22 Ocak 2022 00:24

Ercüment Akdeniz: Birleşik mücadele ve halk ittifakının yolunu açıyoruz

"Türkiye’nin bugünkü karanlık tünelden çıkması için halkın acil talepler etrafında birleşmesine ihtiyaç var. Devrimci, sosyalist akımların görevi de bunu örgütlemektir."

Fotoğraf: Özcan Yaman/Evrensel

Paylaş

Serpil İLGÜN
İstanbul

Emek Partisi (EMEP) geçtiğimiz hafta düzenlediği bir toplantıyla önümüzdeki dönem izleyeceği mücadele ve ittifak rotasını kamuoyuyla paylaştı. “Bağımsız, demokratik bir ülke ve insanca yaşam bildirgesi” başlığıyla EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz’in açıkladığı bildirgede, işçi sınıfı ve halk seçeneğinin hangi taleplerle kurulması gerektiğinden, halkın seçtiği temsilcilerden oluşacak bir kurucu meclis tarafından demokratik bir anayasanın oluşturulmasına, gerçek bir laikliğin tesis edilmesinden Kürt sorununun tam hak eşitliği temelinde çözümüne, bir dizi temel sorunla ilgili mücadele politikaları açıklandı. 

EMEP, 9’uncu kongresinde tek adam yönetimine karşı en geniş halk seçeneğinin oluşturulması için çağrı yapmış, sol, sosyalist partiler, sendikalar, kurumlarla görüşmeler gerçekleştirmiş, ülkenin pek çok yerinde halk buluşmaları düzenlemişti. Peki bu görüşmelerde nereye varıldı? Bu çerçevede Ankara’da HDP çağrısıyla yapılan sol, sosyalist parti ve yapıların katıldığı 8’li toplantıyı nasıl değerlendiriyor? Toplantıya katılmayan Sol Parti ve toplantıda yer almakla birlikte çekincelerini açıklayan TKP’yle görüşmeler nereye evrildi? Şu günlerde zamlı faturaların gelmeye başlamasıyla daha da zorlaşan ekonomi gündeminin yakıcı sorunları nasıl çözülecek? Yoksulluk, işsizlik, belirsizlik göstergelerinin kötüleşmesinden sorumlu Erdoğan geliştirdiği hamlelerle güç mü kazanıyor? EMEP, Millet İttifakının genişleme ya da daralma tartışmalarını nasıl izliyor? Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması, bölge dengelerine nasıl etki eder?

EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz’le bildirgenin ve politik gündemin öne çıkan başlıklarını konuştuk.

Zamlar, pahalılık, büyüyen geçim derdi halkın esas gündemi olmayı sürdürüyor. EMEP’in “Birlikte kazanacağız, halk kazanacak” sloganıyla duyurduğu mücadele programı bugünün acil, yaşamsal sorunlarının çözümüne dair nasıl bir çerçeve sunuyor?

Bugün halkın yaşadığı en önemli sorun geçim derdi ve derin yoksullaşma. Bu çerçevede zamların geri alınmasından başlayarak, insanca yaşayacak bir ücret ve bütün emekçileri, çalışmayanları da kapsayacak, koruyacak bir sosyal güvenlik sistemi acil ihtiyaçlar olarak bildirgemizde yer aldı. Şu anki ekonomik sistem, tek parti sistemi açısından da onun yerine gelecek Millet İttifakı açısından da yoksullardan alınan dolaylı ya da doğrudan vergileri zenginlere aktaran bir sistem. Kaynak tartışmasına da girerek, bunun tam tersini yaptığımızda gerekli kaynağın yaratılacağını düşünüyoruz. Talancının, vurguncunun hortumunu kesersek ve yurt dışına yolsuzluklar vesilesiyle kaçırılan kaynakları geri getirebilirsek, bunları yargılayabilirsek ve zenginlere servet vergisi koyarsak, yer üstü ve yer altı kaynaklarımızın yağmalanmasının önüne geçersek, bu ülke kendi dinamiklerine sahip bir ülke, bunu kısa zamanda başarabilir. 

Ekonomik çerçevede bir önemli maddemiz de çalışma hayatına ilişkin. Burada 5 gün için günde 7 saat, toplamda 35 saat çalışma ilkesini getiriyoruz. Ülkenin kaynakları, emekçilerin ürettikleri buna fazlasıyla yeterlidir. Ağır artı-değer sömürüsünü kestiğimizde bu kısa zamanda gerçekleşebilir.

EMEP Bildirgesi politik hayata, demokratik yaşama dair çıkış adımları da sunuyor. Gerçek laiklik, demokratik Türkiye’yi savunan tutarlı bir demokrasi anlayışı, komşu halklarla kardeşlik ve her türlü emperyalist tahakküme son verilmesini savunuyoruz.  

Elbette sosyalist bir parti olarak Türkiye’nin gerçek kurtuluşunun kapitalist sömürü düzeninin son bulmasıyla gerçekleşeceğini söylüyoruz. Sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için mücadele ediyoruz. Ama Türkiye’nin bugünkü karanlık tünelden çıkması için halkın acil talepler etrafında birleşmesine ihtiyaç var. Devrimci, sosyalist akımların görevi de bunu örgütlemektir. Bildirgemizde yer alan talepler manzumesi bu yolu açıyor. Sadece siyasal akımlara değil, sendikalara, emek ve meslek örgütlerine, bir bütün olarak işçi sınıfına ve emekçi halkımıza çağrı yapıyoruz.

Acil sorunlara getirilen çözümler nasıl hayata geçecek, mücadele nasıl örülecek? 

“Biz bir seçim beyannamesini ortaya koyalım, kitleler buna oy desteği versin, iktidara gelirsek bunları değiştireceğiz!” Böyle bir yaklaşım içinde değiliz. Bu klasik burjuva yaklaşımıdır. Biz doğrudan işçi sınıfının, halkın kendisinin siyaset yaptığı, kendisinin değiştirdiği bir siyaset anlayışını savunuyoruz. Örneğin iktidara ve sermaye güçlerine baskı yaparak, itiraz gücünü sokaklarda, meydanlarda göstererek, üretimden gelen güç kullanılarak zamlar şu an geri alınabilir. Enflasyona ezdirilen işçi ücretleri için ek protokoller gündeme gelebilir. Bildirgemizde de var; doğal gaz, elektrik, su gibi temel ihtiyaçlara yapılan zamlar hemen geri çekilebilir. Bunlar sadece seçime, sandığa değil mücadelenin seyrine bağlı. Çözüm kitle mücadelesine dayanmazsa gerçeklikten uzaklaşır.

“Birlikte kazanacağız, halk kazanacak” sloganımızda bir değişim umudu var, bir mücadele vurgusu var ve birliktelik vurgusu var. Ama “Birlikte kazanacağız” derken sadece bir masanın etrafında oturmuş sol, sosyalist, demokratik, ilerici partileri kastetmiyoruz. “Birlikte kazanacağız”ın anlamı bütün halk güçlerinin, emek, demokrasi güçlerinin ve halkın öznesi olduğu en geniş birlikteliğin kazanmasını ifade eder. Bu olmadan sadece bazı partilerin halk adına bir şeyleri kazanması mümkün olmaz. Halkın bunu kendisinin kazanacağı bir mücadele ve ittifak platformu öneriyoruz. Dolayısıyla bildirgemizdeki talepleri seçim sonrasına havale eden bir yaklaşım içinde değiliz. 

MÜCADELEYİ ÖRGÜTLEYECEĞİZ İRADESİNİN ORTAYA ÇIKMASI BAKIMINDAN OLUMLU BİR TOPLANTI

Bildirgede ittifak politikanızı da açıkladınız. Geçtiğimiz hafta Halkların Demokratik Partisi (HDP) çağrısıyla sol, sosyalist partiler ilk kez 8 parti ve örgüt olarak bir araya geldiler. Yapılan açıklamada, en geniş mücadele ortaklığını kurmanın yol ve yöntemlerinin konuşulmasına devam edileceği bildirildi. EMEP toplantıya nasıl bir anlam yüklüyor? 

Biz birlik meselesine şöyle bakıyoruz: Sandığa gelene kadar önce bir mücadele birlikteliği Türkiye’de ihtiyaç. Demokrasi cephesinin kurulması ihtiyaç. Emekçilerin birleşik cephesinin oluşturulması ihtiyaç. Ve bunların üzerinden yükselen, politik alternatifini de ortaya koyan bir halk ittifakı ihtiyaç. Bu çerçevede çeşitli girişimlerimiz, aylara varan toplantı ve görüşmeler oldu. Bunların bir kısmı siyasal parti ve örgütlerle, bir kısmı da sendikalarla oldu. Sadece son iki ayda EMEP Türkiye’nin 40 ilinde geniş halk toplantıları örgütledi. Bunlar hem birleşik emek cephesinin örgütlenmesi hem de halk ittifakı seçeneğinin yaratılması için yürütülen çabalardı. Gelinen aşamada artık partiler arası ikili görüşmelerinden çıkarak, Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı dışında kalan demokratik, ilerici, sosyalist güçlerle bir araya gelmek gerekiyor. Bu bakımdan toplantı çağrısının önce kimden geldiğinin pek önemi yok. Önemli olan birlikteliğin yapıcı temelde ve genişleyerek ilerlemesidir. 

Toplantı, mücadele ittifakı mı, seçim ittifakı mı üzerinden de tartışıldı. İkisi birbirini dışlayan kavramlar mı?

Halk ittifakından ne anlamalıyız? İttifak ihtiyacı, ne seçimleri ne de mücadeleyi dışlayabilir. Mücadele ittifakı ile seçim ittifakını iç içe düşünmeli. Ayrıca seçim platformunda -ola ki- yan yana gelemeyen güçler mücadele birlikteliğini korumalı. Çünkü halkın ihtiyacı bu.
Yapılan toplantıya gelirsek…  “Aynı masada yan yana oturamazlar” denen partiler “Hayır biz yan yana gelebiliyoruz ve Türkiye’nin çıkış yolunu tartışabiliyoruz” mesajını vermiş oldu. Dolayısıyla ilk toplantı başarılıdır. “Halk hareketini ve mücadeleyi birlikte örgütlemek üzere bu toplantıları devam ettiriyoruz” iradesi de kıymetlidir. Biz EMEP olarak zaten başından beri sözü edilen parti ve örgütlerin (ve daha fazlasının) bir arada olması gerektiğini dile getirdik.

DİYALOG ORTAMI YAPICI TEMELDE DEVAM ETMELİ

Toplantı ittifak üzerinden gündemleşince Sol Parti, “Partimiz bu aşamada hangi koşullarda yapılacağı belli olmayan seçime ilişkin bir ittifak tartışmasına girilmesini doğru bulmamaktadır” diyerek toplantıya katılmadı. Türkiye Komünist Partisi (TKP) ise toplantıya katılmakla birlikte “HDP’nin başını çektiği demokrasi ittifakının parçası olmak gibi bir gündemimiz yok” dedi. Bu konular toplantıda nasıl ele alındı, seçim platformu gündem oldu mu? 

Yapılan toplantı seçim platformunun konuşulduğu bir toplantı olmadı. Bizce mücadelenin yanında seçim süreci de konuşulabilir, konuşulmalı. Ama bunları şu anın acil tartışma gündemi olarak görmüyoruz. “Mücadele etrafında bir birlik kuralım” deniyorsa biz el birliğiyle burayı güçlendirmeye gayret ederiz. 

Gündemimizde parlamento seçimi yahut milletvekili dağılımını konuşmak hiç olmadı. Halkın beklentisi de bu değil. Tek adamın gitmesi için bir irade var ama ne geleceği konusunda bir endişe var. Burada yapılması gereken sokakta, meydanlarda halkın gücüyle bu değişimi göstermek, öte yandan asgari program birliği ile halk seçeneğini oluşturmak. Bizim TKP ve Sol Parti ile aylara varan üçlü toplantılarımızın konusu da buydu. Bu süreç devam edecektir. Sol Parti, 8 parti ve örgütle de buluşabilir, eleştiri ve önerilerini dile getirebilirdi. Bu mümkün olmadı. Ama ilk toplantı neticesinde sanırım Sol Partili arkadaşlara yeniden çağrı yapılacak. TKP’li arkadaşlar ilkelerini, düşüncelerini bu çerçevede toplantıda dile getirdiler. Bize göre bu diyalog ortamı yapıcı temelde devam etmeli.  

TKP VE SOL PARTİYLE GÖRÜŞMELERİMİZ DEVAM EDECEK

8 partinin katıldığı toplantıda alınan, katılımın genişletilerek görüşmelerin sürdürülmesi kararı TKP ve Sol Parti ile yaptığınız görüşmeleri nasıl etkileyecek? Ve üçlü görüşme nasıl ilerliyor, geçen sürede bir mutabakata varılamamasının nedeni ne? 

Biz EMEP olarak sosyalist partilerden menkul bir ittifak anlayışını dar görüyoruz ve böylesi bir güç birliğinin halk ittifakının yerine konamayacağını söylüyoruz. Bu konuda tartışmalarımız devam ediyor. Gelinen aşamada mücadele birliğini daha çok öne çıkaralım dedik. EMEP, TKP ve Sol Parti üç büyük kentte halkın geçim sorunlarıyla ilgili ortak eylemler yapacak. Toplantılarımız da bu arada devam edecek.
Sekiz parti ve örgütün mücadele birlikteliği ise 8 Mart, Newroz, 1 Mayıslar bile düşünüldüğünde yeni bir imkan. Partiler elbette kendilerini emek ve meslek örgütlerinin yerine koymamalı, bu süreci birlikte örgütlemeli.

EMEKÇİ ÖRGÜTLERİ SİYASET YAPMAK ZORUNDALAR

Halk seçeneğinin motor gücünü işçi ve emekçilerin oluşturacağını vurguluyorsunuz. Bu bağlamda EMEP olarak sendika ve meslek örgütleriyle yaptığınız görüşmeler nasıl ilerliyor? Bu cephedeki eğilimler neler?

Sendikalar ve meslek örgütleriyle merkezi ya da yerel düzeyde görüşmeler yapıyoruz. Gördüğümüz şey şudur; örneğin sağlık emekçilerinin sendika farkını da ortadan kaldırarak işyerlerine dayanan güçlü eylemler yapması dikkat çekmiştir. Ancak sağlık emekçileri, metal işçileri, kamu emekçileri ve diğer iş kollarından emekçilerin mücadelesi birleşik bir karakterde değil. Yakın geçmişte, örneğin Emek Platformu çok daha etkili hareket edebiliyordu. Öyle ki birçok hükümet işçi gösterileriyle gitti. Bugün işçi ve halk hareketi daha geri düzeyde. Halk İttifakı yolunda gayretimiz birleşik bir emek hareketinin oluşması yönünde. 

İkinci olarak, örneğin sendikalar şöyle bir eğilim içindeler; “Üzerimize çok geliniyor, üye kaybediyoruz, zor toparlanıyoruz, bir de siyaset yapmaya kalkarsak dağılabiliriz, o yüzden biz ekonomik alanda mücadele yürüteceğiz. Emek ve demokrasi güçlerinin ayağını oluşturan siyasi partiler 3’üncü seçeneği kursunlar biz sonra destekleyelim!” Bu doğru bir yaklaşım değil. Çünkü tek bir fabrika ya da iş kolunun kendi başına kurtuluş sağlaması mümkün değil. Grev hakkının ihlalinden sendikal barajlara, laiklik meselesinden Kürt sorununa, ekonomik politikalardan Türkiye’nin dış politikasına kadar her sorun iç içe geçmiş durumda. Dolayısıyla emekçi örgütleri, sendikalar siyasetin merkezine gelmek, siyaset yapmak zorundalar. Dört yılda bir oy vermeye indirgenmiş burjuva seçim anlayışı Türkiye’nin çıkışını sunamaz. Sendikalar ve meslek örgütleriyle buluşurken ya da işçi toplantılarında bu konuyu tartışıyoruz.  

EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİNİN BİRİNCİ TURDA CUMHURBAŞKANI ADAYI ÇIKARMASI MÜMKÜN OLABİLİR

Seçim sathı mailine girildiğinden hemen her konu seçim ekseninde tartışılıyor. Özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde kim nasıl tavır alacak soruları gündemde tutuluyor, anketler yayımlanıyor, muhtemel adaylar zikrediliyor. “Erdoğan mutlaka gitmeli” diyen herkes Millet İttifakı adayını desteklemeye çağrılıyor. Tartışmaları nasıl izliyorsunuz ve Emek Partisinin tavrı ne olacak?

Tek adam yönetimi dediğimiz şey bir kişiden ibaret bir şey değil. Arkasında güçlü sermaye grupları ve klikleri var, devlet ve medya gücü de elinde. Dolayısıyla birleşik ve demokratik bir halk hareketi olmadan sandığın da seçimin de güvencesi olmaz. Bunu gözden kaçırmamalı.
Bizim için başkanlık seçimi, referandum niteliğinde olur. A kişisi, B kişisi, A partisi, B partisi olmasından öte, tek adam rejiminin gitmesini isteyenlerle kalmasını isteyenlerin seçimine dönüşür. Eğer ilk turda emek, demokrasi, özgürlük güçleri bir araya gelir ve güçlü bir seçenek ortaya çıkarsa hep birlikte bir aday gösterebiliriz. Ama öyle bir kombinasyon çıkar ki birinci tur referandum niteliği kazanır, o zaman aday gösterilmeyebilir. Yani kombinasyon, ilk seçimde bitecekmiş gibi tezahür eder ve iki adayla karşımıza çıkarsa, burada işi zora sokacak bir hamle içinde olmayız.   

ÖRGÜTLÜ HALKIN GÜCÜNE DAYANAN MUHALEFET ANLAYIŞI OLSAYDI, ERDOĞAN OYLARINI KONSOLİDE EDEMEZDİ

Asgari ücretin artırılması, doların yükselişinin durdurulması, ek gösterge gibi hamlelerin karşısında düzen muhalefetinin etkisizleşmesi, sokağın gayrimeşru ilan edilmesi dahil Erdoğan’ın çizdiği sınırlar içinde kalma ve “Nasıl olsa gidiyorlar” rehavetinin Erdoğan’a seçim kazandıracağı yönündeki yorumlar artıyor. Tabloyu nasıl okuyorsunuz?

Eğer Erdoğan ve hükümetinin minderinde güreşmeye başlarsanız bu seçimi baştan kaybedersiniz. Düzen muhalefetinin en büyük açmazı bu. Bu, halk hareketinin önünü de frenleyen bir tutum. İşçi ve emekçilerin buna prim vermemesi gerekiyor. Kur korumalı TL mevduat sistemine geçildiğinde düzen muhalefeti adeta dumura uğradı! Oysa, örgütlü halkın gücüne dayanan bir muhalefet anlayışı olsaydı Erdoğan rejimi oy desteğini konsolide edemezdi. Konsolide ediyor ve yeniden toparlıyor gördüğümüz üzere. Karşımızda şöyle bir tablo var: Cumhur İttifakı “Sokağa çıkmayın” diyor ve aba altından sopa gösteriyor, Millet İttifakı da “Sokağa çıkmayın, çıkarsanız seçimi kaybederiz” diyor. Yani her ikisi de halka “Sokaktan uzak dur” diyor. Ama halk sıkışmış durumda, halkın değişim gücü sokakta, meydanlarda, işyeri eylemlerindedir. Dünyanın her yerinde böyledir. Kazakistan halk isyanı da bunu göstermedi mi? Elbette provokasyona gelmeyelim. Bunun yolu da halkın örgütlü mücadelesidir.  

EMEP sıklıkla halkı, işçi ve emekçileri sokakta mücadeleye çağırıyor. Evet, Türkiye halkı zamlara, geçinememeye, açlığa evrilen hızlı yoksullaşmaya karşı tepki duyuyor ancak bu tepki sokağa yansımıyor. Bunda, iktidarın tehdidi, düzen muhalefetinin tutumu dışında başka hangi faktörler etkili? 

Ağır bir baskı rejimi söz konusu. Gençlerin, işçilerin, emekçilerin sokağa çıkması zor pahasına engelliyor. İş yeri iş yeri, fabrika fabrika, mahalle mahalle örgütlenerek, halkı bir araya getirerek bu engelleri aşmamız gerek.  

İkinci nokta; Türkiye işçi sınıfı ve mücadelesi geleneği yeni kuşaklara yeterince aktarılamıyor. Tarihimizin deneylerini anlatarak bu işi aşmaya gayret gösteriyoruz. Üçüncü olarak, sendikal bürokrasi mücadelenin önünde ciddi bir engel. İşçilerin, emekçilerin bu gidişattan kurtulması için sadece sermaye iktidarına değil, sendikal bürokrasiye karşı da mücadele etmeleri gerekiyor.

MÜCADELE DİNAMİKLERİ, İMKANLARI BUGÜN ARTMIŞ DURUMDA

Seçim takvimi ilerledikçe Erdoğan iktidarının kutuplaştırma, din gibi araçları daha yoğun kullanacağı görülüyor, nitekim iş Sezen Aksu’nun tehdit edilmesine kadar vardı. Bazı yorumlara göre planlı hareket etmeyen, gündelik politikalar üreterek çıkışsızlığı öteleyen ve yönetemeyen bir Erdoğan var. Böyle mi, yoksa Erdoğan’ın da söylediği gibi “ne yaptıklarını gayet iyi bilen” bir iktidarla mı karşı karşıyayız?

İktidarın halka satabileceği pek fazla hikaye kalmadı. Vaatler zincirinin halk açısından inandırıcılığı yok. Halk kur korumalı mevduat sisteminin doların ateşini düşürdüğünü görüyor ama yüksek enflasyon düşmüyor. Pazarda, manavda, çarşıdaki ürünlerin fiyatları yükseliyor, bunu da görüyor. AKP’nin “şunu da yapacağım, bunu da düzelteceğim” demesinin karşılığı yok. Bu sistematik olarak oy desteğinde kayıp demek. Bunu konsolide etmek için şapkadan bazı tavşanlar çıkarmaya devam edecekler. Ama bunlar yeterli olmuyor çünkü hiper enflasyon dahi gündemde. Sosyal patlama dinamikleri birikiyor. Böyle bir ortamda baskıyı, otoriter rejimi daha da sıkılaştırarak güçlerini tahkim edebilirler. Buradan “bu işi yapamıyorlar, yönetemiyorlar” sonucu çıkmaz. Zenginin daha da zengin, yoksulun daha da yoksul kalmasına devam edecek bir Türkiye için baskı aygıtını daha sert kullanacaklar. Tabii ki zorluklar içeren bir mücadele olacak ama bu halk bunu da aşmasını bilir. Çünkü halkın, emek cephesinin mücadele ve örgütlenme imkanları artmış durumda. Mesele bunu en iyi şekilde değerlendirmekte. 

Güçlendirilmiş parlamenter sistem çalışmasını sonlandıran Millet İttifakının yapısının değişmesi, genişlemesi yönünde özellikle Gelecek ve Deva partilerinden gelen önerilerin değerlendirildiği belirtiliyor. İttifak genişleyecek veya içinden bir ittifak daha çıkacak tartışmalarını nasıl izliyorsunuz? Yapılan öneriler ittifakın karakterine ne yönde etki eder?

Sermaye güçleri bugün tümüyle Erdoğan yönetiminden vazgeçmiş değil. Evet, bir değişim istiyorlar çünkü hükümette yıpranma söz konusu. Ama Erdoğan yönetimi bir manevrayla yeniden işbaşında kalmayı başarırsa hemen onun arkasına dizileceklerdir. Bu çerçevede Millet İttifakı içinde de çatlak ve bölünmeler söz konusu olabilir. O bakımdan burjuva ittifak ve partileri bir kenara bırakıp halkın kendi bağımsız seçeneğini oluşturması gerekiyor.  

NE ABD-AVRUPA-NATO EKSENİ, NE RUS EMPERYALİZMİ-AVRASYACI BLOK

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının an meselesi olduğuna dair açıklamalar, haberler yoğunluk kazandı. Gerçekleşmesi halinde bunun etkileri ne olur? EMEP konuyu nasıl değerlendiriyor?

Pandemiden çıkışta uluslararası tekeller çok sert bir rekabet halindeler. Bunun arkasında yeni toprak ve pazar paylaşımı, yeni stratejik alanların ele geçirilmesi yatıyor. Bu bölgelerden bir tanesi de Ukrayna. NATO üyesi olması durumunda Ukrayna, Moskova tarafından coğrafi tehdit olarak algılanacak. Rus emperyalizmi buna göre önlem alıyor. Ukrayna da batı emperyalizmiyle birlikte ABD’ci Avrupacı bir çizgide hareket ediyor. Muhtemel bir çatışma gündeme gelebilir. Bu durumda ne ABD emperyalizminden ve NATO’cu, batı eksenli bir çizgiden yana hareket etmek, ne de Rus emperyalizmi ya da Avrasyacı bir blokla hareket etmek söz konusu olabilir. Halkların kardeşliğine dayanan, emperyalist işgal, baskı ve tahakkümlerin son bulduğu, işgal ordularının ve tehdit unsuru silahların bölgeden çekildiği bir Ukrayna, bir kuzey coğrafyası. Tutumuz bu olur. Çünkü biz enternasyonalist bir partiyiz. Ukrayna gericiliğiyle değil ama ona ve emperyalizme karşı barış, demokrasi, özgürlük isteyen güçlerle dayanışma içinde olacağız.  

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Avrupa'nın gündemi | Daha iyi ücret, iş ve daha iyi kamu hizmeti için greve…

SONRAKİ HABER

Koç'a verilen Kalamış Yat Limanı ihalesi Cumhurbaşkanı kararıyla iptal edildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa