Siyaset: Kimin, kim için?
‘Geçinemiyoruz’ diye sokaklara çıkanlar, Enes’in ölümüne sessiz kalmayıp karanlığın perdesini yırtmaya çalışanlar, hakları için fabrikaya kapanan Çimsataş işçileri siyasetin gerçek özneleridir.
Fotoğraf: Burak Yılmaz/Evrensel
Erdi TÜTMEZ
Başlıkta kendisine yer bulan soru uzun bir süredir zihinleri meşgul ediyor, bazı kavramları; o kavramların neye tekabül ettiğini sorgulatıyor. Geçmişi bir yana bırakırsak özellikle son dönemde siyaset Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı adı altında iki kutuplu bir eksene sıkıştırılmaya çalışılıyor. 2016’dan bu yana işleyen rejim pratiği gittikçe baskıcı bir hal alırken, son zamanlarda da kitle desteğini kaybetme emareleri gösteriyor. Millet İttifakı ise bu cephenin karşısında kendisini bir iktidar adayı olarak konumlandırıyor. İki blok, halkın desteğine talip oluyor. Biri kurduğu gerici rejimin bekası için, diğeri de iktidara gelebilmek için…Peki bu fotoğraf bize ne anlatıyor? Dillerden düşmeyen ‘vatandaş, halk, millet’ nerede?
Şimdi bu fotoğrafı güncel iki başlıkla ele alalım.
***
Türkiye’de uzun bir zamandır temel gündem ekonomi. Tek adam iktidarının yarattığı yıkım halkın üzerine adeta bir kabus gibi çöktü. İşsizlik devasa boyutlarda, ücretli kesimin cebindeki para ise her geçen gün daha çok eriyor. İnsanlar kara kara düşünüyor. İçinde bulunduğumuz aylarda ise halk faturaları nasıl ödeyeceğini bilemez durumda. Ülkenin kaynaklarını sadece sermaye için kullanan iktidar halka ise sadece sefalet dayatıyor. Bütün bu yaşananların halkın belli bir kesiminde rahatsızlık yarattığı bir gerçek. Bütün bu tablo üzerinden halkı açlık ve yoksullukla sınayan tek adam iktidarı yine ortaya ‘sokak’ kartını attı. Olası tepkilerden, halk hareketinden korkan iktidar, yoksulluğa karşı öfkenin üstünü böyle örtmeye çalışıyor. Bunu da yine bildik yöntemlere başvurarak yaptı: 15 Temmuz, dış güçler, ülkemizi karıştırmak isteyenler hainler… Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan “Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız” diye fırladı kürsüden. Ülke seçim sathı mailine çoktan girmişken Erdoğan’ın bu dozajı arttırmayacağını bilmeyen var mıydı? Bunun emareleri çoktan görünmeye başlamıştı bile. Ekonomi üzerinden tehditler, muhalefet partilerini hedef göstermeler, İBB’ye yönelik başlatılan soruşturma gibi olaylar henüz çok taze. İçinde bulunduğumuz yılı seçim öncesi yıl olarak değerlendirirsek (Erken seçim olmadığı takdirde) oldukça sıcak ve hareketli günlerin yaşanacağı aşikar. Erdoğan ve iktidarı açık bir şekilde yine tehditler ve ‘siyaseti terörize’ ederek seçime gitmek istiyor. Rejim siyasette uzun bir zamandır zaten ‘durgun bir su’ istemiyor. ‘Bulanık bir su’ bile istemiyor. ‘Çamurlu bir su’ bu rejimin istediği ve hedeflediği tek yöntem.
Rejim yine sokak kartını çıkarırken…‘Resmi’ muhalefet durur mu? ‘Büyük fotoğrafı gördük, oyunu bozduk’ diyerek birer birer meydana çıktılar… ‘Hayır efendim sokak bizim kitabımızda yok, provokasyona gelmeyeceğiz’ dediler. Halka yine dört yılda bir sandık başına giden; bir ‘vatandaşlık görevi’ni yerine getiren kıyafet yakıştırdılar. Halk salıdan salıya grup toplantılarını dinleyecek… ‘Oyuna’ gelmeyecek; aranacak hak varsa da bekleyecek, aç kalsa da 2023 seçimini gözleyecek…Bir şey söylenecekse beyefendiler söyleyecek, siyaseti de onlar yapacak… Provokasyon yapmayacak, evinde uslu uslu oturacak, AKP’nin değirmenine su taşımayacak…
Siyaset tarihine makro bir çerçeveden de baksak, mikro bir çerçeveden de baksak bu bakış açısının ne kadar sıkıntılı olduğu ortada. Siyaseti sandığa endekslemek, halka siyaset yapmayı sınırlamak, ‘Siyaseti ben yapacağım, sen oy ver’ demek… Rejim de muhalefet de aslında aynı şeyi yapıyor, farklı yollarla da olsa. Oysa sokak emekçidir, sokak öğrencidir, sokak esnaftır, sokak kadındır; sokak siyasettir, sokak örgütlülüktür…Sokakla birleşmeyen bir strateji sandıkla da birleşebilir mi? En gerici, en baskıcı rejimlerde bu olmadan bir kazanımdan da söz etmek mümkün olmaz.
İşte kendisine yeni iktidar rolü biçen bu anlayış da iktidar olduğunda da böyle bir ‘durgun su’ istediğini gösterdi. Bu ‘fragman’ bize çok şeyi anlatıyor. Arkasına sermaye desteğini almaya çalışıp iktidar hayalleri kurarak denize açılan bu anlayış, halkı ise gemiyi karaya çıkartacak bir araç olarak görüyor, halkın dümende olmasını istemiyor.
***
Daha birkaç gün önce Elâzığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. Sınıf Öğrencisi Enes Kara ömrünün baharında gelecek kaygısı ve kaldığı cemaat yurdunda yaşadığı baskılar sebebiyle yaşamına son verdi… Enes’in bıraktığı mesajın ardından geleceksizlik, yurtların İslamcı vakıf ve derneklere bırakılmış olması gibi sorunlar gündeme geldi, tartışıldı.
Saatlerce sessizliğini koruyan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Zamanı gelince gereken yapılacaktır” dedi. Enes gibi binlerce gencin tarikat karanlığına zorlandığı bir ortamda yine belli-belirsiz bir zamana havale edildi tartışma. Sahi hangi zaman beklenecekti? Devlet desteğiyle korunan, hiçbir denetimi olmayan bu yapılar bile doğru düzgün eleştirilemedi. Bir laiklik savunusu bile yapılmadı, ‘zamanı gelince…’ denildi. Belki de AKP artığı ittifak ortakları korkutulmak istenmedi… Belki hep söyledikleri gibi yine ‘Türkiye muhafazakardır, korkutmayalım’ denildi. İşte Enes’in arkadaşları beklemedi. Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesinde arkadaşları Enes’i ölüme sürükleyen politikaları protesto etti, “Adım atılması için daha kaç gülüşün solması gerekiyor?” diye sordu. Enes’in arkadaşları biçilen kıyafeti yırttı, attı. Sol-sosyalist partiler tarikatlar kapansın talebiyle açıklamalar yaptı. Siyaset tam olarak buydu işte…
***
Mevcut durum gösteriyor ki bu siyaset tarzı ‘Halkın isteklerini halk için savunmak’tan ibaret… Halkın taleplerini kendisinin savunduğu, politikaya müdahale ettiği; özne olduğu bir tarz değil. Bu anlayışta halk sadece bir ‘oy deposu.’ Ama siyaset bundan ibaret değil. Siyaset ancak halkın özne olduğu, doğrudan müdahale ettiği biçimiyle değer kazanıyor. Halkın, işçilerin, emekçilerin özne olmadığı bir eksen de başarıya ulaşamıyor. Tarih bunun sayısız örneğiyle dolu. ‘Geçinemiyoruz’ diye isyan edip sokaklara çıkanlar, Enes’in ölümüne sessiz kalmayıp karanlığın perdesini yırtmaya çalışanlar, hakları için fabrikaya kapanan Çimsataş işçileri siyasetin gerçek özneleridir. Siyaset onlardır…Onlar rejimin her alandaki baskısına güçlü bir direniş gösterirken, ‘Sandığı bekleyin, oturun’culara da şu sıralar siyaset dersi veriyor, siyasetin nasıl yapılacağını gösteriyor.
Umut ve cesaret de tam olarak burada…