Bir sanat seyyahının gözünden konser salonları
Müzisyen Yalçın Akyıldız ‘Müziğin Mabetleri’ kitabında, Avrupa’da bulunan, gezip gördüğü 30 konser salonunu tüm yönleriyle anlatıyor.
Yalçın Akyıldız | Fotoğraf: Kişisel Arşiv
Özlem ERTAN
Konser salonları, özellikle de uzun zaman önce inşa edilmiş olanlar, müziğin nota kağıtlarından çıkıp özgürlüklerine kavuştukları mekanlardır. Tam da bu yüzden sanatseverler için bir nevi mabet gibidir onlar. Yüzlerce yıl evvel ilk kez seslendirilen bir eserde çalınan yaylıların sesleri ahşap kaplamalara takılı kalmıştır, fresklerde işlenen hikayeler, sahneden yükselen melodilerle kol kola girmiş ve dinleyicilerin zihinlerine o şekilde kazınmıştır. Elbette sadece konser değil, opera ve bale salonları için de geçerlidir tüm bunlar. Ancak ben bu kez konser mekanlarından bahsedeceğim. Zira bu yazının kaleme alınmasına vesile olan kitap, Avrupa’nın konser salonları hakkında.
EN ÖNEMLİ KONSER SALONLARI
Müzisyen Yalçın Akyıldız’ın kaleme aldığı, Literatür Yayınları etiketiyle okurlarla buluşan ‘Müziğin Mabetleri’, hepsi de birbirinden önemli 30 konser salonunun mimarisi, akustiği, tarihi, sanatsal anlamda önemi hakkında içerikli ve kolay okunan, akıcı yazılardan oluşuyor. Ancak Yalçın Akyıldız’ın yazılarını sadece bilgi verici metinler olarak görmemek gerek, zira bunlar aynı zamanda bir sanat seyyahının izlenimleri… Evet, Yalçın Akyıldız’ı sanat seyyahı olarak tanımlamak yanlış olmaz. Zira yazar, gezip gördüğü, konser dinlediği salonlarda hissettiklerini, izlenimlerini de aktarmış bu metinlerde. Bilgileri ise kendi kişisel zihin ve duygu süzgecinden geçirerek kaleme almış. Tam da bu yüzden okurların ‘Müziğin Mabetleri’ni okurken Yalçın Akyıldız’la birlikte Viyana, Prag, Berlin, Londra, Zürih gibi Avrupa kentlerinin konser salonlarında dolaştıklarını, müzik dinlediklerini hissetmeleri kuvvetle muhtemel. Aslında konser salonlarının yanı sıra kentlerle ilgili ilginç detaylar ve izlenimler de var bu yazılarda. Ne de olsa Akyıldız, konsere gitmeden önce o kentin sokaklarında kulaklığından yayılan müzik eşliğinde yürüyor, caddeleri, parkları adımlıyor… Fotoğraflarla da zenginleştirilmiş kitabın baskı kalitesinin son derece yüksek olması da bu okuma deneyiminden alınan keyfi çoğaltıyor.
TARİH, SANAT, EDEBİYAT
Yalçın Akyıldız’ın, konser salonlarıyla ilgili deneyimlerinden damıttığı yazılarında, tarihte geçen ilginç olaylar kadar edebiyat ve sanat tarihinin unutulmaz figürlerine de rastlamak mümkün. Festspielhaus’un içinde bulunduğu Baden-Baden’e gitmek için bindiği tren, Almanya’nın ismiyle müsemma Kara Orman bölgesinden geçerken, Tolstoy’un ölümsüz romanı ‘Anna Karenina’nın karakterlerinden Kiti geliyor Yalçın Akyıldız’ın aklına. Ne de olsa Kiti sağlığına kavuşması için ailesi tarafından kaplıcalarıyla ünlü Baden-Baden’e yollanmıştı. Çağrışımlar, çağrışımlar… Düşünce ve büyük oranda sanat tarihi de çağrışımların, birbirini besleyen bilgilerin ve yaratıların üstünde yükselmiyor mu?
Yalçın Akyıldız’ın kaleminden Berliner Philharmonie’yi okurken, Berlin Filarmoni Orkestrasının İlk Şefi Hans von Bülow’un adını görüyorum ve hafızamın bir köşesinde uyuyakalmış bazı bilgiler, hisler uyanıyor. Hans von Bülow, Franz Liszt’in kızı Cosima’nın ilk eşiydi ve Cosima, Alman Besteci Richard Wagner’e aşık olunca onu terk etmişti. Bülow’un ismine bakarken tüm bunlar ve çok daha fazlası hücum ediyor zihnime. Burada Hans von Bülow’a da haksızlık etmemek lazım, tabii ki. Çünkü o, Wagner ve Cosima meselesinden bağımsız olarak çok önemli bir müzik insanı ve orkestra şefiydi.
WAGNER VE HEYKELLER
Söz Richard Wagner’den açılmışken, Prag kentindeki Rudolfinum Salonuyla ilgili olarak kitapta yer alan yazıdan bir alıntı yapmak isterim. “Nazilerin Prag’da hüküm sürdüğü dönemde bina Alman Filarmoni Orkestrasının emrine verilmişti. Nazi idarecilerinin buradaki ilk işi çatıdaki Mendelssohn heykelinin kaldırılmasını emretmek olacaktı. Çek Yazar Jiri Weil’ın ‘Çatıdaki Mendelssohn’ adlı kitabında anlattığına göre olay şöyle gelişiyor: Heykelin kaldırılması emrini alan SS subayı çatıya çıktığında burada birçok besteciye ait heykel olduğunu görür. Ne var ki hiçbirinin ismi belirtilmemiştir, sakıncalı heykeli nasıl bulacağını bilemez. O anda ırk bilimi dersinde öğrendiğini hatırlar: Yahudiler büyük burunlu olurlar! Hemen büyük burunlu heykeli tespit eder ve işçilere kaldırmalarını emreder. İşçiler işlerini yaparken subay yaptığı hatayı geç de olsa fark eder, Mendelssohn yerine Hitler’in en sevdiği Besteci Wagner’in heykelini yerinden kaldırtmıştır.”
Wagner Hitler’in sevdiği besteciydi, doğru, ama çok da büyük besteciydi. Opera sanatında amacın ses gösterisi değil, anlattığı öyküyü tüm yönleriyle aktarmak olduğunu savunmuş ve müzikli dramı geliştirmişti. Konumuz Wagner değil tabii, o yüzden bu mevzuyu burada kesiyor ve asıl konuya geliyorum.
ON YILLIK EMEK ÜRÜNÜ
Yalçın Akyıldız, on yıllık emeğinin ürünü olan kitabının ön sözünde, “Bu kitabı yazma hayali 2010 yılında Royal Albert Hall’deki bir konser sırasında aniden konuverdi omzuma. Sonraki on yıl boyunca bu hayalime sıkı sıkıya sarıldım,” diyor. Sanatın, müziğin, konserlerin büyüsüyle yollara düşen, konser salonlarında birbirinden önemli sanatçıları, orkestraları dinleyen Yalçın Akyıldız’ın bu sanat seyahatnamesinin rehberliğinde yolculuğa çıkmaya var mısınız?