22 Ocak 2022 22:52

Şair Deniz Durukan: Yeni dünya düzeninde yaşadığımız en istikrarlı duygu korku

Yeni kitabı "Yakın Temas"ı anlatan Şair Deniz Durukan “Her şeyin çok belirsiz ve istikrarsız olduğu bu yeni dünya düzeninde yaşadığımız en istikrarlı duygu korku” diyor.

Fotoğraf: Kişisel arşiv

Paylaş

İsmail AFACAN
İstanbul

Şair Deniz Durukan’ın yeni kitabı Yakın Temas, toplu şiirlerinden oluşuyor. Yakın Temas’ta üç kitap yer alıyor: “Şakağına Daya Beni”, “Rugan” ve “Dokuz Katlı Sıdıka”. Durukan’la kitaplarındaki ölüm, korku, aşk gibi temleri; şiir karakterlerini ve şiirinin felsefi altyapısını konuştuk. “Her şeyin çok belirsiz ve istikrarsız olduğu bu yeni dünya düzeninde yaşadığımız en istikrarlı duygu korku.” diyen Durukan “Şiir öznesi pasif değil şiirlerimde, ayağa kalkıyor, yeri geldiğinde başkaldırıyor” ifadelerini kullanıyor.

"YAZARAK ANLATMAK BANA HEP DAHA İYİ GELDİ"

Öz şiir hikayenizi dinleyebilir miyiz? Şiir yolcuğunuz hangi aşamalardan geçerek bugünlere geldi? 

Çocukluğumdan beri konuşmaktan çok yazarak anlatmak bana hep daha iyi geldi. Tuttuğum günlükler, mektuplar yazma iştahımı kabarttı. İyi bir okur olma çabası da vardı bunun içinde. Bu arada şiir yazmaya da başlamıştım. 1990’ların başında birkaç dergiye şiir gönderdim, yayımlandı. Sonra uzun bir süre, yedi yıl kadar şiir yazdım ama yayımlamadım. 1998 yılında tekrar dergilere şiir göndermeye başladım. Çünkü sesimi bulduğuma inanıyordum. Sanırım yanılmamışım. İlk olarak Varlık dergisine gönderdim. O zaman Derginin Yayın Yönetmeni Enver Ercan’dı. Beni büyük bir heyecanla aradı. Şiiri çok sevmiş, farklı bir sesin var dedi ve şiiri yayımladı. Sonrası geldi…

"YASAKLARLA, TABULARLA AŞKIN ÜSTÜ ÖRTÜLDÜ"

“Şakağına Daya Beni” ilk şiir kitabınız. Ağırlıklı olarak üç tema karşımıza çıkıyor bu kitapta… Ölüm, darbe ve aşk… Bu üç temanın sizde yarattığı birleşimi nasıl açıklarsınız?

Evet bu üç tema iç içe geçiyor şiirlerimde. Her kavramın tek tek farklı göndermeleri olduğu kadar, bunlar ortak bir meselenin tezahürü olarak da birbirini çağırabiliyor. Mesela aşktan söz ederken ölüm ve darbe de aşkın, erotizmin anlatısında yer alıyor. Hem politik olana vurgu yapıyorum hem de aşkın kışkırtıcı, karanlıkta kalan taraflarına bakıyorum. Aşk naif bir duygu değil. Aşık insan düzeni bozar, statükoyu sarsar, bu anlamda aşk yıkıcıdır. O yüzden başta evlilik kurumu olmak üzere her yapıyı sarsabilir aşk. Yasaklarla, tabularla aşkın üstü örtüldü. Geriye çürümüş, kurtlanmış ilişkiler kaldı. Elbette uslu halk yaratmak isteyenler için aşkla ayağa kalkmak tehlikelidir.

"BEDENİ PARÇALIYORUM"

“Rugan”da korku ve erotizm temaları öne çıkıyor. Şiirlerinizdeki sokaklar daha da kararıyor. Karanlık sokaklar sizin için mekansal ve kavramsal olarak ne anlam ifade ediyor?

Her şeyin çok belirsiz ve istikrarsız olduğu bu yeni dünya düzeninde yaşadığımız en istikrarlı duygu korku. Bu da toplumların yönetilmesine olanak sağlıyor. Korkuyu karanlık imgesiyle beraber ele alıyorum. Karanlık aynı zamanda akıl dışılık, çaresizlik gibi durumları da işaret ediyor.  Aslında bugün ne yaşıyorsak bunların dışa vurumu var anlattıklarımda. Hiçbir şeyde netlik olmaması, bu bulanıklık ister istemez karanlık bir atmosfer yaratıyor şiirlerimde. O karanlık sokaklarda, aslında karanlık olan sokağın kendisi değil. Bizi her anlamda yoksulluğa sürükleyen egemenlerin karanlığı… Üstelik sokak da yok artık. Mekanlar parçalandı, öznenin parçalandığı gibi.  

Korkularımızın içinde cinsellik de var. Mesela benim bedenim diyorsun ama onu toplumun değerleri, inançları, ahlakı yapılandırıyor. Arzunun özgürleşmesini istiyorsun ama arzunun nasıl temsil edileceğine dair bilgiler verilmiş aile kurumuna. Dolayısıyla kadınıyla erkeğiyle herkes yaralı. Cinselliğe bakarken beden ve kimlikler meselesine de bakıyorum. Bedeninizle dışarıya verdiğimiz görüntüler sizin kim olduğunuza, olmadığınıza dair bilgiler de içeriyor. Ancak fiziksel özelliklere odaklanılan bir dayatma, kadınların sürekli zayıf ve güzel kalmasına, erkeklerin de güçlü görünmesine yönelik imajlar üzerinden idealize edilmiş bedenler var. Tatminsizlik, kendini yetersiz hissetme buralardan başlıyor. Cinsiyet rolleri de bedenin parçası. Bu anlamda bedeni parçalıyorum. Tüm iktidar alanlarından, tüm kimliklerden arınma isteğini de taşıyor bu parçalama hali.  

"SIDIKA KIYIDA KALANLARIN SEMBOLÜ"

Son kitabınız “Dokuz Katlı Sıdıka”da ağırlıklı olarak “Bay Pitt” ve “Dokuz Katlı Sıdıka” üzerine kurulu nehir şiirler var. Birbirine bağlanan, iç içe geçen karakterler. Varlık-yokluk ikilemiyle karşılaşıyoruz bu şiirlerde. Kimdir “Bay Pitt” ve “Dokuz Katlı Sıdıka”?

Devinim, hız, belirsizlik, zamanın kayması, gerçeğin sürekli değişmesi gibi durumlar kaotik, kaygan bir zemin yaratıyor. Bazı açılardan bu düzensizliği önemsiyorum. Düzen, bir anlamda da konfor alanını korumak demek. Ya da sana sunulanı kabul etmek, alternatif olana bakmamak. Dokuz Katlı Sıdıka’daki iç içe geçmiş karakterler bir yanıyla farklı olanı, çoğulluğu ifade ediyor, bir yanıyla da zaman algımızın değişmesini, mesafelerin aşılmasını, buradayken aynı anda başka bir yerde olabilme imkanını sağlayan teknolojiyi, anlık yayılmalara göndermeleri de kapsıyor. Varlık ve yokluk ikiliğini de bu doğrultuda ele aldım.

Dokuz Katlı Sıdıka’da, gerçekte var mı yok mu belli olmayan Bay Pitt’in simgesel açıdan temsil ettiği çok fazla şey var. Muğlak olan, bulanık olan birçok şey Bay Pitt’le anlatılıyor. Aynı zamanda var mı yok mu belli olmayan Bay Pitt üzerinden sürekli yer değiştiren gerçeğe atıfta bulunuluyor. Bay Pitt, kimi zaman bir sevgili, kimi zaman baba, kimi zaman da otoriteyi işaret ediyor. Sıdıka ise öteki olanın, kıyıda kalanların sembolü. Kendi hikayesini anlatırken bu coğrafyanın hikayesini de anlatıyor. Tüm iktidar alanlarının şiddetini de gözler önüne seriyor Sıdıka. Verili olanı kabul etmeyen, direncin de temsili o. 

"ŞİİR ÖZNESİ PASİF DEĞİL ŞİİRLERİMDE"

Kitaplarınıza dair yapılan değerlendirmelerde “Yeraltı edebiyatı”, “Kara romantizm”, “Nihilizm” gibi akımlarla bağdaşlık kuruluyor. Bu tespitlere katılıyor musunuz? Şiirsel kaynaklarınızı sormak istiyorum?   

Şiirlerimin kara romantizm ile ilişkisini ilk kez Metin Yetkin telaffuz etti. Yaptığı tespitleri önemsedim. Yazdıklarımın yeraltı edebiyatına girdiğini düşünmüyorum. Yeraltı bir metafor olarak yer alıyor. Yazdıklarını çok önemsediğim Ayşegül Tözeren de yaptığı değerlendirmede bu metafora dikkat çekiyordu. Tözeren, şiirlerimde çokça geçen arka sokaklara, gölgelere, yerin altında saklı kalmış, kabuk tutmuş yarayı yukarıya çıkarmak için kullandığım eğretilemeleri işaret etmişti. Şiirlerde yarattığım atmosfer, kenarda, kıyıda kalanları, ötekini merkeze almam böyle bir algı yaratıyor olabilir. Yaptığım ötekinin konumuyla ana akımda olan, merkezde olanın konumlarını değiştirmek. Yani sadece görünmeyeni görünür kılmak değil amacım. Derdim merkezi parçalamak. Ki artık tek bir merkez de yok. Şiir öznesi pasif değil şiirlerimde, ayağa kalkıyor, yeri geldiğinde başkaldırıyor.

ÖNCEKİ HABER

Yunanistan’da genç bir kadına cinsel saldırı binleri sokağa döktü

SONRAKİ HABER

İstanbul'a kuvvetli kar yağışı uyarısı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa