12 Ocak 2022 07:17

Akademik özgürlükler tehdit altında

İletişim Başkanlığı “Yüksek Öğrenimde Yeni Dönem” başlıklı verileri yayınladı. 2002’den 2021’e sunulan verileri AKP’nin üniversitelere yönelik saldırılarının bir ifadesi olarak okumak mümkün.

Paylaş

Başak BELHAN

İstanbul Üniversitesi

 

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı “Yüksek Öğrenimde Yeni Dönem” başlıklı verileri yayınladı. AKP’nin 2002’de iktidara geldiği yıl ile 2021’deki veriler karşılaştırıldığında yükseköğretim bütçesinden tutalım üniversitelerde okuyan yabancı öğrenci sayılarına kadar veriler verilmekte, her ilde en az bir tane üniversitenin olduğunu ve 2023 vizyonu doğrultusunda rekabetçi, yenilikçi üniversite inşa etmeye dair planlara işaret etmektedir. 2002 yılında da tek başına iktidar olduğunda YÖK’ü kaldırmayı ve demokratik-özerk bir üniversite hedefi ile yeni bir yasa çıkarmayı vaat eden AKP, bugün Boğaziçi Üniversitesi örneğinde açıkça görüldüğü gibi demokratik ve özerk üniversite vaadinin çok uzak bir noktasına düşmektedir. Yayınlanan rapordaki verilerde öğrenci sayısındaki artışa dikkat çekiliyorken tablonun arkasındaki yaşamlardan, okurken çalışmak zorunda bırakılan öğrencilerin sayısındaki artıştan bahsedilmiyor. Birçok öğrenci özellikle pandemide derinleşen ekonomik krizle birlikte okul masraflarını karşılamak için part-time ve günlük işlerde çalışmak zorunda kaldı. Barınma sorununun üniversitelerin yüz yüze eğitime geçmesi ile beraber kira ve yurt fiyatlarındaki artış sebebiyle üniversiteyi kazandığı şehirde okuyamayan birçok öğrenci ya memleketine dönmek zorunda kaldı ya da tarikat yurtlarına mahkûm edildi. Tabloda yer verilmeyen her üç gençten bir tanesinin işsiz olduğu ve genç işsizliğin giderek arttığı bu zamanda düşük ücreti ve alan dışı çalışmaları kabul etmek zorunda bırakılan gençlere, “İş beğenmiyor, hoşnutsuzlar” gibi ithamlar ile işsizliğin sorumluluğu gençlere yıkılmakta. Her ile üniversite diyerek teşvik ettiği özel üniversiteler ihtiyaca bakılmaksızın açılmakla beraber YÖK’ün, “Vakıf Yükseköğretim Kurumları 2021” raporunda da 79 özel üniversitenin 29’unda öğrenci alanına düşen açık alanların metrekaresi %20’yi geçmiyor. Birçok üniversitenin apartman üniversite olduğu, kampüsten yoksun bırakıldığı, fakülte ve bölümlerde akademisyenlerin olmadığı gerçeğini de dikkatlerden kaçırmamak gerekiyor. Üniversiteye alımlardaki mülakatlarda sorunlar yaşandığı ve boş olan kadrolara “eşi, dostu atadı, peş peşe torpilli atamalar” gibi haberler üniversitelerdeki niteliksiz ve antidemokratik uygulamaları gösteriyor. Demokratik ve özerk üniversiteye saldırılar sadece AKP dönemi ile sınırlı kalmamakla beraber AKP döneminde demokratik ve özerk üniversiteye saldırılar tırmanışa geçmiştir. Üniversitelere yönelik saldırılar sermaye-iktidar iş birliğinde giderek artmıştır.

YÖK VE SERMAYENİN KISKACINDA ÖZERKLİK

Üniversiteler, kurumsallaştığından bu yana ideolojik ve kültürel üretim süreçlerinin aygıtlarından biri olarak içinde bulunduğu toplumsal güç ilişkilerince tarih boyunca şekillenmiştir. Üniversiteleri bugün içinde bulunduğu duruma getiren süreç 1980 askeri darbesiyle birlikte başlamıştır. 1973 yılında Üniversiteler Kanunu’nda YÖK’ü (Yükseköğretim Kurulu) düzenleyen maddeler özerkliğe aykırı bulunarak Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş iken; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 1981’de yürürlüğe girmesiyle YÖK (yeniden) kurulmuştur. 1980 darbesi üniversitelerdeki demokratik eğitimin kırıntılarını da ortadan kaldırmıştır. Diğer bir yandan da eğitimin metalaştığı, ticarileştiği ve üniversitelerin piyasaya açıldığı süreci görmeye başlıyoruz. Sertifika programları, projeler, özel şirketlerin üniversite laboratuarlarını ve araştırma bulgularını kullanmalarına izin verilmesi, üniversitelerin adının reklam amaçlı kullanılması 1990’larla beraber teknoparkların kurulması, neoliberal dönüşüm politikalarıyla sermaye üniversite iş birliği ile üniversitelerin birer şirkete dönüşmelerinin önemli adımlarını oluşturmaktadır. 2000’li yıllar ile birlikte üniversitelerin piyasaya açılarak ticarileştirilme süreci hızlanmıştır. YÖK’ün ve TÜSİAD’ın bu yıllarda hazırlamış oldukları raporlar yükseköğretim alanında yapılmak istenen değişiklikler hakkında önemli ipuçları vermektedir. YÖK, yayınladığı raporlarda çeşitlilik, kalite güvencesi, performans değerlendirmesi ve rekabet gibi kriterler üzerine inşa edilen yükseköğretim sisteminin yapısını neoliberal politikalarla üniversitelerin geçirmekte olduğu dönüşümün yansımalarını bizlere göstermektedir. Bu planlar, programlar ve sıralanan ilkeler üniversitelerin piyasa ile bütünleşme ve ticarileşme sürecini tamamlamak ve üniversitelerin özelleştirilmesinin yasal bir dayanağa oturtulması istenmektedir. Pandemi döneminde de iktidar YÖK yasasında yapılan değişikliklerle akademik kurum ve kuruluşların görüşlerini almamış, kamuya açık tartışma yürütmemiştir. İktidar akademik özgürlükleri yok saymış, eşit eğitim hakkını göz ardı etmiş ve evrensel kriterleri de askıya almıştır.

AKP iktidarının üniversiteye yönelik saldırılarından bir tanesi de “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atan akademisyenleri bir gecede KHK’lar ile ihraç etmesi oldu. TİHV Akademi -Türkiye İnsan Hakları Vakfı çatısı altında kurulan- Kasım 2021 raporunda, 2017 yılından bu yana ihraç edilen Barış Akademisyenleri’nin durumunu gözler önüne seriyor. Akademisyenlerin sosyal, ekonomik ve ruhsal açıdan yıpranmalarına yer veriyor. Akademisyenlerin adil gelir hakları ihlal edilmekte, gelir diliminin altında bir gelirle yaşayanların oranı yarıdan fazlasını oluşturmakta ve asgari ücret altında çalışanların oranı da azımsanmayacak derecededir. Kısa süreli iş bulan, iş bulamayan ve iş başvurusu yapmaktan çekinen akademisyenlerin oranı da raporda çoğunluğu oluşturmaktadır. Akademisyenlerin ülke sorunlarına dair açıklamaları tartışılabilir ve eleştirilebilir ancak cezalandırmalar, ifade özgürlüğüne bilimsel özerkliğe ilişkin saldırılardır. Akademik özgürlüğü baskılamaya çalışan iktidarın saldırısını akademiden tasfiye etme uygulamaları ile görüyoruz. Sonuç olarak geçmişten bu zamana demokratik, özgür ve özerk kurumlar olması gereken üniversiteler sermaye birikiminin ihtiyaçları doğrultusunda politikalarla belirlenmekle beraber; otoriterleşme, anti-demokratik uygulamalar, hak ihlalleri, liyakatın dikkate alınmaması, öğrencilerin ulaşım sorunları, yurt yetersizlikleri, niteliksiz eğitim, baskı ve yıldırma politikalarıyla üniversitelerin olması gereken yapıları zedeleniyor. Üniversitelerin yönetsel ve bilimsel özerklikleri, iktidar ve YÖK tarafından kısıtlanırken mali özerklikleri sermaye tarafından denetim altına alınıyor ve kendi ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürüyor. Üniversiteler sermayeye karşı sorumlu olmaya itilmekte, devlet ve sermaye arasında bir cendereye sıkıştırılmaktadır. Yazının başında değindiğim üzere üniversite sayısındaki artış ve her ile üniversite açılması gibi yenilikler üniversiteyi kâr getirici bir yatırım alanı haline getiriyor. Ulusal ve uluslararası sermaye için yepyeni bir yatırım alanına dönüştürüyor. Bu gelişmeler, üniversitelerin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılanmasının önünü açıyor. Bugün açısından tüm bu devlet sermaye iş birliği karşısında akademinin demokratik ve özerk bir hale gelme aciliyeti önümüzde duruyor. Bugün açısından üniversite gençliğinin üzerine düşen ise üniversitelerde müşteri olmadığımız, kâr ve ekonomik çıkar yerine halkın ihtiyaçları doğrultusunda bilim üreten, eleştirel ortamların olduğu; bilimsel, demokratik, özerk üniversiteler için adım atmakla başlamaktır.

ÖNCEKİ HABER

Akşener: Enflasyonun düşmesi için bizden beklenen, Nebati Bakan’ın gözlerine bakmamız

SONRAKİ HABER

“Amacımız gençleri bir araya getirmek”

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa