01 Ocak 2022 23:25

Çağdaş yeldeğirmenleri

Yel değirmenleri, tıpkı günümüzün kentlerini ucubeye çeviren beton kuleler, yerli-yersiz camiler, barok özentisi resmi binalar gibi çürümenin simgeleriydi.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Aydın ÇUBUKÇU

AKP iktidarının Türk-İslam medeniyetleri içinde özel ve nihai bir yeri olacağına inanan kimi İslamcı “münevverler”, bunu görünür kılacak olan şeyin “ yeni bir mimari” olacağını da ileri sürüyorlardı. Eğer bu zihniyetin ya da hanedanın iktidarı, hayal edildiği gibi 50-100 yıl sürecekse, silinmez bir iz bırakabilmesinin yolu özel karaktere sahip mimariden geçecekti. Mimari, Osmanlıcıların terminolojisinde, mülk edinilmiş topraklara “Mühür vurmak” demekti! Erdoğancılık da, kendi “medeniyetinin” damgasını mimarlıkla vurmalıydı!

Yeni mimari anlayışına uygun binalar yapmak, inşaat ekonomisini ve bunun ekseninde şekillenen yeni tekelcileri besleyecek bir yoldu; dolayısıyla hem ideolojik hem de ekonomik bakımdan elverişli bir sistemi birlikte oluşturuyorlardı.

Hararetli ve heyecanlı tartışmalar arasında gündeme gelen Taksim Meydanı’na bakan Atatürk Kültür Merkezinin yıkılması konuşulurken Erdoğan, “Barok mimariyle bütünlük arz edecek şekilde buraya dev bir opera binası yapalım. Türkiye’de opera binamız yok.” dedi.

Herhalde barok kelimesini, Osmanlı saraylarının konuşulduğu bir sırada birilerinden duymuş olmalıydı. “Biz de onlar gibi yapalım” diye düşünmüştür belki.

ÇÖKÜŞÜ SÜSLEME MİMARİSİ

Barok tarzının saraylarda ve camilerde kullanılması, Osmanlı’nın çöküş döneminde moda haline gelmiştir. Lale Devri’nde başlayıp yıkılışa kadar çeşmeler, camiler, saraylar, bu şatafatlı, göz alıcı üslupla yapılmıştır. Böylece, özellikle rokoko tarzı süslemecilik ve ayrıntı bolluğu, geleneksel arabesk çizgilerle de birleştirilerek çöküşü süsleme işlevi yüklenmiştir.  Gösteriş ve “debdebeye”, “azamete” meraklı ama bu kavramların içini doldurma gücünü giderek kaybeden her iktidar, bizde de Avrupa’da da bu modaya kapılmıştır. Lakin Osmanlı özentisi kesime göre, bu barok, Osmanlıyla sınırlı kalmayıp Selçukluları da içermeliydi!

Cumhurbaşkanlığı Sarayı projesi için Erdoğan,  “Ankara, bir Selçuklu başkenti mesajı vermemiz lazımdı” sözlerini bu esas üzerinde söylemişti.

Yeni mimari’nin Has Mimarı olarak Şefik Birkiye seçildi.

Şefik Birkiye, bugüne kadar, Ordu Belediye binasının ve Brüksel Selimiye Camii’nin projelerine imza atmıştı. Haydarpaşa Projesi de ona aitti. Çalık Holdingle birlikte geliştirdiği bu proje, 2001 yılında düzenlenen “Kadıköy ve Haydarpaşa Liman Bölgesi Yarışması”nın üstünden atlayarak kendini kabul ettirmişti!  “Yapay bir Boğaz” ve “Venedik kanalları” ile lale biçimindeki yedi “simgesel kule”yi de içeren bir “çağdaş Osmanlı mimarisi” hayal ediyordu.

KENT VE HEGEMONYA

Kuşkusuz AKP’nin gerek belediyecilik gerekse merkezi iktidar dönemlerinde büyük kentlere duyduğu derin ilginin kaynağında en önemli pay ranttır. Ne var ki, bu aynı zamanda ideolojik ve siyasi hegemonyanın aracı olarak da önemlidir. Kent parçaları üzerinden muhalefet yürütenlerin tutkulu tepkilerini çeken her uygulama, sistemli bir bütünün unsurlarıdır.  

Taksim Meydanı, Haydarpaşa Garı, Validebağ Korusu gibi rant ekseninde yürütülen kent saldırılarına karşı eski kent dokusunun harap edilme girişimlerinin “yarar” ve “kâr” kavramları ile birleşmiş bir hegemonya amacının bulunduğundan kuşku duyulmamalıdır. Çünkü kentin “Kendilerine benzetilmesi” bütün dünyada olduğu gibi, yönetenin “ruhunun” günlük hayat içinde dolaşıma sokulması demektir.

Bu dönemde yapılan Beştepe’deki Saray başta olmak üzere, belediye binalarından öğrenci yurtlarına, okullardan camilere,  kadar her yerde aynı sakil “Selçuklu- Osmanlı” taklidi kemerlerin kullanılmasının yalnızca zevksizlikten değil, ortalıkta gezinen gericilik ruhundan doğduğunu anlayabiliriz. Sözde,  “Bizi başkalarından ayıran milli ve yerli” özelliklerin kentlerin görünen yüzüne egemen kılınmasının, diğer simgeler, müzikler, sloganlar, söz kalıpları, siyasi ve dinsel ajitasyonlar kadar etkili olduğu görülebilir. Üstelik kent hayatının içinde her gün her saat “seslenen” unsurlardır bunlar. Yaşama alışkanlıkları aracılığıyla bilince ve bilinçaltına işler, her an yönetenin yüzünü, zihniyetini aksettirir.

Don Kişot’un yel değirmenlerine saldırması bir sezgiye işaret eder. O, yaşadığı dönemi bir “Demir Çağı” olarak görüyor ve kendisinin “Altın Çağı” geri getirmekle görevli olduğuna inanıyordu. Yel değirmenleri, tıpkı günümüzün kentlerini ucubeye çeviren beton kuleler, yerli-yersiz camiler, barok özentisi resmi binalar gibi çürümenin simgeleriydi.

 

ÖNCEKİ HABER

Doğanın devleti veya kapitalist devletin doğası

SONRAKİ HABER

2021’in ‘popüler’ bir yüzü: Egemen sınıfların ‘devlet’ kavgası

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa