“Barışa imza” 6 yaşında | Hedef gösterilme, ihraç, yargılama ve elbette direnç
Barış akademisyenleri: Barışa imza atalı 6 yıl oldu. Biz halen sözümüzün arkasında barışı savunuyor, gasbedilen haklarımız için mücadeleye devam ediyoruz. OHAL Komisyonunu da reddinizi de reddediyoruz
'Bu suça ortak olmayacağız' yazılı pankart | Fotoğraf: İzmir Dayanışma Akademisi
Meltem AKYOL
İstanbul
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ocak 2016’da sarf ettiği sözlerin ardından, Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisine imza atan akademisyenler için soruşturma, ihraç, sürgün ve yurt dışı yasakları ile dolu bir süreç başladı. Üstelik akademisyenler için bütün hukuk yolları da kapatıldı.
Türkiye genelinde 406 akademisyen ihraç edildi, toplam 822 akademisyen hakim karşısına çıktı; sonuçlanan 204 davanın tümünde imzacı akademisyenler ceza aldı.
AYM hak ihlali dedi ama Olağanüstü Hal (OHAL) İşlemleri İnceleme Komisyonu Barış Akademisyenlerinin görevlerine dönmek için yaptıkları başvuruları birer birer reddetti. Şimdi idari yargıda dava süreçleri başlayacak.
“Barışa imza”nın 6. yılının arifesinde yaşananları hatırlayalım mı?
HAZİRAN’DAN KASIM’A: ‘HUZUR İÇİNDE’ ÇÖZÜLMEDİ VE…
Tarihi biraz geriye, 7 Haziran 2015 seçimlerine saralım. Seçim çalışmaları yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün” sözleri olacakların habercisi gibiydi. Türkiye o seçime Halkların Demokratik Partisinin (HDP) 5 Haziran’da Diyarbakır’da düzenlediği mitinge yapılan bombalı saldırının gölgesinde gitti. IŞİD tarafından üstlenilen saldırıda beş kişi yaşamını yitirdi, 400’e yakın kişi de yaralandı. “Huzur içinde” çözülmeyeceği açıktı, zira o seçimde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yüzde 40,8 oy alarak 2002’den beri ilk kez Meclis çoğunluğunu kaybetti. Koalisyon tartışmaları sürerken gerilim yükseliyordu.
Diyarbakır’daki saldırının ardından bir saldırı da Urfa’da yaşandı. 20 Temmuz 2015’te Suruç ilçesinde IŞİD tarafından düzenlenen canlı bomba saldırısı sonucu 33 kişi hayatını kaybetti, 100’den fazla kişi de yaralandı. Suruç katliamından yalnızca iki gün sonra, çözüm sürecinin sonunu getiren ve hâlâ aydınlatılmayan bir saldırı oldu. Ceylanpınar’da iki polis, evlerinde başlarından vurularak öldürüldü. PKK önce sorumluluğu üstlenen bir açıklama yaptı ancak sonraki günlerde olayla ilgisi olmadığını açıkladı. Ve o tarihten sonra başlayan gerilim çatışmalara dönerek devam etti. Ölüm haberlerini “öz yönetim” ilanları izledi. Onu ardı ardına gelen sokağa çıkma yasakları takip etti.
Tam bugünlerde komşusundan dönerken vurulan Taybet İnan’ın cenazesi Silopi’de dar bir sokakta yerde kaldı, 7 gün. Çocukları öylece bakabildi sadece… Cenazeyi almak isteyen eşi yaralandı, eşinin kardeşi vurularak kan kaybından hayatını kaybetti.
Evinin önünde otururken vurulan 11 yaşındaki Cemile Çağırga’nın cenazesini annesi tam bir hafta evdeki derin dondurucuda bekletti. Kokmasın diye…
Çatışmalar sürerken Ankara’da “barış” çağrısı yapmak için toplananlar hedef alındı bu kez. 10 Ekim 2015 tarihinde IŞİD tarafından düzenlenen canlı bomba saldırısında 103 kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce insan yaralandı. Ve bu atmosferde gidilen 1 Kasım seçimlerinde AKP yüzde 49,5 oy aldı ve 317 milletvekili ile sandıktan tek başına iktidar olarak çıktı.
“BU SUÇA ORTAK OLMAYACAĞIZ”
Ölüm haberleri peşi sıra gelirken Türkiye’nin farklı illerinden 1128 akademisyen ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ başlıklı bir bildiriye imza attı. Bildiride sivil ölümlerin durdurulması ve barışın sağlanması talep ediliyordu. Hemen ertesi gün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bildiriyi imzalayanları “kendine akademisyen diyen bir güruh” ve “aydın müsveddeleri” diye tanımladı, “ihanetle” suçladı. Erdoğan YÖK’ün gereğini yapacağını da söylüyordu aynı açıklamada. İmzacı akademisyenler iktidara yakın medyada manşetlere taşındı, hedef alındı.
O ilk 10 günde ülkü ocakları gibi örgütler üniversitelerin önünde eylemler yaptı. Akademisyenlerin odalarının kapılarına çarpı işaretleri koyuldu. Sadece iktidar yanlısı ulusal medyada değil, yaşadıkları şehirlerdeki yerel basında da fotoğrafları yayımlandı. Özellikle küçük şehirlerde yaşayan ve açık hedef haline gelen pek çok akademisyen yaşadığı şehirden ayrılmak zorunda kaldı.
Bu arada Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı bildiriyle ilgili “akademik özgürlük, bir ülkenin varlığını, güvenliğini ve bekasını tehdit etmenin aracı olarak istismar edilemez” açıklaması yaptı. Bu açıklamayı birçok üniversite tarafından yapılan karşı bildiriler izledi. Takip eden süreçte üniversiteler imzacı akademisyenler hakkında idari işlemler başlattı, bunu savcılıklar tarafından açılan soruşturmalar izledi.
‘Gereği’ yapılıyordu. Soruşturmalar kapsamında Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Kaya ve Doç. Dr. Kıvanç Ersoy ile Yrd. Doç. Dr. Meral Camcı farklı tarihlerde “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla tutuklandı. Tutuklanan 4 isim 22 Nisan 2016’da serbest bırakıldı.
Akademisyenlerin bazıları görev yaptıkları üniversitelerin yönetimleri tarafından açığa alındı. Bu arada bildiriye destek veren akademisyenlerin sayısı da 1128’den 2 bin 212’ye çıktı. Aynı yılın Temmuz ayında OHAL ilan edilmesinin ardından imzacı akademisyenler için bu kez de kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) ihraç dönemi başladı.
Toplamda 406 imzacı akademisyen KHK’lerle kamu görevlerinden ihraç edildi, pasaportlarına el kondu ve kamuda çalışmaları, akademisyen olarak mesleklerini yapmaları ömür boyu yasaklandı.
MEHMET FATİH TRAŞ İNTİHARA SÜRÜKLENDİ
Linç kampanyası sürerken bildiriye imza attığı için Çukurova Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’ndeki dersleri elinden alınan ve çalışamaz duruma getirilen Dr. Mehmet Fatih Traş intihar etti. Yurtdışı burs başvurusu için yazdığı mektubunda karşılaştığı engellemeleri anlatarak "Bir akademik gelecek öngöremiyorum" demişti Traş.
822 AKDEMİSYENE DAVA AÇILDI, 204’Ü CEZA ALDI
Tutuklanıp serbest bırakılan dört akademisyenin davası İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ederken imzacı akademisyenler hakkında seri biçimde açılan ceza davaları 5 Aralık 2017’de başladı. Akademisyenler “terör örgütü propagandası yapmakla” suçlanıyordu. Ortada tek bir bildiri olmasına rağmen akademisyenler farklı mahkemelerde yargılandı. Toplamda bildiriyi imzalayan 2 bin 212 kişiden 822’sine dava açıldı. Sonuçlanan 204 davada aynı bildiriden yargılanan akademisyenlere 1 yıl 3 ay ile 3 yıl arasında değişen farklı hapis cezaları verildi.
Cezası onanan n Prof. Dr. Füsun Üstel, 8 Mayıs’ta cezaevine girdi. Üstel, 22 Temmuz’da tahliye oldu.
OHAL KOMİSYONU AYM’NİN İHLAL KARARINI TANIMADI
Anayasa Mahkemesi ceza alan akademisyenlerin yaptığı bireysel başvuruları 26 Temmuz 2019’da nihayet karara bağladı. Kararda bildiriyi imzalamaları nedeniyle akademisyenlerin mahkum edilmesinin ifade özgürlüğü ihlali olduğuna hükmedildi. Ardından “Barış Akademisyenleri” için daha önce hapis cezası veren mahkemelerden peş peşe beraat kararları çıkmaya başladı.
Verilen beraat kararlarıyla akademisyenler yargı önünde aklandı ama henüz işlerine dönemiyorlardı. Bu nedenle gözler OHAL dönemindeki ihraçlarla ilgili başvuruları değerlendiren ve görevlerinden ihraç edilen 406 akademisyenin başvurduğu Olağanüstü Hal (OHAL) İnceleme Komisyonu’ndaydı. Kanun hükmünde kararname (KHK) ile 23 Ocak 2017 yılında kurulan Komisyonun görev süresi 1 Ocak 2022 itibariyle bir yıl daha uzatıldı. Komisyonu’nun yaptığı son açıklamaya göre; 126 bin 783 başvurunun 120 bin 703’ü karar bağlandı. Başvuruların 104 bin 643’ünü reddeden komisyonun karara bağlamadığı 6 bin 080 başvuru bulunuyor.
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararına rağmen Komisyon, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atan akademisyenlerin başvurularını da reddediyor. Şu ana kadar ihraç edilen 406 akademisyenden 343’ünün başvurusu reddedildi.
Bu ret kararları tam da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 40 akademisyenin başvurusuna dair Türkiye’den istediği savunma süresinin dolmasına yakın geldi. Bu ay içerisinde Türkiye’nin AİHM’ bir yanıt vermesi gerekiyor ve tam bu süreçte gelen ret kararları da bu savunmanın ‘iç hukuk yollarının tükenmedi’ değerlendirmesi ile yapılacağının işareti.
GERİ DÖNECEKLER, MUTLAKA…
Şimdi bir yandan pasaportlarına el konulan akademisyenler için başvuru süreci devam ediyor. Avukat Meriç Eyüboğlu, “korkunç bir keyfiyet” var diyor süreç için. Zira aynı gerekçelerle yargılanıp beraat almalarına rağmen bazı imzacı akademisyenler hala pasaportunu alamadı, yeşil pasaport da verilmiyor. Doğrudan bu konuda kazanılmış davalar var üstelik ancak valilikler, nüfus müdürlükleri kararları fiilen uygulamıyor.
OHAL Komisyonu tarafından verilen ret kararları sonrası idare mahkemelerinde de dava süreçleri de başladı. Ama sonuçta 11 Ocak 2016’dan itibaren geçen 6 yıllık süreçte hukuksuzluklar, ihlaller katlanarak arttı. Meriç, “İç hukuktan herhangi, hakkaniyetli ve hukuka uygun bir karar çıkacağına yönelik umudumuz olduğu için değil ama tüm hukuki süreçleri doldurmak için. Şimdi o davalara ilişkin bir hazırlık yapıyoruz. Geldiğimiz nokta bu” diyor.
Burada elbette yaklaşık 4 yıldır akademisyenlerin başvurularını değerlendirmeye almak için ayak sürüyen AİHM’in de tüm bu hukuksuzluk sürecinin yaşanmasında ‘bir karar vermeyecek’ payı olduğunu da not düşelim.
Bitirirken son söz barış imzacısı akademisyenlerin 6’ncı yıl nedeniyle paylaştıkları sözü olsun: “Barışa imza atalı 6 yıl oldu. Biz halen sözümüzün arkasında barışı savunuyor, gasbedilen haklarımız için mücadeleye devam ediyoruz. OHAL Komisyonunu da reddinizi de reddediyoruz, gasbedilen haklarımızı geri alacağız! Geri döneceğiz.”