Don’t Look Up ve tarafsız hicvin tanıdık sorunları
Film, modern toplum denilen kavramı üretim ilişkileri ve sınıflar üzerinden değil de “insan” soyunun oluşturduğu “modern” medeniyetin kendisine özgü davranışları üzerinden okuyor.
Erdal Eren KARACA
Bilgi Üniversitesi
“Don’t Look Up” son dönemde gerek sosyal medyada gerekse yakın çevremizde oldukça ses getiren bir film olmayı başardı. Film, yayınlandığı ilk iki haftasında toplam 263 milyon 320 bin saat izlendi ve Netflix’te tüm zamanların en çok izlenen 3. filmi oldu. Adam McKay yönetmenliğinde çekilen film, bünyesinde birçok Hollywood yıldızını da barındırıyor oluşuyla dikkat çekiyor. Leonardo DiCaprio, Jennifer Lawrence ve Meryl Streep gibi birçok ünlü aktör ve aktris filmde kendisine yer buluyor. Film, klişe tabirle bir “yıldızlar geçidi.” Bunların dışında film şimdiden Altın Küre’de 4 dalda ödüle aday gösterildi. Toplamda 7 ödül kazanan filmin ayrıca çeşitli platformlarda 30 dalda da adaylığı mevcut.
Toplumu, Dünya’ya çarpmak üzere olan bir kuyrukluyıldıza ilişkin uyarmaya çalışan iki gökbilimcinin hikayesini anlatan film, modern toplumu yerden yere vuruyor. Filmin başında bu iki gökbilimciyle, Dr. Randall Mindy (Leonardo DiCaprio) ve doktora öğrencisi Kate Dibiasky’yle (Jennifer Lawrence) tanışıyoruz. Doktora öğrencisi Kate 6 ay, 10 gün, 2 saat, 10 dakika ve 40 saniye içinde Dünya’ya çarpacak olan bir kuyrukluyıldız keşfediyor.
DÜNYA’NIN YOK OLMASI MI SEÇİMLER Mİ?
Filmin hikayesine göre kuyrukluyıldızın büyüklüğü ve hızı itibariyle dünyadaki yaşamın yok olacağı açıktır. Randall’la birlikte Kate, tüm medyayı ve hâliyle de insanlığı alarma geçirmek için çabalarken, “Amerikan Başkanı dâhil herkesi devreye sokmaya” çalışıyorlar. Cumhuriyetçi olduğu her hâlinden belli ABD Başkanı Orlean’ın, Trump’a olan benzerliği şu noktada karşımıza çıkıyor: Oğlunu Beyaz Saray Personel Şefi olarak atayan, birkaç ay sonra Dünya’yı yok edecek kuyrukluyıldızla değil de birkaç hafta sonraki seçimlere odaklanan, yaklaşan felaketi küçümseyici bir bakış açısıyla karşılayan bir politikacı oluşu, öne çıkan kesitlerden. Film, bugününe odaklanmaktan yarınına kafa yormayı unutmuş modern insanı -kendince- hicvetmek iddiası üzerine kurgulanmış. McKay’in bu öyküyü küresel ısınmaya ve onun insanlıktan götüreceklerine dikkat çekmek için yazdığını bu noktada hatırlatmak gerek. Zaten Leonardo DiCaprio’nun aktörlüğün yanı sıra iklim aktivistliğinde de görev alıyor oluşu başrolü üstlenmesinde etkili olmuş. Bu anlamda filmde, yaşanacak olan krizin yeryüzünde sadece belirli bir bölgeyi değil tüm Dünya’yı etkileyecek olması buradan kaynaklanıyor. Aslında bu türden bir olayı 2018’de yaşamıştık. Birleşmiş Milletlere bağlı olarak çalışan, küresel iklim değişikliğini bilimsel olarak araştırıp değerlendiren bir grup tarafından hazırlanan 6000 bilimsel raporun kamuoyuyla paylaşılmasının ardından anladık ki 12 yıl sonra Dünya geri döndürülemeyecek kadar ısınacak ve halen ısınmaya devam ediyor. Filmin bu türden bir noktaya değinmesi olumlu sayılabilecek özellikleri arasında. Ayrıca filmde siyah bilim insanı Dr. Oglethorpe’un adı, köleliğin yasaklanmasında önemli rol alan James Oglethorpe’ye gönderme olarak yorumlanabilir.
SENARYO BİZE BİR YERDEN TANIDIK GELİYOR OLABİLİR
Tekrar filme dönecek olursak; film, klasik olarak “modern toplum” eleştirisi yapan filmlerin temel zaaflarını taşıyor diyebiliriz. Filmin, modern toplum denilen kavramı üretim ilişkileri ve sınıflar üzerinden değil de “insan” soyunun oluşturduğu “modern” medeniyetin kendisine özgü davranışları üzerinden okuyor oluşu, filmde doğru göndermelerle birlikte hatalı söylemlerin birlikte ilerlemesine sebep oluyor. Bu noktada filmin toplumdaki sınıflara eşit mesafeden bakıyor oluşu temel hataların başında geliyor. Örneğin, güçlü bir kapitalistin kendi kar hırsı için insanlığı yok saymasının ve bunu yaparken “yoksulluğu, açlığı, gelir adaletsizliğini bitireceğiz” gibi bir propaganda sürdürülmesinin tabii ki gerçek hayatta bir karşılığı var. Filmde özellikle uzay ve havacılık alanında faaliyet yürüten Elon Musk, Jeff Bezos gibi kapitalistlerin; uzay madenciliğini ve dolayısıyla kendi karlarını düşünüyor olmalarına rağmen insanlığın genelinin çıkarlarını düşünüyormuş gibi gözükmelerinin güzel bir eleştirisi var. Aynı zamanda kapitalistlerin devlet ve siyasetçilerle kurdukları güçlü bağın da burjuva demokrasisinin aldatıcı yönünü gösterdiği sahneler dikkat çekiyor. Ancak filmin esas zaafı, kapitalistlere ve burjuva siyasetçilere son derece gerçekçi eleştiriler getirmesine rağmen, aynı mesafeyi emekçi halk kitlelerine de gösteriyor oluşu. Film; bu noktada bilime, sınıflar ve ideolojiler üstü soyut bir şeymiş gibi bakma, bilimi felsefeden ve ideolojilerden ayırma, bilimin kendi başına tek önemli ve değerli şey olduğunu savunma gibi bugün Türkiye’de de pek çok kez örneğini gördüğümüz yanılgıları taşıyor. Film gerçekten de siyasetin, ideolojilerin ve toplumun diğer bütün uğraşlarının ve ilgi alanlarının boş, gereksiz ama bilimin tek değerli ve gerçek olduğu alt metnine sahip. Halkın bilime ilgi duymamasının, bilim insanlarını değil de başkalarını dinlemesinin, bilimin ortaya koyduğu gerçekleri konuşmak yerine kendi “basit” dünyalarına devam etmelerinin, magazin olaylarını konuşmalarının eleştirisi halkı küçümseyerek ve eleştirerek yapılıyor. Özgür Demirtaş’ın da filmi beğenip kendiyle özdeşleştirmesi de bu yüzden doğal. Çünkü onun da ülkemizdeki mevcut düzende üstlendiği rol “Siyaseti bırakın bilim yapın” kabalığından fazlası değil.
Halbuki, bilimi halktan koparan, halkın anlamayacağı bir şeymiş gibi gösteren şey tekelci kapitalizmin kendisi. Bilimi tekeline alan sermaye sınıfı, onu kendi çıkarları için kullanırken halkın bilimle buluşmasının, bilim üretimine katılmasının, bilim tartışabilmesinin önünü kesiyor. Dolayısıyla bilimin yeteri kadar değer görmemesinin sebebi insanların kusuru değil, üretim ilişkilerinin doğal bir sonucudur. Öte yandan film komplo teorilerine inananları hicvederken bunu yaratan koşulları görmezden geliyor, bunu yine “modern toplum”un kusuru sayıyor. Bu nedenle filmi bu noktalarıyla eleştirmek mümkün.
Bunların dışında filmde sadece ABD’de değil Türkiye’de de siyasetin üzerinde devindiği popülist söylemlerle birlikte gelişen yoz siyaset yapma anlayışı önemli yer tutuyor. Filmde iktidarlarını korumak isteyen siyaset-sermaye otoritesinin “Don’t Look Up/ Yukarı Bakma” diye kampanya başlatması ve gerçeğin farkında olan bir avuç insanın da yukarı bakmakta ısrar etmesi çıkarabileceğimiz sonuçlar arasında. Ayrıca edebi kişiliği ile tanıdığımız Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eseri olan “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç” da gerek temasıyla gerekse eleştirel bakış açısıyla bu film ile benzerlik gösteriyor.