Trajediyi tersine çevir!
Eagleton’a göre Hamlet’in en kolay bağ kurduğumuz trajik karakter olmasının sebebi, onun aksine yolumuzu kolektif bir eylemle bulabileceğimiz bir tarihsel anda yaşıyor olmamız.
Kaynak: Max Pixel
Enes Kara’nın intiharı üzerinden günler geçti ancak Enes’in işaret ettiği sorunlar ağı, tartışmayı boyutlandırmaya, “halimize” dair çözüm arayışlarına önayak olarak öfkemizin, üzüntü ve kaygılarımızın bir parçası olmaya devam ediyor. Tarikat ve cemaatlere yönelen toplumsal öfke havası, CHP’sinden DEVA’sına düzen partilerinin “dokunan yanar” hamlesiyle dağıtıldı. Pandemi vakalarının artışı ve nitelikli eğitimin önündeki “bariyerler” üniversite ve liselerde dönem sonunu büyük belirsizlik ve hoşnutsuzlukla getirdi. Boğaziçi Üniversitesinde kayyum rektör eliyle üniversitenin “son” seçilmişleri olan 3 dekan görevden alındı. İTÜ’de öğrenciler barınma ve beslenme koşulları için dönem başından beri rektörlüğün adım atmasını beklerken aynı rektörlük makamından AKP Gençlik Kolları Başkanlığı’yla planlanan çay saatinin fotoğrafları servis edildi! Yine büyük bir toplumsal destek bariyeriyle çarpışan Sezen Aksu’ya yönelik linç girişimi, gazeteci Sedef Kabaş’ın bir atasözü nedeniyle tutuklanması vb. olaylar da artık ülkenin “sıradan” gündemleri haline geldi…
Provokatif bir soruyla devam edelim. İçinden geçtiğimiz koşulları bir tür “trajedi” olarak anmak mümkün müdür? Ya da psikolojik bir regresyon dönemi olarak tanımlamak mümkün müdür?
TRAJEDİ Mİ ÇÖKÜŞ MÜ?
Kronik işsizlik, gelir eşitsizliği, gelecek kaygısı, depresyon, krizler, savaşlar, ekolojik yıkım vb… Dönemin çıktılarına bakılırsa “mümkün değil” demek pek mümkün değil gibi.
Hepi topu 4 yıl süren ve büyüklerimiz tarafından yaşamın en “hesapsız” yılları diye anılan üniversite yaşamını yurt borcu, kira, ay sonu hesaplarıyla geçirmek… Doğalgaz ve elektrik faturalarından kısmak için aynı odalarda ders çalışmak… Gençlik döneminin en “şen-şakrak” döneminin cep harçlığı için okul sonrası kafe ve mağazalarda çalışarak harcandığı lise yılları… Dershane masrafları için şantiyelerde, atölyelerde öldürülen “boş zaman”lar… Bir kafede iki çay içmek ile bir kahve içmek arasında yapılan tercihlerin gittikçe kritikleşmesi… Bir akşam eğlencesinin “olağanüstü” koşullar dışında rafa kaldırılması… Evde abur-cubur kaçamağı yapmanın bile bir “event” haline geldiği zamanlar… Çalışmak ve okumak arasında yapmak zorunda kaldığımız “erken” tercihler…
Peki, diyelim ki yaşadığımız dönemi bir trajediyle tanımladık, bu döneme olumlu-ilerici bir anlam atfetmek mümkün müdür? Paradoksal biçimde psikolojik bir gerileme dönemine toplumsal bir ilerleme yorumu yapmak mümkün müdür?
Örneğin Eagleton, Shakespeare’in kült oyunu Hamlet’in trajedisini bir anlamda “tarihsel bir zorunluluk” olarak değerlendirir. Öyle ki, Hamlet’in “simgesel” düzenden kaçışı (ve yetersizliği) onun regresif boyutudur. Ancak bu psikolojik çöküş hali, bir taraftan da sosyal ilerlemeyi temsil eder. Çünkü Hamlet, bir tarafta içinde marjinalleştiği ve yıkıma uğrayan toplumsal düzen ile onu aşacak kapitalizm ve burjuva bireyciliğinin dünyası arasında “asılı kalmış” radikal bir geçiş süreci figürüdür. Bu nedenle trajedisi, yalnızca bir trajedi, daha doğrusu koşullardan bağımsız bir trajedi değildir. Hamlet için özne olmak politik bir sorundur. Tıpkı Türkiye’de yaşayan her bir gencin yaşamda kalma sorununun varoluş sorunu haline gelmesi, politik bir sorun olması gibi. Çözülen düzenin içine sığmayan, yeni düzeni regresif, manik depresif ataklarla karşılayan bir politik özneleşme sorunudur Hamlet’in trajedisi. Shakespeare’in Hamlet ile işaret ettiği, herhangi bir olumlu özelliği kalmayan, yıkımı koşullanan feodal öznenin çözülmesinin başlangıcıdır.
O zaman mevcut durumumuzu bir trajedi, yani bir geçiş süreci olarak yorumlamak için çok bir engel yok. İçinden geçtiğimiz dönemi bütün rezil ve bayağı çıktılarıyla bir çözülme, alametleri itibariyle de bir başlangıç olarak yorumlamak mümkün!
Yakından bakalım; siyasal iktidarının en büyük başarılarından birisinin kuşkusuz gençlik başta olmak üzere “umursanmayan”, yaşamları, arzuları, gelecekleri “önemsenmeyen” milyonların üzerinde kesintisiz bir etki yaratmış olması olan AKP hikayesinin zayıflama süreci… Her tarafından çürüyen, çözülen, topluma yabancılaşan devasa devlet düzeni… İşsizlik, ekonomik kriz, geçim derdi, dinselleşme vb. öncelikli toplumsal sorunlara çözüm üretemeyen burjuva muhalefetinin durumu… “Bireysel kurtuluş” senaryosunun artık daha geniş gençlik kesimlerince bir “masal” olarak imlenmesi… Başka bir “arayışın”, sahici bir “başlangıcın” çağrıldığı, çok daha fazla kulak asıldığı bir çözülme/başlangıç dönemi.
TRAJEDİYİ TERSİNE ÇEVİRMEK
Gerçekten de yaşadığımızın bir trajedi olduğunu iddia etmek birkaç görüngüyle değil, dünya ve ülkenin gerçek gidişatı, çelişkileriyle ilgilidir. Gelir eşitsizliğindeki devasa uçurumlar, yoksulluk ve işsizlik oranlarının hemen her ülkede rekorlar kırması, mutsuzluk-depresyon-ruhsal sorunların her birimiz için “olağan” motifler haline gelmesi… Sermaye birikiminin sürebilmesi için devasa felaketlerle hazırlanan ekolojik yıkım… Sermaye partilerinin ulusal-küresel krizlerden çıkış arayışları… Derin bunalımlara hazırlanan uluslararası kapitalizmin ömrünü uzatma çabaları, dünya üzerinde ilhak etmediği toprağın kalmadığı emperyalizmin çıkış senaryosunun kolay kolay bulunamayacağı gerçeği… Bunların hiçbiri tesadüf değil. AKP’li ve AKP’siz seçeneklerin bu denli benzeştiği Türkiye’nin “çöküş” hali de bu tablodan bağımsız değil.
Bütün bu kargaşa halinin boşuna yaşanmadığını, yeni bir başlangıcın, toplumsal ilerlemenin binbir deneyimin, ufak ufak atılan binlerce adımın sonucu olarak inşa edildiğini biliyoruz. O halde, her gün o adımlardan üstümüze düşeni örgütlemek ile meşgul olmalıyız. Sorun, tam bu noktada trajediye olan bağlılığımızı hatırlamak, her birimizin bu tarihsel dönemin geçiş figürleri, trajediyi tersine çevirecek “özne”leri olduğumuzun farkına varmasıdır!
Eagleton’a göre Hamlet’in en kolay bağ kurduğumuz trajik karakter olması ya da Hamlet tarafından çağrıldığımız trajedinin bu denli “acil” olmasının sebebi de Hamlet’in tersine içinde yaşadığımız koşulların ötesine geçecek, yolumuzu kolektif bir eylemle bulabileceğimiz bir tarihsel anda yaşıyor olmamız. Yaşadığımız koşulların, burjuva bireyciliğinin “son-ürünü” olarak bizler, eğer kendimize hala bir öznellik biçimini yakıştıramıyorsak bunun sebebi yaşadığımız trajedinin Hamlet’in sonuna benzemeyecek (onu aşacak) olmasıdır.