düşündüğümüzde hayli hayli yüksek. Mesela şu günlerde “Fiyatları kontrol edeceğiz” diyorlar ya, nasıl kontrol edecekler? Fiyatları övündükleri serbest piyasa belirliyor ve böyle belirliyor. Zaten serbest piyasaya bırakırsanız başınıza bunlar gelir. Fakat 10 lira yatırdınız, diyelim ben yatırdıktan üç ay sonra dolar daha fazla arttı, ben hem yatırdığım o 10 lira karşısında faiz alacağım, hem de dolar arttığı için o doların getirisi bana ödenecek. Kim ödeyecek, hazine, yani devlet. Hazine nereden ödeyecek, para basacak, basıyorlar da zaten. Para basmak enflasyon demek, paranın daha fazla değersizleşmesi demek. O yüzden tavşan filan çıkmış değil, üç ay sonraya bakmak lazım. Para yatıranlar kimler, dolara ve altına para yatıranların yüzde 50’si 60’ı sahiden dolarını bozdurup TL’ye geçmiş mi, ona bakmak lazım. Ben pek öyle olacağını sanmıyorum. Üç ay sonra aynı duruma düşebiliriz.
Politikanın işe yarayıp yaramayacağı tartışmalarında, ekonomik krizin dövizdeki yükselişten ibaretmiş gibi ele alınması da problem teşkil etmiyor mu?
Elbette. Temel mesele üretimin olmaması. Enflasyonun tek nedeni dolar değil, siz üretim yapmaz da bir sürü şeyi dışarıdan alırsanız o fiyatlar mecburen artar. AKP bunun bu ülkede en üst noktasıdır ama AKP ile başlamamıştır. ’80’den sonra her şeyi özelleştirdiler ancak AKP ile doruğuna ulaştı. Devlete ait olanları sattıkları gibi, eğitimden, sağlıktan da çekildiler. Ankara’da ankamal denilen AVM’nin yerinde daha önce devletin et ve et ürünleri tesisi vardı. Üretim yapılan yeri satıyorsun, tüketim yapılan yere dönüşüyorsun, böyle bir ülkede enflasyon düşer mi? Dolayısıyla temel mesele devletin artık üretime yatırım yapmaması. Devletin kamu adına üretimden çekilmesi. Kamunun o girişimci özelliğinin neoliberalizmle birlikte tamamen ortadan kalkmasında yatıyor aslında. Böyle olunca enflasyon da artar, insanlar da daha da yoksullaşır.
Kapitalizmin temel özelliğidir, herkesi işçileştirmeye çalışır. Çünkü artı değer emek üzerinden elde edilir, siz ne kadar çok kişiyi işçileştirirseniz artı değeri de o kadar arttırırsınız. Bir taraftan işçileştiriyor, bir taraftan da yoksullaştırıyor. Çalışan yoksulluğu diye bir şey var değil mi? Ne demek çalışan yoksulluğu? Hem çalışıyor, üretiyor aynı zamanda da yoksul. Kapitalist ekonomik ilişkilerin bizi getirdiği nokta bu.
AKP uzunca zamandır dış siyasetten sağlığa, kendi yarattığı sorunları, krizleri öteleme, idare edebilir ya da sürdürülebilir kılma stratejisini uyguluyor. Kur korumalı mevduat hamlesi de bu strateji içinde değerlendiriliyor ancak bu öteleme taktiğinin maliyetinin arttığı yorumlarına katılır mısınız?
AKP bu konuda gerçekten çok başarılı. Algı hikayesini müthiş yönetebiliyor. Şöyle bir şey yaratılıyor, “Bakın Cumhurbaşkanının bir açıklamasıyla her şey düzeldi!” Bir şeyin düzeldiği yok ama bu işte çok başarılılar çünkü devlet araçları, manipülasyon araçları, medya kanalları vs. birçok güçleri var, bunu yadsımamak lazım. AKP’nin bu kadar uzun süre iktidarda kalabilmesinde yukarıda değindiğim gibi halkı bir taraftan yoksullaştırıyor, bir taraftan işsizleştiriyor, işçileştiriyor, bunu yaparken de kendisine bağlı sınıf örgütleri yaratıyor. Hak-İş gibi, Memur-Sen gibi kendisine bağlı, kendisine itiraz etmeyecek sınıf örgütleri yaratıyor. Elbette ideolojik faktörler de var, din gibi. Fakat kriz dönemlerinde işler böyle yürümez. Kriz dönemlerinde bazen öyle olur ki, kapitalizmin çelişkileri insanın gözü önünde apaçık ortaya çıkar. İnsanlar gündelik hayatlarında örneğin bir gün önce 10 TL’ye aldığı kabağın, ertesi gün 12 TL olduğunu görür. Ama bu, insanlar ekonomik olarak zor durumda kalıyorlar, yoksullaşma artıyor diye hemen AKP’den vazgeçecekleri anlamına gelmez. Başka ideolojik şeyler de var. Asgari ücreti artırdılar mesela, şöyle propaganda ediyorlar “A ne güzel asgari ücret arttı”, hayır herkesi asgari ücrette eşitliyorlar giderek. Çünkü dışarıya gösterecekler, “Gelin en ucuz asgari ücret bizde!” Çünkü iş gücüdür artı değeri üreten. O iş gücüne ne kadar az öderseniz, artı değeriniz o kadar artar. AKP de bunu yapıyor.
“Ekonomik kriz, hızlı yoksullaşma Erdoğan ve AKP’yi iktidardan düşürecek” propagandası nasıl kırılganlıklar taşıyor?
Burada fazla ekonomik indirgemeci davranıyorlar. Yani insanlar için bir ürünün 10 TL’den 15 TL’ye çıkması önemlidir tabii ama bunun suçunu kimde buluyor, bunu kime yüklüyor? İkincisi, insanların politik tavrının değişmesini istiyorsanız örgütlemeniz gerekir. Örgütlemeyi beceremezsen durduk yere kimse sana oy vermez. Mesela kriz dönemlerinde bu ortaya çıkar, Türkiye’ye gelen göçmenleri düşünün, insanların çoğu bu ülkede işsizliğin, yoksulluğun nedeni olarak göçmenleri görüyor, iktidarı görmüyor. Suriyeliye saldırıyor, Afganlıya saldırıyor vs… Böyle olunca da sağcılaşıyor. Sağcılaştıkça başına gelen kötü şeyleri gördükçe iktidara sarılıyor. Şöyle düşünse, “Bizim işsizliğimizin yoksulluğumuzun nedeni göçmenler değildir, bunlar tamamen kapitalist ekonomik ilişkilerle ilgili” derse solculaşacak. Ama bunu örgütleyecek bir şey yok ortada. CHP’ye bakın mesela, 20 Aralık’ta ters köşeye yattılar, şundan dolayı, bütün muhalefetini dolar üzerinden yaparsan, gerçi başka şeyler de söylüyorlar ama mesela şöyle bir söylemleri yok, “Biz gelince kamulaştıracağız. Şu şu fabrikaları tekrar açacağız” demesi gerekir. Bunu söylerken sadece CHP’yi kastetmiyorum, insanların bu iktidarın peşinden ayrılmalarının yolu başka bir politikaya inanmalarıdır. Meseleyi bir bütün olarak düşünmek gerekir, sen o insanları örgütlemezsen gelmezler sana.
Muhalefetin 20 Aralık’tan sonraki birkaç gün etkili söz üretmekte zorlanmasının nedenleri neler? Erdoğan’ın müdahale kapasitesi, araçları kalmadı söylemi neden çöktü?
Muhalefet de piyasa ilişkileri dışında düşünemiyor ki, onlar da piyasacı. Dolar artınca dolarla politika yapmaya başladılar. Piyasa kurallarıyla düşünen bir yapı var. Buradan başka bir politika çıkmaz ki. Alternatif bir politika geliştirmiyor. Yoksulluğu, işsizliği nasıl çözeceksiniz, biraz önce söyledim devlet yatırım yapacak. Tekrar kamu iktisadi teşebbüsü kuracak. Yapacaksa bu sorunların bir kısmını çözebilir. Özelleştirdikleri ne varsa, alacaksın tekrar ama böyle bir vizyonları yok ki.
OY VERENLERİN AKP’YE DESTEKTEN VAZGEÇMESİ İÇİN BAŞKA BİR GÜÇ GÖRMESİ LAZIM
Erdoğan her sıkışmada dini söylemleri kuvvetlendirerek geri çağırma siyasetini sürdürüyor. Hızlanan yoksullaşmamız karşısında Nas’a kadar gelmiştik. Şu günlerde de Hayrettin Kahraman gibi isimler üzerinden yapılanın faiz artırımı değil hibe olduğu savunuluyor. Dini retorikler, tüp gazın 250 TL’ye varması gerçeği karşısında gücünü koruyor mu? Çalışan bir propaganda mı?
Hâlâ çalışıyor maalesef çünkü dediğim gibi manipülasyon araçları ellerinde. Diğer taraftan devletin kurumları aracılığıyla çalışıyor ama nereye kadar çalışır bu da mücadeleyle engellenebilecek bir şey. İnsanları örgütleyebilirsek bunun da bir sınırı var, bu söylem her zaman işe yarayacak değil. Belirttiğim gibi, solcularda da yaygın olan ekonomi kötüye gidince herkes AKP’nin arkasından çekilecek görüşünden çıkmalı. Hayır efendim öyle bir şey yok, oy verenlerin AKP’nin arkasından çekilmesi için yanında başka bir güç görmesi, ona inanması lazım.
Dini söylemlerle birlikte, benzer argümanlarla kutuplaştırma da kuvvetlendiriliyor. Beyaz Türkler ve inançlı Müslümanlar ayırımı, çekirdek seçmen dışındaki kesimler üzerinde bir etki sağlar mı?
Kutuplaştırma, AKP’nin en temel kullandığı araçlardan bir tanesi. Din, terör, Kürt sorunu, Alevi meselesi vs. Erdoğan kutuplaştırmayı iktidarını devam ettirmenin aracı olarak düşünüyor. Bundan vazgeçeceğini sanmıyorum. Ancak bunun da etkisi bir yere kadar. Bir öğrencimin Konya’da yaptığı bir araştırma vardı. Patronla işçisi aynı cemaatten, tamam. Beraber camiye gidiyorlar falan tamam da sen bu adama beş ay maaş ödemediğin zaman o cemaat ilişkisi vs. bir yere kadar. Adam sonuçta aç. Dolayısıyla ekonominin böyle bir etkisi olabilir. Devletler insanların kötü durumlarını listeler. Bunun nedeni vardır, o kötü durumu gösterdikçe tekrar sana sarılır, çözümü sende görür. Çözümü onda gördüğü sürece yine değişmez. O nedenle meseleyi CHP’sinden sosyalist partilerine kadar, insanları örgütleyebiliyor mu örgütleyemiyor mu ile birlikte düşünmek gerekir.
Gelişmelerin Erdoğan’a seçim ortamı hazırlama konusunda zaman kazandıracağı, dolayısıyla erken seçime gideceği tartışmaları da yapılıyor. Erken hatta baskın seçime girebilir mi Türkiye?
Bunların seçime dönük hamleler olduğunu ben de düşünüyorum. 2022’de seçim olacağını tahmin ediyorum. Çünkü sadece kur korumalı mevduatı hamlesini düşünmeyelim, asgari ücretin arttırılması, EYT’lilerin durumuna, memur, emekli maaşlarını vs. görmek lazım. Şunu da ekleyeyim, hukukçu değilim ama erken seçim yapmak zorunda Erdoğan çünkü bu Anayasa’ya göre normalde üçüncü kez aday olamaz. Aday olmasının tek koşulu erken seçim. Kimisi olabilir diyor ama ben olamaz diye düşünenlerdenim.
HDP’YE SALDIRANLAR ARKALARINDA BİR GÜÇ OLMASA BUNU YAPAMAZLAR
İBB ve Başkan Ekrem İmamoğlu, bu kez de belediyede “Teröristleri çalıştırdığı” iddiasıyla karşı karşıya. Belediyeye yönelik iktidar baskısının, seçim dışındaki saikleri neler?
Muhtemelen suçlu göstermeye çalışıp meşruiyet yaratmaya çalışıyorlar. Yani kayyum atamak için değil sadece, o da olabilir, ama bu zor olur ya da buna meşruiyet sağlamak zor, topluma kolay kolay anlatamazsınız. Ama genel anlamıyla yıpratmak sanırım asıl yapılmak istenen. Bu daha kolay. Sanırım bunun yapmaya çalışıyorlar ve bu tutarsa, yani toplumda karşılık bulursa ancak o zaman kayyum söz konusu olabilir.
İBB’ye soruşturma, HDP İstanbul Bahçelievler İlçe Örgütüne saldırı, birçok alanda devreye sokulan manipülasyon, kutuplaştırma… Ne dersiniz, Bekir Ağırdır’ın dediği gibi iktidar seçim sathı mailinde birçok düğmeye aynı anda mı basıyor?
Ben bu iktidarın iktidarda kalmak için her şeyi yapabileceğini düşünüyorum açıkçası. Örneğin HDP binasına saldıranlar akalarında bir güç olduğunu bilmeseler, düşünmeseler bunu yapamazlar ya da yapmazlar. Bir destek, bir güç var arkalarında ve bunu biliyorlar, o nedenle böyle bir şeyi yapabiliyorlar sanırım. Kutuplaştırmak bu iktidarın hep işine geliyor ve bu nedenle ya Alevi-Sünni, ya Kürt-Türk ya da aklınıza gelebilecek başka bir şeyle bu kutuplaştırma siyasetini güdüyorlar. En son beyaz Türk meselesi oldu mesela. Bu anlamda birçok düğmeye aynı anda bastığını söylemek çok da yanlış olmayabilir.
DAYANAK NOKTAMIZ İTİRAZ EDENLERİ GÜÇLENDİRMEK
Toplum olarak ekonomik krizin de etkisiyle geleceksizlik, yarınını görememe, belirsizliğin kaygıyı arttırması gibi duygularımız yoğunlaştı. Bir yandan da direnç noktaları da arıyoruz. Umudu ve direnci arttırmak için basacağımız zemin nereler?
Dayanak noktaları elbette her zaman var, ama bu dayanak noktaları durduk yere çıkmıyor. Pratik hayatta insanlara ulaşabildiğimiz sürece bir dayanak noktamız olur. Onlara ulaşabiliyorsak, yaşadığımız sorunları bu sistemin yarattığını onlara anlatabiliyorsak, bize güvenmesini sağlayabiliyorsak bir dayanak noktamız olabilir. Sistem her zaman hegemonya altına alamaz. Mutlaka itiraz eden gruplar çıkacaktır ve çıkıyor da. Türkiye’de de çıkıyor. Bütün bunları güçlendirmek, bunlarla hareket etmek dayanak noktamız.
Evrensel'i Takip Et