Tanıyanların anlatımıyla Nâzım Hikmet
İstedim ki o tanıklardan, ikisi hayatta, dördünün Nâzım hakkında anlattıklarını yeniden gündeme getireyim; hem onun tarihine hem yazın tarihine belge olarak kalsın.
Fotoğraf: Bundesarchiv, Bild 183-14809-0004/Sturm, Horst/CC-BY-SA
İskender ÖZSOY
Selanik’te, 15 Ocak 1902 tarihinde doğan “Şair Baba” 120 yaşında;Kocaman yüreğinin her atışında insanlık hallerinin hepsini yaşayan Nâzım Hikmet ölümüyle de 61 yıllık ömrünün tanıklarını emanet bıraktı bize.Ama ne çare.Kader hükmünü sürüyor ve o tanıklar da birer birer ölüyor.İstedim ki o tanıklardan, ikisi hayatta dördünün Nâzım hakkında anlattıklarını yeniden gündeme getireyim; hem onun tarihine hem yazın tarihine belge olarak kalsın.Romancı Yaşar Kemal Nâzım’la Paris’te buluşan, onunla bir ay geçiren bir tanık.Anlattıklarına gelince:“Ben Nâzım’ı iyi tanıdım çok şükür. Öyle bir talihim oldu. Ben de şiir yazardım. Bir şiirimi Mehmet Ali Aybar vermiş. Çok sevmiş o şiiri. Nâzım Hikmet müthiş yeteneği olan bir şair. Çok sözü olan bir adam. İyi yetişmiş. Dedesi Nazım Paşa bir Mevlevi. Farsça, Arapça biliyor ve sağlam bir Osmanlı şairi. Nazım’ı Divan Edebiyatı kültür olarak etkiliyor. Fransız edebiyatını, Osmanlı edebiyatını biliyor. Sovyetler Birliği’ne gittiğinde oradan da bir kültür alıyor. Şiirleri çok iyi şiirler ama bir dahinin şiirleri değil. Hapishaneye girince halk aşısı alıyor ve halk dilini öğreniyor. Karacaoğlan’la, Pir Sultan’la temasa geçiyor ve ilk defa bir şaheser çıkıyor ortaya: Şeyh Bedrettin Destanı. Türk halkının, kültürünün ve dilinin aşısını aldığı andan itibaren bir dahi olarak Nâzım ortaya çıkıyor. Şeyh Bedrettin Destanı’nda halk şiirinden çok temalar vardır, sesler vardır. Nâzım Türkçeyi en iyi kullanan, yazan şairdir bence. Nâzım’ın genç ölümünün sebeplerinden biri yurdundan ayrı olmasıdır.” (1)
DAVA ADAMI NÂZIM
Nâzım Hikmet’in yakınında olmuş bir diğer tanık da Dr. Hulusi Dosdoğru.“1946 komünist tevkifatı”nda Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi Lideri Dr. Şefik Değmer’in yardımcısı olan Dr. Dosdoğru, Nâzım’ı ilk kez hapisten çıktıktan sonra eşi Dr. Sabire Dosdoğru’nun muayenesinde görmüş, orada tanışmış.Dr. Dosdoğru Nâzım’la geçirdiği günleri şöyle dile getirmişti:“Nâzım insanlarla pek meşgul olmazdı. Kafasında meseleleri olan, o meselelerle boğuşan biriydi. Nâzım, şair olarak başka türlü ele alınıyor bugün. Onu aşk şairi, sevda şairi gibi gösterme ve tanıtmaya çalışıyorlar. Oysa o bir dava adamı ve davasına başını koymuş, davasının sonuna kadar götürmüş bir şair. Hem dava şairi, hem sevda şairi olur ama Nâzım’a sevda şairi demek, yakışıksız, doğru olmayan yakıştırmalardır.” (2)Nâzım Hikmet bilinen anlamıyla “sevda” şairi değildi.Peki neydi onun sevdası, neye sevdalıydı o?Ne diyor “Şair Baba” Yatar Bursa Kalesinde şiirinde?“Sevdalınız komünisttir / On yıldan beri hapistir / Yatar Bursa kalesinde.”
CASTRO VE NÂZIM HİKMET
Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin en kıdemli ikinci üyesi 99 yaşındaki Hıfzı Topuz, Nâzım’ın adı ve şiiriyle daha ilkokul öğrencisiyken tanışmış.Onu şahsen tanıması ise UNESCO’da görevliyken 1961 yılında Paris’te olmuş.Topuz’un Nâzım’la ilgili olarak anlattıkları şöyle:“İlk tanışmamızda beni 40 yıldır tanıyormuş gibi kucakladı. O gün Orhan Kemal’i, Vâlâ Nurettin’i sordu. Ertesi yıl yine Paris’te bir araya geldik. Ben, eşim, Nâzım, Vera ve Avni Erbaş’la eşi birlikte gezdik. Nâzım Hikmet bir sefer de Havana dönüşü Paris’e geldi. Bana Castro’yu görünce heyecanlandığını, Castro’nun kendisine ‘Ben çocukken senin şiirlerini okurdum.’ dediğini anlattı. Nâzım’ın sesinden şiirlerini banda almak istedim. Ancak ezberinde şiir yoktu. Eski şiirlerinin ezberinde olamadığın söyledi. O gün notlarından Havana Röportajı şiiriyle Saçları Saman Sarısı şiirlerini okudu.” (3)
BU YÜREK DURACAKSA
Nâzım Hikmet’i 1960’ın ağustosunda bir toplantıyı takip etmek için gittiği Moskova’da tanıyan Gazeteci Orhan Karaveli onunla kentte 15 gün geçirmiş.“Onu tanımak bir gazeteci için büyük mutluluktur.” diyen Karaveli Nâzım’ı şu sözlerle değerlendiriyor:“O yıllarda çalıştığım Vatan gazetesi adına takip ettiğim toplantıya o da geldi. Toplantıya ara verildiğinde arkasından ‘Nâzım Bey… Nâzım Bey…’ diye seslendim. Sesime döndü ve beni kucaklayarak ‘İyi ki geldiniz.’ dedi. O günden sonra ben, Ömer Sami Coşar ve Ekber Babayef hep birlikte olduk 15 gün. Nâzım bize sık sık şiir okurdu. Bir gün yemekte oturduğu sandalyeden bana doğru eğildi. Rahatsızlanmıştı. ‘Bu yürek duracaksa sizin yanınızda dursun.’ dedi. Nâzım o gün bana şunu da söylemişti. ‘Öleceğime yanmam. Nasıl olsa öleceğiz. Beni buralara gömerler, ona yanarım.’ O Anadolu’da bir köy mezarlığına gömülmek istiyordu. Nâzım Hikmet’in mezarı Türkiye’ye getirilmedir.”
(1)İskender Özsoy, Bizim Gazete, 17 Haziran 2002
(2)İskender Özsoy, Biyografya/4, Bağlam Yayınları, İstanbul, Şubat 2004
(3)İskender Özsoy, Bizim Gazete, 16 Haziran 2006