8 Ocak 2022 00:19
/
Güncelleme: 9 Ocak 2022 10:41

Prof. Dr. Fuat Ercan: Sokaktaki insanın çektiği her ah, politik

Erdoğan ve AKP iktidarının manevra yeteneğine sahip olmasının arkasında hiç kuşkusuz günü birlik stratejileri değil, devlet aygıtını elinde bulundurması yatıyor.

Prof. Dr. Fuat Ercan: Sokaktaki insanın çektiği her ah, politik

Fuat Ercan | Fotoğraf: MA

Kur korumalı TL mevduat hesabı adı verilen yeni ekonomi modeline geçişle birlikte dövizde bir miktar düşüşün sağlanmasıyla, özellikle yandaş medyada yüzler gülmüş “Erdoğan kaybettiği gündem belirleme yetisini geri aldı”, “Sorunu yine ben çözerim” algısını pekiştirdi gibi yorumlar hızlıca devreye sokulmuştu. 31 Aralık akşamı gelen yüksek oranlardaki zam sağanağı, arkasından açıklanan enflasyon oranları akla ziyan savunma argümanlarıyla izah edilmeye çalışılsa da aynı çevrelerde yeniden kaygılara sebep oldu. Maliye ve Hazine Bakanı Nureddin Nebati, gözlerindeki ışığı yaymaya çalışarak, yeni ekonomi modeliyle ilgili her gün yenisini eklediği açıklamalarına son olarak “Artık heterodoks politikaya geçmeyi” ekledi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir yandan durumun kontrol altına alındığını söyleyerek, dünyanın 10 ekonomisi arasına gireceğini vadederken, bir yandan da artık her bakımdan canı burnunda yaşayan halk kitlelerinin öfkesinin sokağa yansıma olasılığına karşı önlem alıyor. Erdoğan’ın “sokağa dökülenlerin 15 Temmuz’da olduğu gibi süpürülecekleri” tehdidine karşılık, Ana Muhalefet Partisi Lideri Kılıçdaroğlu, “Bizi sokağa çıkarmak istiyor ama çıkmayacağız, sandıkta gerekeni yapacağız” yanıtını vererek, iktidarın çizdiği sınırlar içinde hareket edeceklerini ilan etmiş oldu.

Derin yoksulluğu ve açlığı pekiştiren ekonomik krizin yarattığı güncel sorunlardan geriye doğru baktığımızda sorunun kaynağı olarak nereyi görüyoruz? Erdoğan’a manevra kabiliyetini kazandıran ne? Dayandığı sermaye çevrelerinin talepleri karşılanabiliyor mu? Toplumdaki memnuniyetsizlik nasıl örgütlenebilir?

Sosyal Bilimci, Prof. Dr. Fuat Ercan’la konuştuk. 

Ekonomide yokuş aşağı gidişe sizin deyiminizle olay anından çıkıp mesafe alarak baktığımızda nasıl bir arka plan görürüz?

AKP iktidarının epeyce sendelediği bir dönemden geçiyoruz ve haklı olarak çok yoğun bir şekilde olay anının, o gürültünün içinde hareket ediyoruz, R.T. Erdoğan da olay anı/gürültüsünden ziyadesiyle besleniyor. Son “Sokağa çıkma” açıklaması tam da bu beslenmenin güncel dile gelişi. Bizi olay yerine en fazla bağlayan işleyişin ifadesi/ sinyalleri olan fiyatlar. Fiyatlara bakmak gerekiyor, ama fiyatların üzerini örttüğü ve hakikat içeren işleyiş-sisteme bakmalıyız. Medyanın beslediği/medya ile beslenen bir muhalif iktisatçının varlığına yol açtı bu gürültülü ortam. Döviz kuru, faiz şöyle olursa ne olacak gibi hava durumu açıklamalarına benzer bir gündem oluşturuluyor. Fiyatlar siyasi iktidarın algılar üzerinde oynamasının önemli bir aracı olduğu için mesafeli durmamız gerekiyor. Mesafeyi koruyup en temel bilgilerimize başvurduğumuzda R.T. Erdoğan ve AKP iktidarının manevra yeteneğine sahip olmasının arkasında hiç kuşkusuz günü birlik stratejileri değil, devlet aygıtını elinde bulundurması yatıyor. Ama mesafeyi koruduğumuzda şu soru gündemimizi belirliyor, ABD’de Trump, Brezilya’da faşist Bolsanoro, Hindistan’da Modi, Macaristan’da Orban nasıl kitlelerin desteğini aldı sorusu öne çıkıyor. Kitleler verili olan işleyişten çıkmak için politik gündemi de zorlamalarına rağmen bu liderleri seçtiler. Niye? Yine sol düşüncede egemen olan baskıcı iktidarlar her zaman için sermayenin istediği yönündeki vurgu da pek kabul edilmeyecek durum. En azından sermayenin zaman içinde iyice farklılaşan çıkarları ile iktidar arasındaki çok dinamik çelişkileri görmemiz gerekiyor. Türkiye’ye bakın? TÜSİAD ve hatta artık TOBB’de iktidara yönelik taleplerini sıklıkla dile getirir oldular. Sermayenin basit uzantısı iktidar kavramlaştırmasına mesafeli yaklaşmalıyız, bu sermayenin farklı kesimleri ile ittifak kurmak için değil tam da AKP iktidarının manevra yeteneğini azaltan farklı sermaye grupları ile olan ilişkisini görmek açısından önemli. Devlet aygıtını elinde bulunduran siyasal iktidar ile sermaye arasındaki ilişki bize sadece AKP iktidarı döneminde değil ama tüm zamanlarda destek verdiği hatta elini tutup kaldırdığı sermaye grupları olduğunu gösterdi.

Beşli çete olarak anılan sermaye grubu gibi mi?

Evet tabii ki sermaye grubu, ama iktidarın devlet aygıtını harekete geçirerek diğer sermaye gruplarına rağmen destek-güç edindiği sermaye grubu. Koç Grubunun tarihine bakın gelişiminin tüm aşamalarında siyasal iktidarla özel ilişkiler kurduğunu görüyoruz. Bu ifade bize sermaye ile iktidar arasındaki ilişkinin tek taraflı olmadığını gösteriyor. Siyasi iktidarların devlet aygıtını kullanarak sermayeyle kurduğu ilişkileri iyi düşünmemiz lazım. Özellikle kapitalist toplumun yeniden üretiminin dönüşüm ve yer yer kriz dönemlerinde siyasi iktidarların AKP örneğinde görüleceği gibi kontrol edebileceği bir sermaye grubu oluşturduğunu vurgulamamız gerekiyor. Ama bu karşılıklı bir bağımlılığa dönüşüyor. Tüm bu çöküşe tırmanma sürecinde iktidardan el alan sermayeleri çevresinde tutmak için iktidar özel çaba gösteriyor. Bir örnek; torba yasa ile şirketlere devredilen limanların ihalesiz şekilde sözleşmelerinin 49 yıla çıkarılmasını sağlandı. O zaman şu basit açıklama; “Evet beşli çete var”, ama çete sermaye birikim sürecinin aktif unsuru ve süreç içinde hep çeteler oldu. Devlet-sermaye ilişkisini ele veren bir olgu, ama bu ilişki üzerinde ısrarla durunca (CHP’nin yaptığı gibi) bir gerçeği göz ardı etmeyelim, iktidardan nemalanan çetelerin bu lanet kapitalist sistemin ürünü olduğunu unutmamız gerekiyor. 

20 Aralık’ta geçilen yeni ekonomi politikası esas olarak iktidarın etrafındaki sermaye açısından belirsizliği giderebilmek için mi devreye sokuldu? Ya da onlara nasıl bir imkan sağladı?

Siyasi iktidar emek gücü üzerinde zaten baskısını kurmuş ve 2010’lu yıllarda iki sermaye grubu ile bağlantı kuracak el yordamı stratejilere yöneldi. İktidarın kamu kaynakları ile donattığı kendi egemenliği altındaki sermayeler (en iyi ifade beşli çete) ve küçük, orta boy sermaye grupları. Birinci grup için ihaleler, kamu arazileri ve mega projeler ile besliyor ayakta tutuyor. Diğer geniş grup ise küçük orta boy emek yoğun sermaye grupları. Bu grupların partinin adında da olduğu gibi kalkınmaya ihtiyaçları var. Yani sermaye birikiminde yol almak istiyorlar, en büyük engel ise sermaye yoğun ve görece artı değere yönelmek için daha fazla sermaye yani borç, yani kredi. Türkiye’de para sermayesi üzerinde güç donanımı olan büyük sermaye grupları için para sermayeden faiz kazancı hep önemli olmuştur. Faiz lobisi ve faiz üzerinden iktisatçı olma tam da sermayenin kendi iç çelişkisinden kaynaklanıyor. Artan döviz kuru ve artan belirsizliğe karşı tüccar zekası ile devletin olanaklarını kullanma olarak düşünebiliriz 20 Aralık kararlarını. Ama tutmadı.

Peki ya küçük ölçekli sermaye grupları?

AKP iktidarının toplumsal alandaki manevra yeteneğinin temel nedenlerinden biri bu sermaye yoğun emek yoğun sermayelerle gerçekleştirilen ittifak olduğunu söylemeliyiz. AKP iktidara geldiği kriz koşullarında çaresiz olan farklı sermaye gruplarından destek aldığı ölçüde güçlendi. Ama Merkez Bankası bağımsızlığı, ihale yasası gibi konularda siyasal iktidarla TÜSİAD ve uluslararası sermayenin arası açıldı. D. Acemoğlu’nun dışlayıcı davranışlar, D. Rodrik’in başarısız otokrat ifadelerini hatırlayalım. Babacan’ın partiden ayrılması da bu sürecin sonunu ifade ediyordu. AKP sermaye birikiminin problemlerini aşamayınca dümeni küçük orta boy işletmelere çevirdi. R.T. Erdoğan “Ben iktisatçıyım, enflasyon bir sonuç faiz onun sebebi” diyorsa da bunun arkasında tam da bu sınıfsal temel yatıyor. Sermayenin en dinamik bu kesimi için istikrar ve istikrar için de paranın maliyeti olan faiz çok büyük öneme sahip. R.T. Erdoğan’ın el yordamıyla bu kitlenin desteğini sağlamaya yönelik çılgın manevrası tamamen başarısızlıkla sonuçlandı: İthal girdi maliyetlerini artırdığı ölçüde iki büyük sorun yarattı; üretim maliyetini artırma ve enflasyon. Her ikisi iktidar için çok daha büyük bir sorun yarattı; belirsizlik. Sistem parasal bir düzlemden hareket ettiği için hemen hemen bütün sınıfın üyeleri bugünden yarına nasıl ayakta kalacağız sorunu ile yüzleşti. Belirsizlik ortamında hepimiz körleştik. AKP iktidarının karşılaştığı en önemli sorun; sınıflar nezdinde bu belirsizlik ortamı. İstikrar arayışı içinde olan bu sermaye kesiminin en çok korktuğu ve korktuğu ölçüde güçlü devlet söylemine sığındığı ortam yaratılmış oldu. Bir defa daha şunu deneyimledi siyasal iktidar, Türkiye’de kapitalist sistemin zaman içinde olgunlaşan problemlerini fiyatlarla (faiz oranları ve döviz kuru) oynayarak aşmak olası değil. Tüm bu olup bitenlere baktığımızda AKP’nin, var olan sorunları çözmek yerine ötelemeye çalıştığını söyleyebiliriz.

Öteleme nasıl sonuçlar üretti?

Bazı basit bilgilere geri dönmeliyiz. Hem ulus-devlet ve hem de sermaye birikim mekanizmasının yeniden üretilmesi gerekiyor. Ulus-devlet ve dümeni elinde tutan siyasal iktidar bu ikili işlev üzerinde yükselir. Bugün Türkiye’de genel olarak sermaye birikimi ve daha da önemlisi ulus-devlet makineleri işlemez halde. Siyasal iktidara tamamen yeni argümanlarla gelen AKP iktidarı genel olarak sermaye birikimini belirli bir şekilde ama devlet aygıtını, uygulamaları ile komaya soktu. Evet genel olarak sermaye birikimi bir yandan devam ederken, siyasi iktidar özellikle devlet aygıtının karar verme olanağını kullanarak sermaye alanında kendisi için hareket alanları açtı (inşaat, ihaleler, enerji, sağlık vb.) ve bu alanlarda bazı sermaye grupları ile ittifaka girdi. Siyasal iktidarın kararları tüm sistemin ve sermayenin hareketi olarak görülmeye başlandı. Sermaye-emek çelişkisinin arttığı dönemde, devlet-sermaye arası kısmi ilişkiye yoğunlaşarak süreci rant sistemi olarak tanımlandı. Siyasi iktidarın kararlarının bütün sermaye gruplarına kazandıracağı yönünde bir diğer yanlış anlayış var. Devleti düşündüğünüzde iki işlevi vardır, toplumun yeniden üretimini sağlarken devlet kendisini de yeniden üretir. Devletin kendini ve toplumu yeniden üretmesini sağlayan da siyasi iktidar, hükümet edenler. Şu an Türkiye öyle bir noktada ki, devleti temsil eden siyasi iktidar toplumun yeniden üretimi ya da devletin yeniden üretimini değil, bugünden yarına kendilerini yeniden üretme çabası içindeler.

Bu tabloda iktidara manevra kabiliyetini kazandıran faktörler neler?

Manevra yetenekleri artıyor, çünkü devlet aygıtı ellerinde devletin içi boşalmış durumda. İşçi sınıfı da çok zayıflatılmış durumda. Radikal muhalif kesimleri, potansiyel politik bir tehdit olarak da görmüyorlar. AKP iktidarı karşısında siyasal bir güç görmediği için problemler de çözülmüyor. Bu yüzden çürüme süreci içindeyiz. AKP iktidarı başarılı değil, tam tersine zorunluluklarının geldiği noktada manevra yeteneği artan ama başarısız bir iktidar. Öteleme mekanizmalarının bittiği bir dönemde ve AKP iktidarı zor bir dönemden geçiyor.

Dolayısıyla devlet aygıtını elinde tuttuğu için kendi yarattığı krizleri çözme uhdesini yine kendisinde barındırdığı algısını yayabiliyor?

Evet evet aynen öyle, ama diğer yandan biraz da biz hep onun işaret ettiği/onun gösterdiği yere baktığımız için iktidara başarı/güç atfediyoruz. Tabii ki yukarıda işaret ettiğimiz devlet aygıtını elinde tutmasının sağladığı şu olanağı “Sokağa çıkarsanız süpürürüz” ifadesini bir başarı olarak görmezsek. Tekrar edeyim; Erdoğan ve arkadaşlarının 2009/2010’dan sonra gerçekleştirdiği manevralar krizleri çözmekten daha çok devlet aygıtının sağladığı olanakları kullanarak öteleme yönünde. Türkiye’de döviz düşmedi, ama yakın dönemde düşürmek için hazine, Merkez Bankası, kamu maliyesi üzerinden muazzam maliyeti olan kararlar alındı. Bunu sen, ben yapamayız, bir şirket yapamaz, devlet aygıtını kullanan iktidar yapıyor. Zor durumda kaldıkça emek üzerinde baskı artırılıyor, doğal kaynaklar harekete geçiriliyor. O zaman şunu düşünmemiz gerekiyor; siyasi iktidarın iktidarda kalmasının önemli nedenlerinden birisi başarılı olmasının ötesinde, devlet aygıtının baskı ve zorla rıza üretme mekanizmalarına sahip olması. Çürüme daha belirgin hale geldikçe ve kaynaklar da azalınca devletin en çıplak halini görüyoruz ve ne yazık ki göreceğiz.

BU ORTAMI YARATAN SINIFSAL DİNAMİKLERE BAKMAK LAZIM

Sorunlar eşliğinde gerçekleşecek olan olası bir seçim için ne düşünürsünüz?

Problemler devam ettiği ölçüde, Anadolu’da Erdoğan ve ekibinin üstüne oynadığı küçük ve orta boy işletmeler gittikçe istikrarsızlaşmanın arttığı bir dönemde muhalif solun beklentilerinin aksine, İYİ Partinin güçleneceği yönünde kötümser bir düşünceye sahibim. Irkçı, milliyetçi, ulusalcı bir damarı besleyen bu istikrarsız ortam, İYİ Partinin önünü açarken, CHP’nin de bu kitleye yönelik bir söylem ve dil geliştirmesine neden oluyor. Dolayısıyla “Ne olursa olsun bütün sürecin temeli Erdoğan, o giderse iyi olur” değil, tam tersine bu ortamı yaratan sınıfsal dinamiklere bakmak lazım. Türkiye’de demokrasi ile melezleşmiş İslami ifadelerle yükselen AKP iktidarının yerine Anadolu’da küçük orta boy işletmelerin desteğini alan, yine ırkçı, ulusalcı, milliyetçi toplumsal kesimi besleyen bir damarı görmemiz lazım. Umarım öyle olmaz ama gidişat o ki, İYİ Parti, iş dünyasından akademisine güç toplama sürecinde. Diğer yandan işçi sınıfının, sendikal mücadelenin, ekolojik mücadelenin kadın özgürleşme sürecinin kendi içinde bir ortak kolektif davranma refleksi göstermediğini görüyoruz. O nedenle dönüp dolaşıp Kılıçdaroğlu ne yapacak, Akşener ne yapacak, Erdoğan giderse bu işler çözülecek gibi olay yerinin gürültüsüne kendimizi bırakmış durumdayız.

AKP’NİN EN ÖNEMLİ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK DAYANAĞI DEVLET AYGITI

Krizleri öteleme bağlamında şu günlerde sürdürebilirlik/sürdüremezlik tartışmalarıyla da karşılaşıyoruz. Değindiniz ama açmak için, yeni ekonomi planı üzerinden de yapılan sürdürebilirlik/sürdüremezlik tartışması neyi ihmal ediyor?

Sürdürebilirliğin temel dayanaklarından bir tanesi şu an belirttiğim üzere AKP iktidarının devlet aygıtını elinde tutması. Politik mücadele, muhalefet sağlıklı bir yere gitmezse siyasal iktidar kendi başına hadi ben gidiyorum demeyecektir. Bu çok önemli bir nokta. Şu an Türkiye’de sermayenin önemli bir kesimi, işçi sınıfı, çalışanlar, emekliler, köylüler açısından mesele sürdürebilmezliğin çok çok ötesine geçmiş durumda. Zaten bu kavrama çok dikkat etmek lazım. Sürdürebilirlik problemli bir kavram, çökmek olana bir destek vermek anlamında ama şu andaki AKP iktidarının en önemli sürdürebilme dayanağı devlet aygıtı. Bunu göz ardı ediyoruz.

İKTİDAR EL YORDAMIYLA ALGILARA OYNUYOR

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati döviz korumalı TL mevduat hesabı konusunda her gün yeni bir şey açıklıyor. En son MÜSİAD’ı ziyaret etti ve artık “Ortodoks politikaları bırakıyoruz, heterodoks politikalara geçiyoruz” dedi. Bir yandan uluslararası sermayeye, kapitalizmin kurallarına bağlılık ilan ediliyor, bir yandan heterodoks politikaya geçmekten söz ediliyor, bu çelişkili açıklamalar bize ne anlatıyor?

Sohbetimizin girişinde ifade ettiğim gibi fiyatlar üzerinden bir politika inşa edilemez. Ortodoks denirken genel kabul gören, heteredoks ise (heteros) farklı anlamına geliyor. Olup biten farklı bir politika uygulaması değil, değiştirilemeyen olgular için çöküşe tırmanma sürecinde iktidar el yordamı ile algılarla oynuyor. Algılarla oynamanın maliyetini ise sadece emekçilere değil sermayenin de farklı kesimlerine yüklüyor. Son zamanlarda ısrar ettiğim konu en temel işleyiş/bilgiye yönelmeli, bu tarz bilgilere yöneldiğimizde Türkiye’de sermaye birikimi ve devletin ne gibi problemlerle karşılaştığını daha net göreceğiz. O zaman AKP’nin bir stratejisinin olup olamayacağını anlayacağız. O yüzden sistemin en temel mantığına dönmeliyiz. Türkiye’deki AKP’yi de iktidara getiren 2001 öncesinin Türkiye’deki siyasi iktidar ve sermayenin başaramadığı önemli birkaç alan var. Özellikle 2010’dan sonra; devletin iç mimarisini dönüştüremediler, görece artı değer yaratacak nitelikli emek gücü yaratamadılar, tarımsal yapıdaki dönüşümü sağlayamadılar ve en önemlisi uluslararasılaşma sürecini başaramadılar. Bu problemler çözülemediği için AKP iktidarı hızla emek üzerinde yoğun baskı uyguladı ve doğanın hızlı talanına yöneldi, yönelirken de bu alanlarda etkin olan kendi sermaye gruplarını yarattı.

‘AHLAR’ NASIL BİR ARAYA GETİRİLECEK?

Belirsizliğin, yüklü zam fırtınası nedeniyle artan hoşnutsuzluğun dile getirileceği alan olarak sokak, Erdoğan tarafından yine güçlü bir şekilde tehdit edilerek kriminalleştirildi. Vurguladığınız riski de elimine etmek için nasıl hareket etmeli?

Şu an Türkiye’ye baktığımızda aslında sokaktaki herkes o kadar politik ki, o kadar bu süreçten memnuniyetsiz ki, bu işleyişten çıkmak isteyen bir kitle var. Enflasyon bir taraftan, işsizlik bir taraftan, siyasi iktidarın baskıları bir taraftan toplumda muazzam bir bu işleyişten çıkmak isteyen kitlesel bir taban var. İkincisi ses de çıkartıyor, ama açığa çıkan bu negatif enerjiyi bir araya toplayacak organize bir güç yok. Böyle bir güce ihtiyaç var. Türkiye’de kitlelerle organize örgütlü bir araya gelmenin dili yolu, hem eskiden olduğundan daha kolay ve eskiden olduğundan daha zor.

Nedir kolaylık ve zorluklar?

Eskiden devrimci hareketler stratejilerini kır ve kent, köylülük ve işçi sınıfı üzerinden bazen ikisinin ittifakı üzerinden belirliyordu. Oysa şimdi kır da kent de çok farklılaştı. Kırsal alana baktığımızda tarımsal alanda köylüler, mevsimlik işçiler, ekolojik mücadeleler yükselmeye başladı. İster Kastamonu’ya gidin, isterseniz Dersim’e gidin, isterseniz Artvin’e artık bir ekolojik mücadele var. Kentsel alanda kadın mücadelesi var, farklılaşan işçi sınıfının farklı ölçeklerdeki mücadelesi var. Kaybedenlerin sadece çoğaldığı değil ama aynı zamanda çeşitlendiği bir ülkede yaşıyoruz. Bu mücadelenin çeşitlenmesi anlamına geliyor, ama zorluk ise farklı koşullarda kaybedenler nasıl bir araya getirilecek. İşte işin zor yanı da bu. Sokaktaki insanın çektiği her “ah” aslında politik. Peki bu her “ahlar” nasıl bir araya getirilecek? Yeni koşullarda yeniden düşünmemiz gereken bir konu. Anadolu’nun kültürel olarak sahip olduğu melez kültürel dünyası (birazcık ırkçı, birazcık milliyetçi, birazcık İslamcı) sermaye birikiminin açmazları ile beslenip pragmatik davranışlara neden oluyor. Pragmatizmin organize biçimi olan sistem için siyasi partiler de (ne yazık ki AKP sonrasında da) bu eğilimlerden besleniyor, bu eğilimleri besliyorlar. Kapitalist sistemin yarattığı farklılıkları, farklılıklarını ortadan kaldırmayacak çapraz dayanışma ağlarını oluşturacak politik organizasyonlara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. İşte zor olan ve olması gereken.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Bütün toplum heybede

Bütün toplum heybede

Emekçileri bastırmak için grevler yasaklandı. “İç cepheyi tahkim” denilerek her kesimden siyasetçi, gazeteci ve aydına yönelik sabah operasyonları, tutuklamalar ve akılalmaz gerekçelerle açılan davalar sürüyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Adalet bakanı, "Kimileri ‘Bize soruşturma açın’ dercesine ortalıkta dolaşıyor" demişti. BİRTEK-SEN genel başkanının tutuklanmasından sonra siyasetçiler, gazeteciler ve sanatçılar şafak operasyonu ile gözaltına alındı

Evrensel'i Takip Et