12 Ocak 2022 00:00

Gençliğin biriken sorunları ve CHP’nin “sosyal” belediyeciliği

Verilere göre kapitalizmin sistemsel olarak girdiği krizlerinde artan yoksullaşma ve güvencesizliğe yama olması beklenen sosyal belediyecilik 2 cm’lik bir dikiş bile dikemiyor.

Kaynak: Unsplash

Paylaş

Zehra ÖZÖCAL

İstanbul

 

“Hizmette yarışmakta, partinin, ideolojinin adı geçmemelidir” diyerek hem iktidara hem belediye meclisindeki Cumhur İttifakı temsilcilerine birliktelik çağrısında İmamoğlu, devlet olmanın ciddiyetinin de bu olduğuna vurgu yapıyor. Hizmet üretmek siyasetler üstü konumlandırılarak yalnızca icra eden siyasi parti ve figürlerin değişmesinin muhtevayı ve biçimi şekillendireceği; büyük bir uzlaşı, devlet olma bilinci ve vatanseverliğin birleşiminden sosyal hizmetlerin en uygun şekilde karşılanabileceği bu vurgunun temel tezini oluşturur gibi görünüyor. Elbette Millet İttifakı’nın, Cumhur İttifakı tarafından CHP’li belediyelerin proje ve hizmetlerinin engellendiğini, böyle bir uzlaşmayı ve belediyenin esas işini sağlamaktansa “partici” ve “taraftar” tutumunun baki olduğunu düşündüğü ve bundan halka yakındığı biliniyor, bu yakınmanın dile gelmesinin bir bahanesi olarak siyasetler üstü hizmet çağrısı adeta bir kalkan gibi öne sürülüyor.

AKP ve CHP arasındaki taraf olmadığımız bu tartışma yazının esas başlığı olmasa da sosyal belediyecilik bakımından CHP’li belediyelerin tutumunun önemli bir izleğini bize sunuyor. Ve tabii mevcut taleplerimizin giderilmesi ve başta yaşadığımız yerler olmak üzere, okuduğumuz, çalıştığımız, hayatın içindeki tüm alanlarda yerel yönetimlerden talep ettiklerimizin kazanılması ancak bunun yanında yoksulluğun ve yardıma muhtaçlığın bitirilmesi ve gerçekten yerel yönetimlerde söz sahibi olmanın olanaklarının sosyal belediyecilikteki karşılığı doğrudan taraf olduğumuz bir tartışmayı içeriyor. Dolayısıyla mevcut belediyelerin hizmetleri ve politikaları gençlik kesimlerini doğrudan ilgilendiriyor.

GENÇLİĞE AYRILAN BÜTÇE GÜNDE İKİ LİRA ETMİYOR

İmamoğlu, “Bu şehrin kimsesizlerine umut olacağız” diye başladığı 2022 bütçe sunumunu “Şehrin tüm evlatlarının yanındayız” ile tamamlıyor. İBB’nin 2022 için açıkladığı gençlik bütçesi 1 milyar 353 milyon TL. Bu ise günlük olarak yaklaşık 4 milyon TL’ye tekabül ediyor. 2020 TÜİK verilerine göre ise İstanbul’da 2 milyon 307 bin 379 genç yaşıyor.

Yani, 2 senede artan genç nüfusu hesaba katmadığımızda bile, bugün İstanbul’da yaşayan bir genç için harcanan ücret günlük 2 lira bile değil! Sosyal belediyecilik kapsamında kadın, gençlik, çevre gibi özel bütçe kalemleri oluşturan İBB, yaptığı harcamaların şeffaf olmasıyla övünüyor, iyi de yapıyor. Verilerin şeffaflığından anlayabileceğimiz üzere, kapitalizmin sistemsel olarak girdiği olağan krizlerinde artan yoksullaşma ve güvencesizliğe yama olması beklenen sosyal belediyecilik 2 cm’lik bir dikiş bile dikmiyor, dikemiyor. Şehrin evlatlarına tek başına ayağını yorganına göre uzatmak düşüyor.

Tek adam yönetiminin “eksikliklerinin”, uyguladığı “yanlış politikaların” başta CHP olmak üzere Millet İttifakı belediyeleri tarafından yerelden “giderilmesi” de sosyal belediyecilik başlığı altında bir iktidar alternatifi olarak teminat çeki misyonu üstlenirken aynı zamanda merkezi hükümet ve yerel yönetimler ilişkisinden kendiliğinden daha demokratik ve çoğulcu bir arayış çıkarmaya çalışanların iştahını kabartıyor desek abartmış olmayız.

Dolayısıyla karşımıza net olarak çıkan iki tartışma var. Bunlardan ilki tek adam tek parti yönetiminin gerçekleştirdiği tüm merkezi ve yerel uygulamalarla halkın ihtiyaçlarına ve taleplerine sırtını dönen, “Gerekirse 2 biber alın, her ay et yemeyin” ifadesiyle en makul biçimde özetlenebilecek tutumunun karşısında Millet İttifakı belediyelerinin üniversite öğrencilerine burs vermesi, İstanbul MüzeGazhane örneği, özel günlerde gençliğin gerçekten dinlediği türden konserler ve gidebileceği etkinlikler düzenlenmesi, devletin açıkta bıraktığı öğrencilere sağlanan yurt gibi hizmetlerini nasıl değerlendireceğiz? Yerel yönetimler eliyle yaratılacak sınırlı refah artışını nasıl değerlendirmeliyiz? Öte yandan, tek adam yönetiminin karşısında en makul gibi görünen iktidar seçeneğinin, AKP’yi “yenebilmiş” başkanlarının uygulamalarını desteklememek, eleştirmek, AKP’ye mi yarar? Sosyal belediyeciliğin sunduğu imkanların yoksulluğun ve sosyal yardıma muhtaçlığın sürdürülmesi olarak “hizmet götürmek”le eş değer tutan biçimi karşısında gerçekten gençlik kesimlerinin talepleri ve iradesi olarak halkçı bir yönetim politikalarına dönüşmesi nasıl mümkün olabilir?

SOSYAL BELEDİYECİLİK Mİ HİZMET Mİ

Her şeyden önce, siyasetin ve devletin AKP ve Millet İttifakı’nın ortaklaştığı bir iddia olarak hizmet üretmek ile eşdeğer olduğu, “millete hizmet” adı verilen ifadenin burjuva partileri birer hizmetkâr, milleti ise hizmet edilen efendi pozisyonuna koyduğu bir “köle efendi diyalektiği” var karşımızda. Oysa gençlik kesimlerinin bu pozisyonu gündelik yaşamımızın hiçbir yerinde hissedilmiyor. Zira gençlik kesimlerini taleplerinin birer kazanım olarak sağlandığına, ulaşım fiyatlarının, yurt imkanlarının, doğalgazın gerçekten istenilen biçimde düzenlendiğine uzun zamandır hiç şahit olmadık. İnterneti olmayan yurda öğrencilerin eylemleri sonrasında internet aracı gönderen İBB, götürdüğü hizmetle ufak bir tebessüm yarattı, öğrencilerin sorunları devam ederken araçtaki internetten ise cam tarafında kalan öğrenciler kısmi olarak yararlanabildi. Yani gençliğin hayat koşullarının düzelmesi, hizmeti götürenlerle, onların “sosyal belediyeci” politikalarının tutarlılığına, kısacası yurtta hangi odada yattığına kadar bir talihi durumla açıklanmak isteniyor. Hizmet götürür olmak, o hizmetin niteliğini ifade etmediği gibi, denetlenebilir ve itiraz edilebilirlik mekanizması doğrudan gençlik kesimlerine açık olmadığında; şehrin, ülkenin, gençlik kesimlerinin dernekler, mahalle dayanışmaları, yurt kurulları yani örgütlü temsilciliklerinin dağıtılmış pozisyonundan memnun bir CHP siyasetinin belediyesi olunduğunda, sosyal belediyecilikle efendi köle diyalektiği birbirine karışıyor, Başkan İmamoğlu’nun yaptığı gibi iki ifade birbirine eşitleniyor. Oysa gerçek anlamda bir sosyal belediyeciliğin tek teminatı halk kesimlerinin yerel gücüdür. Sokağa çıkmanın teröristlikle eşdeğer tutulmasında belki söylemde değil ama pratikte Cumhur ile ortaklaşan Millet’in, seçimler için oldukça güven duyduğu irade ve denetim gücü anlaşılan sıra günlük acil taleplere geldiğinde o kadar da belirleyici değil. Zira geçtiğimiz 2 senede CHP’li belediyelerde gerçekleşen grevlerde, Maltepe’de, Kadıköy’de grev kırıcılığı yapan, hala devam eden Bakırköy Belediyesi işçilerine %0 zam dayatması yapan, örgütlenmeye çalışan iki farklı sendikayı işçileri bölmek için kullanmaya çalışan, grevin yerinin AKP Genel Merkezi olduğunu söyleyip işin içinden sıyrılmaya çalışan, işçi emekçilerin örgütlü gücünün karşısında konumlanmış bir belediye yönetiminden sosyal politikalar sürdürmesini beklemek çelişkilidir. Enflasyondan, hayat pahalılığından bahsedip kendi belediyelerinde insanca yaşanacak bir ücret isteyen işçilerine sıra gelince her türlü propaganda aygıtıyla “Millet iş bulamıyor nankörler” diyebilmek işte bu ikircikliğin en yalın ifadesidir. Zira sosyal belediyecilik halk gücüne, onun taleplerini ifade edeceği temsilcilere ve denetime dayanır. Bunun dışında kalanlar iyi birer örnek olan “hizmetler” olabilir, kalıcılığı ve iyileştiricilikleri ise talihidir. Ve bu iyi örneklerden yararlanmak, yerel yönetimleri kendi taleplerimiz etrafında bu iyi işleri devamlı kılmak zorunda bırakmak da hiç de önemsiz değildir. İstanbul Üsküdar’da AKP belediyesinin öğrencilere sunduğu doğalgaz yardımını, her bir belediyeden talep etmek, bunun etrafında birleşmek önemlidir ve ancak kalıcı adımlar gençlik kesimlerinin bu türden örgütlü mücadeleleriyle mümkün olabilir.

YOKSULLUĞUN ALTERNATİFİ

CHP’nin sunduğu teminatların aynı zamanda yoksulluğun, gençliğin ve emekçilerin darboğazının süregideceğinin teminatı olarak okumak hiç de zor değil. Bugün her bir burjuva muhalefetin tek adam yönetiminden çıkış yolu olarak göstereceği politikalar, başta tekelci sermaye olmak üzere kapitalistler için sınırsız, gençlik kesimleri için ise koşullu olacaktır, olmak zorundadır. Koşul ise şudur: Kapitalizmin içinde bulunduğu sistemsel krizin teşhir olan yönlerini unutun ve sosyal yaşantınızdan, haklarınızdan, iyi bir yaşam talebinizden tırpanlayarak sistemi restore etmemize, sınıflı toplum yapısını korumamıza izin verin. Bu ileriye dönük bir beklentiden ya da geleceği görmekten çok daha fazlası olarak, kapitalist sistem ve onun sınıflı toplum yapısının koruyan aygıtı devletin, nispeten ve çok kısmi bir şekilde bağımsız hükümetlerinin, sosyal hakları gözeten, burjuva demokrasisine riayet eden bir politika tutturmasının ekonomi politik koşuludur. Bunun bugünden görülen ayak sesleri ise mevcuttur. Meral Akşener neredeyse her konuşmasında eğitimin sınıflar arası geçişi sağlayan niteliğinin kaybolduğundan dem vuruyor, İBB’nin 30 kreş açılışı yaptığı törende olduğu gibi. Bugünden bakılınca yakın geçmişte eğitimin en azından ulaşılabilirlik ve nitelik açısından daha geniş bir azınlığa sunulduğu bugün ise eğitimin gençliğin hayatının bir parçası olmaktan neredeyse çıktığını, çocuk işçiliğinin, okurken çalışmanın korkunç derece arttığı söylenmelidir. Zira AKP etrafında palazlanan sermaye grubuyla birlikte Türkiye’deki en geniş halk kesimlerinin kazanılmış her bir hakkına saldıran bir tek adam yönetimidir. Bunun karşısında ise eğitimin, gençliğin ilgi alanları ve yetenekleri doğrultusunda bilimsel ve akademik bir yaşantıyı, halk için üretimin bir parçası olarak iyi bir yaşamı sunma niteliğini savunmamak açıkça burjuvazinin çıkarlarının savunusudur. Bugün mevcut iktidar karşısında bir patron örgütü olan TÜSİAD’tan medet uman, yani işsizliğin ve yoksulluğun gerçek sebebi olan kapitalizme güven vermeye çalışan bir hükümet adayının yoksulluğa çare olduğu, olacağı iddialarına sevinmemiz bekleniyor. Karşısında gençlik kesimlerinin kendisi için atacağı her adım AKP’nin karşısındaki tek gücü zayıflatabileceğinden, AKP’nin daha ağır saldırıları karşısında gençlik ve halk kesimlerini koruyan Milet İttifakı’ymış gibi AKP’nin ekmeğine yağ sürmekle eleştiriliyor. Oysa hemen bakalım. İç İşleri Bakanlığı tarafından İBB’ye yönelik gerçekleştirilen saldırı, CHP’li belediye şahsında doğrudan belediye emekçilerine yönelirken İmamoğlu “Buyurun, yargılayın” diyor. İşçi ve emekçilerin hem işleri tehlike altına atılırken aynı zamanda bir vatandaş olarak terörist yaftasıyla zedelenmek istenen kişisel hak ve hüviyetlerini korumaktan oldukça uzak bir yönetim var karşımızda. Örnekler çoğaltılabilir. Ama esas olan, AKP’nin işine yarayacak olanın, gençlik kesimlerinin ihtiyaç duyduğu siyasetin ve gücün burjuva muhalefeti yoluyla gerçekleşebileceğini düşünmek, burada beklemektir.

Yarın güneşin doğacağından ne kadar eminsek, ihtiyacımız olan tek şeyin taleplerimiz etrafında birleşmek ve bulunduğumuz alanları yönetmeye aday bir gücü biriktirmek olduğundan da bir o kadar emin bir özgüvenle, yanımızdakilere duyduğumuz güvenle hareket etmek gerek, hem de güneşin doğmasına daha çok zaman olduğunu düşünsek bile.

ÖNCEKİ HABER

Yenilgilerimizi unutmayacak deneyimlerimizi hatırlayacağız

SONRAKİ HABER

Tek adam iktidarının hayalindeki üniversite dizaynı ve Türkiye gençliği

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa