Tek adam iktidarının hayalindeki üniversite dizaynı ve Türkiye gençliği
Tek adam yönetiminin ve sermayenin lehine çizilen sınırlar dışında başka bir şeyle ilgilenmeksizin yalnızca dersine girip çıkan öğrenci profili iktidarın hayallerini süslüyor.
Fotoğraf: Pixabay
Hazan İLİK
İstanbul
Kovid-19 hayatımıza girdiğinden beri hastalığa yakalanan ve günlük olarak hayatını kaybeden insan sayılarındaki artışla paralel olarak artırılan pandemi önlemleri, bir süre bu önlemlere uygun yaşamaya çalışma, bu geçici ve tutarsız önlemlerin yarattığı boğuculuk, ardından vaka sayılarında kısmi bir düşüş ve yeniden açılma şeklinde ilerleyen bir döngü hayatımızın rutini haline geldi. Bu rutine bir de ekonomik krizin katlanılamaz yükü eklendi. Herhangi bir ihtiyacı karşılayamamak, bir çay, bir kahve dahi içmekten vazgeçmek, onun bile hesabını yapmak herkesin geçinebilmek için edindiği “olağan” bir alışkanlık oldu artık. Yeni umutlar, beklentiler ve heyecanlarla; “düzeleceğiz” diyerek başladığımız eğitim dönemini yeni ve ağırlaşan zorluklar karşısında ayakta kalmaya çalışırken bitiriyoruz.
DERSLERDEN BAŞKA BİR ŞEYLE İLGİLENMEYEN ÖĞRENCİ PROFİLİ İKTİDARIN HAYALLERİNİ SÜSLÜYOR
İki yıllık pandemi arasına rağmen ne üniversite yönetimlerinin ne de hükümetin yüz yüze eğitimin salgın koşullarına uygun planlanması noktasında neredeyse hiçbir hazırlık yapmadığını güz döneminin başından beri tecrübe ediyoruz. Barınma imkanının sağlanması, yüz yüze derslik miktarının artırılması, uzaktan verilen derslerin niteliğinin garantiye alınması -liste uzatılabilir- gibi birçok konuda atılmayan adımlar, üniversite eğitiminin geçmişten beri var olan, bugünün koşullarıyla katmerleşerek gün yüzüne çıkan sorunlarını her gün tekrar tekrar gündeme getiriyor. Eğitim formlarının sürekli ve aniden değişip durmasının, tek tek üniversitelerin eğitimin her koşulda sürdürülebilirliği konusundaki plansızlıklarının verilen eğitimin niteliğini de -olumsuz yönde- belirlediği bir gerçek. Bu koşullara bir de başta bahsettiğimiz ekonomik kriz ve hayat pahalılığı da eklenince bir üniversite öğrencisi gibi yaşamaktan uzaklaşarak kampüs yaşamından kopmak, üniversite okumanın giderek anlamsız, bilim üretiminin bir parçası olmaktan ziyade formalite icabı gerçekleştirilen bir eylem halini alması gibi sonuçlar doğurduğu da bir başka gerçek. Özgür, eleştirel bir tartışma ortamını sağlamak, öğrencilerin sosyal-kültürel gereksinimlerini karşılamak bir yana dursun, bu ihtiyaçlara yanıt olabilecek en ufak girişimleri dahi engelleyen, sansürleyen, önlerine taş koyan üniversite yönetimlerinin ortaya çıkan bu tablodan memnun olduğunu, tek adam yönetiminin ve sermayenin lehine çizilen sınırlar dışında başka bir şeyle ilgilenmeksizin yalnızca dersine girip çıkan üniversite öğrencilerinin hayallerini süslediğini söylemek yanlış olmaz.
EĞİTİMDEKİ ENKAZIN NEDENİ BECERİKSİZLİK DEĞİL SINIF ÇIKARLARI
Tam olağan kabul ettiğimiz akışa uygun yaşamaya alışmışken her şeyin yeniden değişmesi, bir rutin oluşturamamak, çok basit sorunların bile üniversite yönetimleri tarafından çözülmemesi, birçok temel talebin görmezden gelinmesi, sürekli üniversitelilerin “mağdur” edilmesi madalyonun bir yüzü. Bir bütün olarak Türkiye’deki üniversite eğitimine ilişkin tek tek üniversiteleri aşan düzeydeki çözülmeyen sorunlar, birçok bakımdan “yönetemeyen”, bir yandan da sanki canımıza kastetmişçesine bile bile “kötü” yöneten bir hükümetten kaynaklı sorunlar biçiminde tartışılabiliyor yer yer. Elbette burada anlam verilemeyen, “siyasi hırs”lardan, “bilmemezlik”ten, “beceriksizlik”ten kaynaklı ortaya çıkmış gibi görünen sorunlar aslında tek adam hükümetinin politikalarının sınıfsal muhtevasıyla; gençlik yığınlarının istek ve özlemlerinin, eşit ve özgür bir gelecek isteğinin bu politikaların kolladığı sınıfın çıkarlarıyla uzlaşmaz olmasıyla ilgilidir. Madalyonun bu yüzünün neden sürekli gençliğin sosyal, kültürel, ekonomik, akademik vb. anlamda yaşamının aleyhine olan durumları içerdiğinin cevabı budur. Diğer yüzüyse tüm bunlara karşı salgının başından bugüne uzanan, eğitim hakkının farklı yönlerine ilişkin irili ufaklı mücadele deneyimleriyle dolu. Boğaziçi’nden Çukurova’ya, birçok ildeki KYK yurdundan Türkiye’nin dört bir yanına uzanan eylemler, imza kampanyaları, hashtag kampanyaları… Örnekler uzatılabilir.
TÜRKİYE GENÇLİĞİ GELECEĞİNİ KENDİ ÇİZMELİ
Mevcut olanı verili kabul edip yaşamımızı ona göre şekillendirmeye çalıştığımız her durumda daha kötüsüyle karşılaşmak, ayak uydurabilmek için her defasında daha fazla ödün vermek zorunda kalmak kişisel talihsizliklerin birer sonucundan ibaret değil. Milyonlarca gencin daha iyi bir akademik hayat, daha iyi bir gelecek kurma hedefleriyle, “düzeleceğiz” diyerek çıktığı yolda aynı anda tökezlemesi bir tesadüf değil. Üstelik herhangi bir hak talebine, örneğin daha nitelikli bir eğitim alma seçeneğine, bu seçeneği kazanmayı denemeye, karşı “zaten olmaz” gibi bir peşin yargıyla hareket etmek, dayatılan koşulları ve yenilgiyi baştan kabul etmek anlamına geliyor. Madalyonun ilk yüzü “karar vericiler”in herhangi bir dirençle karşılaşmaksızın Türkiye gençliğine nasıl bir gelecek sunduğu, ikinci yüzüyse milyonlarca gence hayalindeki geleceği nasıl inşa edebileceği hakkında ipuçlarını sağlıyor. Gerisi Türkiye gençliğine kalıyor, ilk tabloya tabi olup baş eğmek mi, yönünü ikinci yüze çevirip hakkı olan eğitime ulaşmak, kendi geleceğini kendi belirlemek üzere karar verici olma cüretini göstermek mi?