10 Ocak 2022 23:30
Son Güncellenme Tarihi: 11 Ocak 2022 08:13

Barış akademisyenleri: Hâlâ aynı yerdeyiz, mutlaka geri döneceğiz

“Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildirinin 6. yılı. Bildiriyi bilim insanı olmanın bir sorumluluğu olarak niteleyen barış akademisyenleri ihraçlara karşı mücadeleyi sürdürecek.

Barış akademisyenleri | Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Meltem AKYOL
İstanbul

“Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attığı için 23 yıl çalıştığı Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesinden ihraç edilen Yasemin Özgün, “Biz hâlâ aynı yerdeyiz, barışı savunuyoruz” deyip ekliyor: “Gasbedilen haklarımız için mücadeleye devam ediyoruz.” Uludağ Üniversitesi Tarih Bölümünde araştırma görevlisiyken ihraç edilen Aylin Çakı “Geri döneceğiz. Mutlaka…” diyor.

UNUTMAYALIM DİYE…

‘Çözüm süreci’nin sona ermesinin ardından 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren çatışmalı süreç yeniden başladı. Kent merkezlerinde ağır silahlarla operasyonlar yapılıyordu.

Tam bu günlerde komşusundan dönerken sokak ortasında vurulan Taybet İnan’ın cenazesi 7 gün boyunca yerde kaldı. Cenazeyi almak isteyen eşi yaralandı, eşinin kardeşi vurularak kan kaybından hayatını kaybetti.

Evinin önünde otururken vurulan 11 yaşındaki Cemile Çağırga’nın cenazesini annesi tam bir hafta evdeki derin dondurucuda bekletti, kokmasın diye.

Ölüm haberleri peşi sıra gelirken Türkiye’nin farklı illerinden 1128 akademisyen ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bir bildiriye imza attı. Akademisyenler operasyonların vahim sonuçları olabileceğine işaret ediyor, ölümlerin durdurulması ve barışın sağlanmasını talep ediliyordu. Bildirinin ardından bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “aydın müsveddeleri” diyerek akademisyenleri ‘ihanetle’ suçladı, hedef gösterdi. Yetmedi, YÖK’ün gereğini yapacağını duyurdu. İmzacı akademisyenler iktidara yakın medyada manşetlerden hedef alındı. İktidardan güç alan Organize Suç Örgütü Lideri Sedat Peker “Oluk oluk kan akıtacağız ve kanlarında duş alacağız” dedi. Aynı cümlelerle yazılmış karşı bildirilerin izlediği linç süreci imzacı akademisyenler için soruşturma, ihraç, sürgün ve yurt dışı yasakları ile dolu bir dönemi başlattı. İkinci imzalarla sayısı 2 bini aşan barış akademisyenlerinden 406’sı ihraç edildi, 822’si hakkında ceza davası açıldı, 204’ü 1 yıl 3 ay ile 3 yıl arasında değişen farklı sürelerde hapis cezaları aldı.

Linç kampanyası sürerken bildiriye imza attığı için Çukurova Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesindeki dersleri elinden alınan ve çalışamaz duruma getirilen Dr. Mehmet Fatih Traş intihar etti.

Ceza alan akademisyenlerin başvurusunu karara bağlayan Anayasa Mahkemesi,

‘ifade özgürlüğü ihlali’ dedi, akademisyenler bir bir beraat etti. Ama yerel mahkemeler için bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi kararı Olağanüstü Hal (OHAL) İşlemlerini İnceleme Komisyonu tarafından dikkate alınmıyordu. Komisyon ihraç edilen akademisyenlerden 343’ünün başvurusunu reddetti. Böylece 6 yılın sonunda -elde bir Anayasa Mahkemesi kararı ve beraatlerle- yeniden başa dönüldü… Şimdi, geçen 6 yılın ardından, idare mahkemelerinde dava süreçleri başlayacak.

BİLİM İNSANI SORUMLULUĞUYDU

Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesinden Doç. Dr. Yasemin Özgün ‘Bu suça ortak olmayacağız’ bildirisine imza attıktan sonra ihraç edilen 406 akademisyenden biri.

İmza sonrası süreç hemen açığa alınmayla başladı. 6 aylık açığa alınma süresinin ardından idare mahkemesi, bir kısım imzacı akademisyen için dönme kararı verdi.

Bu sürecin sonunda ‘Bu imzayı atmak açığa alınma nedeni değildir’ kararı çıktı ama nafile. Çünkü Özgün, 7 Şubat 2017’de çıkan 686 No’lu KHK ile (330 imzacı bu KHK ile ihraç edildi) 23 yıl 7 ay 10 gün çalıştığı kurumdan ihraç edilmişti bile.

“O dönemde yaşanan pek çok hukuksuzluğa, insan hakları ihlaline karşı bir ses çıkarmak istedik” diye başlıyor anlatmaya: “Türkiye’de onca insan hakları ihlali olurken ve gözümüzün önünde insanlar yerlerde sürüklenirken, çocukların cenazesi buzdolaplarında saklanırken, bunları yaşayıp nasıl ses çıkarılmaz ki. Biz de ‘Bu suça ortak olmayacağız’ dedik. Her akademisyenin yapması gereken bir şeyi yaptığımızı düşünüyorduk, bu ülkede bir bilim insanı olmanın sorumluluğuydu bu. Bir tür uyarıda bulunmak istedik.”

NAZİ DÖNEMİNİ ANDIRAN TUHAFLIKLAR

Peki ya imza sonrası yaşananlar… Hemen her imzacı “Böyle bir şey hayal bile edemezdik” diyor. Yasemin Özgün ise “akıl dışı” tanımlamasını kullanıyor yaşananlar için ve ekliyor: “İmzanın karşılığında böyle bir şey yaşıyor olmak… Elbette doğru olan imzaydı, yaşadıklarımız doğru olmayan. Ben mesela, 23 yıllık emek, sonra bir anda ‘terörist’ ilan ediliyorsunuz, bir anda işten atılıyorsunuz. Linç girişimine uğrayan arkadaşlar oldu. 23 yıldır orada bir odam var, o odada biriktirdiklerim var. Bir haftayı aldı o odayı boşaltmak. Öğrenci işlerinin o odanın kilidini değiştirmesini hiç unutmuyorum. Her gün gidip odamın anahtarını alıp akşam teslim ediyordum. Nazi dönemini andıran tuhaflıklardı.”

‘EN ÇOK ÖĞRENCİLERİMİ ÖZLEDİM’

‘23 yıl çalıştıktan sonra bir gecede öğrencilerden koparılmak…’ diye başladığım sorumu tamamlamadan anlatmaya başlıyor Özgün: “Çok acıydı. En çok özlediğim şey o. Bir şekilde bağ kuruyorsunuz, bugüne kadarki donanımınızı, birikiminizi aktarıyorsunuz, bundan uzaklaştırılmak gerçekten çok acıydı. Kadın öğrenciler kapıma ‘Kadın başımıza yanınızdayız hocam’ yazmışlardı ben giderken ya, çok etkilenmiştim, sabaha kadar ağlamıştım. Onları çok özlüyorum. Gerçek anlamıyla akademide olmayı özledim.”

‘O KADAR YILDAN SONRA AİLEDEN DESTEK ALMAK’

23 yıldan sonra hayata yeniden başlamak gibi, yeni bir iş bulmak, belki bulamamak, Özgün anlatıyor: “6 yıl, dile bile kolay değil. Baskı ve şiddet devam ediyor, yargılamalar… Sürekli bir hakim karşısına çıkıyoruz. Öte yandan hedef göstermeler, Tuhaf bir bekleyiş hali, ne olacağını bilmeme hali. Ama malum, hayatı sürdürmek gerekiyordu. Eskişehir’den Ankara’ya taşındım. Ve parça başı işler dediğimiz işler yapmaya başladım. Nedir onlar işte çeviriler yaptım, bazı projelerin bir bölümünü üslendim, raporlar hazırladım… Biraz zorlandım açıkçası, çünkü başka bir iş yapmamıştım, 20’li yaşlarda girmiştim akademiye ve sadece akademiyi biliyordum. Yaptığın işin günü yok, saati yok, her şey belirsiz. Bazen iş yok. O zaman ailenizden destek almak zorunda kalıyorsunuz, ee gelmişim ellili yaşlara, çok ağır geliyordu çok.”

DAYANIŞMA BİZİ AYAKTA TUTTU

Bir yandan parça başı işlerle hayatı sürdürmeye çalışırken bir yandan da dayanışma akademileri kuruldu. Yasemin Özgün: “Çok yoğun, çok koşturma dolu ve çok yıpratan bir süreçti gerçekten. Tabii ki akademisyenlerin örgütlenmesi, bir arada olması da kolay değil. Çok çeşitli bir gruptuk. Yaş, hiyerarşi, statü, sınıf farklılıkları… 406 akademisyen ihraç olurken diğerleri ihraç olmadı örneğin... Böyle çelişkileri oldu hükümetin. Bunlarla baş etmek kolay değildi. Dayanışma bizi ayakta tuttu. Hiç kimse de köşesine çekilmedi onca şeyden sonra. Bir çoğunluğumuz yine durduğumuz yerde durmaya devam ettik. Dayanışmaya mücadeleye devam ettik. Kendi üslubumuzla, kendi tarzımızla bildiğimizi yapmaya devam ettik” diyor.

KOMİSYON REDDETTİ: BİTMEYEN BİR SÜREÇ

OHAL komisyonunda başvurusu reddedildi Özgün’ün de. Ve böylece süreç en başa döndü, ihraç kararları açısından. Aslında Anayasa Mahkemesi kararı vardı, ama tanıyan yoktu. Ret kararları ile sürecin hiç bitmeyen bir hal aldığının altını çiziyor Özgün: “Tamam, ‘işimize döneceğiz, her şey güllük gülistanlık olacak’ gibi çok büyük umutlarımız yoktu. Böyle bir Türkiye de böyle bir ortam da yok, bunu biliyorduk ama bu hukuksuzluğun hâlâ sürüyor olması ve bununla tekrar mücadele edecek olmamız, bizi bitmeyen bir sürecin içinde yaşıyormuşuz gibi hissettirdi. Hukuksuzluğun da bitmediğinin bir göstergesi sonuçta tüm bunlar. Böyle iğneyle kuyu kazarak bir şeyler elde etmeye çalışıyoruz işte. Ama hiçbir zaman mücadeleden ve dayanışmadan vazgeçmedik. Biz hâlâ aynı yerdeyiz, barışı savunuyoruz. Her zaman yeni yollarını bulduk, uğraştık, didindik. Yine de yapacağız. Ayrıca kaybedecek bir işimiz de kalmadı zaten. Son söz olsun, geri döneceğiz, biliyorum.”

TUVALET KAPISINDAKİ ‘İDAM’ YAZISI

Aylin Çakı Uludağ Üniversitesi Tarih Bölümünde araştırma görevlisiydi. Metni internetten gördü, imza atmak istedi. Ulaştı, 1 Ocak’ta imza attı. 3 gün sonra, 15 Ocak’ta imzacı diğer 2 akademisyenle birlikte gözaltına alındı, serbest bırakıldı. Diğer imzacı akademisyenle birlikte 3 ay uzaklaştırma cezası aldı, bitiminde görevine döndü. Darbe girişiminden sonra KHK’ler yağmaya başlamıştı.

“15 Temmuz’dan sonra başımıza bir şeyler geleceğini biliyorduk” diye başladığı sözlerini şöyle sürdürüyor Aylin Çakı: “Bu kadar ileri gideceklerini düşünmemiştik, düşünmemiştim. Belki bir soruşturma falan gelir demiştim. İhraçlar başlayınca her KHK’de beklemeye başladım, bakıyordum ismim var mı yok mu diye. 7 Şubat’takinde vardı.”

İhraçtan sonra peki diye soruyorum, bir süre duralıyor ve anlatmaya başlıyor:

“İlk birkaç ay zordu. Zaten sürekli olarak hedef gösteriliyorduk. Bir kere ben öğrencilerin tuvaletine girmek zorunda kalmıştım okulda, kapının arkasında ‘Terörist akademisyenlere idam’ yazıyordu. Onu görünce de çok irkilmiştim.

Sonra ‘Kanlarında duş alacağız’ tehdidi geldi, sosyal medyada en çok konuşulan başlıktı. İmzacı olduğum biliniyordu, öğrencilerin yoğun olduğu bir bölgede yaşadığım için eve dönerken tedirgin oluyordum. 15 Temmuz gecesi çok korktum, o gece evde yalnızdım. Kapıma birileri gelir diye çok endişelendim. O yaz kendi evimi arkadaşıma bırakıp anneanneme gittim. Şunu da eklemeliyim, o endişelendiğim dönemde bir kafede yanıma gelen ve ‘Aylin Hocam size sarılabilir miyim?​’ diyen bir kadın öğrenci beni çok duygulandırmıştı.”

‘UZUN SÜRE TARİH KİTAPLARINA BAKMADIM’

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) çatısı altında kurulan TİHV Akademinin raporuna göre barış akademisyenlerinin yüzde 39’u hâlâ tam zamanlı bir işte çalışamıyor. Rapora göre, akademisyenlerin akademik çalışmaları da bu durumdan olumsuz etkilendi.

Aylin Çakı’nın anlattıkları raporun doğrulanması gibi: “Önce sekreterlik yaptım asgari ücretle. Sonra eğitimle alakalı ufak tefek işlerde, çalıştım, İngilizcem olduğu için özel ders verdim, Osmanlıca dersi verdim. Kurslarda İngilizce öğretmeni olarak çalıştım ama tabii bunlar kayıt dışı çalışmalar. İhraçtan sonra uzun bir süre hiç tarih kitaplarına dokunmadım. Ta ki yurt dışında bir üniversiteden kabul alana kadar. Yurt dışı yasağım kalktı, denklik sorunum da çözüldü gibi. Şimdi herhalde ben de bir süre için Yunanistan’a taşınacağım gibi görünüyor.”

‘GERİ DÖNECEĞİZ, MUTLAKA!’

OHAL komisyonundaki başvurusu reddedildi Aylin Çakı’nın. Süreç sil baştan başladı ama O, “En azından pasaportlarımız var yurt dışına çıkabiliyoruz. Bir de beraat kararımız var” diye anlatıyor. Sonra da ekliyor: “İlla ki idare mahkemesinden falan geri dönecek. Ben geri döneceğimize inanıyorum. Hepimiz geri döneceğiz, hepimiz gerçekten hak ettiğimiz yerlere geleceğiz belki daha iyi şekilde. Yurt dışına gidip doktoramı tamamladıktan sonra 10-20 sene de orada kalmayı istemiyorum. Ben memleketime dönmeyi istiyorum. Bu günler geçecek.”

‘MEHMET FATİH TRAŞ’I HİÇ UNUTAMAM’

Bitirirken Mehmet Fatih Traş’ı anmadan geçmiyor Aylin Çakı. Çukurova Üniversitesinde Barış imzacısı Araştırma Görevlisi Mehmet Fatih Traş, barış imzacısı olduğu için görev süresi uzatılmadı, birçok üniversite de aynı gerekçe ile kabul etmedi Traş’ı. Yurt dışı burs başvurusu için yazdığı mektubunda karşılaştığı engellemeleri anlatarak “Bir akademik gelecek öngöremiyorum” demişti. Ve sonunda geçirdiği psikolojik travma nedeniyle yaşamına son verdi. “Keşke onu tanıyabilseydik, yardım edebilseydik, elimizi uzayabilseydik” diyor Aylin Çakı ve devam ediyor: “Çünkü biz bu süreçte maddi desteğin yanı sıra manevi desteğin de ne kadar önemli olduğunu gördük. Eğitim Sen bize hem maddi anlamda hem duygusal destek verdi, keşke biz de ona yetişebilseydik. Bu içimde yaradır.”

ÖNCEKİ HABER

BAMAD araştırması: Gazeteciler maaşlarıyla geçinemiyor ve işsizlikten korkuyor

SONRAKİ HABER

Germencik Dağyeni köylüleri sondaj alanlarında çadır kurup direnişe başlıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa