Durağanlığın karşısında gelişeni örgütlemek
Gençliğin iyi bir yaşam talebi, hem dinci gerici baskının kaldırılması hem de idealist-bilinemezci ideolojilerin karşısında dünyayı kazanma mücadelesinin yöntemini aramakla mümkün.
Kaynak: Robert By
Zehra ÖZÖCAL
İstanbul
Enes Kara’nın yaşamına son vermesinin ardından, cemaat ve tarikatların hem ekonomik olarak yoksul halk kesimlerinin “kapısı” olmasına hem de ev, okul, semt gibi gündelik hayatın ilk karşılaşmalarından doğru iş, eğitim, sosyal yaşam ve boş zamanı örgütleyen, burada örgütlenen bir yapı olarak ideolojik politik izdüşümlerine ilişkin bir tartışmanın yeniden kapısı aralandı. Bu noktada esas sorulardan biri şudur: Yaşanan umutsuzluk ve karamsarlık haliyle, ideolojik olarak dinci gericiliğin örgütlenmesi ve idealizm arasında değişmez bir dünya tasavvuru bakımından nasıl bir ilişki olabilir? Ekonomik krizin ve yoksulluğun yanında, değişmezliği dünyayı anlamlandırma çabasının belkemiğine enjekte etmeye çabalayan tarikat ve cemaatlerin fikri ve pratik alandaki örgütlülük düzeyinin gençliğin yaşamına etkilerini, sosyal bir olgu olan intihar ile ne düzeyde ilişkilendirebiliriz?
DİNSELLEŞMENİN TOPLUMSAL İZDÜŞÜMLERİ
Başta gençlik kesimleri olmak üzere dinselleşmenin yarattığı dönüşüm toplumun her kademesinde sosyal ilişkilerden yaşamın bütün bir kavranışına kadar geniş bir alanda kendisine yer buluyor. Özellikle muhafazakâr bir yaşamın ve dinin sistematik olarak bütünlüklü öğretilerinin karşısında; teorik alanda deizm, agnostisizm gibi çeşitli çekingen teolojik inanç biçimleri de kapsayacak şekilde trol ve kara mizah unsurlarının artarak; vakit geçirme, eğlenme, sanat üretme ve hatta temel sosyal iletişim düzeyi açısından belirginleşmesi, anlamsızlığın “kutsanması”, komplo teorilerine hâkim olma ya da madalyonun öbür yüzünde teknolojik ilerlemenin ve pozitivist, olgucu bilimsel yönteminin mekanik inançlarını taşıma gibi yaygın bir karşı dışavurum görülüyor. Örneğin, Erdoğan’ı Türkiye’nin mevcut gidişatından, yaşam koşullarının ağırlaşmasından ve başta dinci gericilik olmak üzere kişisel hayat alanına gerçekleşen müdahalelerden sorumlu tutan gençlik kesimlerinde sıkça rastlanan bir söz, “Ancak baştaki hayatını kaybederse biter.” Bunun bir mizah unsuru olmasının yanı sıra, meselenin, yani hakikaten tüm mesele olarak görülen AKP iktidarı meselesini çözmenin bile doğanın kendi ölüm yaşam döngüsüne, kendisinin ya da bireyin zihnine, öznel idealizmin sınırlarında dolaşan bir düşünme biçimine bırakıldığı gerçeği, absürt bir sonuç olarak duruyor. Oysa yeni niteliklerin, toplumsal durumların ortaya çıkışını, biriken ve gelişen seyrin karşısında eski olanın yeni olana dönüşümünü açıklamak diyalektik materyalist yöntemin kılavuzluğunda mümkündür. İdealizm ise çeşitli olgular yığını ortaya koyar, bunlar arasındaki ilişkiyi rastlantısal, bilinemez ya da değiştirilemez bir süregitme halinin çeşitli biçimleriyle ortaya koyar. İdealist düşünüş kapitalizmin bireyciliğine uygun ve içkin olarak, bireyin kendini gerçekleştirme hikâyesini, dünyayı kendinden menkul olarak görme, değişimi kendinden başlatarak, bunu rekabetin ve hırsın, evrenden ne istediğini bilmenin gücüyle kurduğu fikriyle her gün kendini örgütlüyor. Bu başarıya erişen birkaç kişinin dışındaki her genç için ise yetersizlik hissi, dünyayı kendi başına gelenler üzerinden tarif etme, anlamsızlık, kadercilik yaygın. Dünyanın kendini değiştirilemez bir koşulla sunması fikri başta din olmak üzere kapitalizmin çok çeşitli araçları üzerinden gündelik hayatın içerisinde durmaksızın örgütleniyor. Kurgusal eserlerde bile tanıdık hikâyelerin devam filmlerini arama, izlenen dizi filmleri devamlı olarak yeniden izleme, buna eğilimli olma gibi sıklıkla karşılaşılan pratiklerin, gençlik kesimleri içerisindeki sosyal izolasyonu tarif ettiği gibi bir yandan da beklenmedik olan, yeni olan karşısında endişe duyma, değişen ve gelişen yönlere dair çeşitli beklentilerden çekinme gibi anlamlara da gelmesi mümkün. “Nostalji”nin birçok anlamda yeni olandan iyi olduğunu, geçmişle bağı bulunanın, güzel günlerle ilişkilendirildiğini, önceki gençlik kuşakları için dünyanın ve özellikle Türkiye’nin daha iyi bir dünya olduğunu düşünme eğilimi de hatırı sayılır düzeyde. Tüm bunlar aksi yönde örnekleri bulunması da mümkün olan ama genel anlamda hem kapitalizmin mevcut gidişatının gelecekten korku duymaya, güvencesiz ve yoksul bir hayatın mümkün olan tüm senaryolarda ağırlık kazanmasına verilen çeşitli karşılıklar. Bunun karşısında yeni olanı kurmaya, kapitalizmin teşhir olan yönlerini kazımaya ve alternatif bir dünyanın nasıl mümkün olabileceğini ve burada değiştirici bir özne olarak konumlanmanın çeşitli yönlerini sorgulamaya dair ivme kazanan bir eğilimin olmadığını söylemek de mümkün değil. Türkiyeli gençlik kesimleri açısından kapitalist sermaye birikiminin krizi, tek adam tek parti yönetiminin siyasal programının bir parçası olan dinci gerici ideoloji ile taçlanıyor, dinci gericilik, İslamcı teoloji sınıfsal olarak karakterize oluyor. Muhafazakâr ve muhalif gençlik kesimlerini de kapsayan bir şekilde durağanlık, dünyanın mevcut gerçekliğinden kopuş, mevcudun inkârı ve gelecekten umutsuzluk gibi durumlar içe içe geçmiş kapitalist sömürünün ve İslamcılığın dünya tasavvuru içinde serpilip gelişiyor. Bunun tüm nesnel karşılığı, uzun süredir biriken ve kendisini tekrar eden istikrarlı yönleriyle kemikleşen politikalarda bulunabilir. Cami, vakıf, tarikatlara ayrılan bütçe yalnızca açlıkla boğuşan kesimlerin emeğine el konulması değil; dünyanın anlaşılmasında gerçeğin bozuşturulması, gençliğin kendini gerçekleştirebilme, maddi yaşamı tüm yönleriyle kavrayabilme ve onu değiştirebilecek özneler olarak konumlanabilme olanağına; idealizmin safsatalarının sınırlarından saldırmasıyla aynı zamandan dünyayla ilişkisine el konulması anlamına geliyor, onun ezilen konumunu tayin ediyor.
Bu, kimi zaman dünyaya ilişkin merakın giderilmesi ihtiyacını doğmadan öldürüyor. Gençlik kesimlerinin bilimsel düşünüşle, soyut düşünme biçimiyle, hayatın biriken ve değişen yanlarıyla kurduğu ilişki, başta yoksulluk tarafından kısıtlanıyor. Kendini geliştirme olanaklarına, temel derslerle dahi ulaşılamıyor. Bugün dünyadaki her bir nesnenin ve gerecin, mevcut üretici güçler tarafından ve onun gelişimi yoluyla, bunların birbirini geliştirmesi yoluyla var olduğunu; soyut düşüncenin, sanatın, dünyanın oluşumunun dahi bu türden diyalektik bir dönüşümün eseri olduğunu inandırıcı bulmak, yer çekimi yasasının, inorganik maddenin organik maddeye dönüşümünün, basit makinenin ve kuvvetin iletiminin, “olgular yığını içindeki tarihçinin yazdıkları” dışında bir tarihin öğrenilmediği bir durumda gerçekten de zordur. Çünkü, “Doğanın ve toplumun nesnel yasalarının benimsenmesiyle, dış dünyanın benimsenmesi arasında kopmaz bir bağ vardır.” Gençliğin eğitim hayatı, üniversiteler de dâhil olmak üzere, idealizmin sınırlarını aşacak, pozitivist mekanikçiliğin, düz dünyacılığın yanlışlanan dünyasını yalanlayacak bir cevabı içermiyor, insanın maddi varlığının mevcut bilgi ve donanımının kısıtlı bir bölümüyle, bilgi toplumsallaşmıyor. Bu koşullarda Türkiye gençliğine dünyayı anlamak için sınırlı imkânlar bütününde savruk ideolojik açmazlar ve yukarıda sözü edilen çeşitli yansımaları düşüyor.
"SAKIN KARANLIKLARA ALIŞMA"
İdealizm kendisini çeşitli seküler formalarda da üretebilir, bunun önünde bir engel yoktur. Ancak dinci gericiliği burjuvazinin bir kliğinin siyasal platformu olarak örgütleyen iktidar İslamcı ideolojiyi devlet aygıtının tüm legal kurumlarıyla, tarikatlar yoluyla toplumsal bir inşa olarak sürdürmesi Türkiye’nin mevcut durumunu ifade ediyor. Devletin tüm kurumlarıyla dine ilgisiz kalması anlamına gelen gerçek bir laiklik ilkesi Türkiye’de burjuva demokratik cumhuriyet biçiminde de işletilmedi. Türkiye’de dine müdahale biçimi, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumlarla sürekli güncel çıkarlar ve bağlılık ilkesi formülünde şekillendi. Bu sebeple Türkiye’deki birçok tarikat cemaat, laik ve batılı devletin kural ve kaideleri altında, Allah yolunda bu devlete muhalefet eden, illegal veya yarı legal formlarda örgütlendi. Türkiye Erdoğan ile birlikte tam anlamıyla olmasa da, dini bütün bir devlet başkanı altında, toplumsal alanı dini gerekliliklere göre düzenlenen ve disipline edilen bir imkân ve seferberlik içerisinde kabul edilebilir bir “demokrasi” haline geldi. Dini örgütlenme başta devlet kademelerinde olmak üzer her alanda meşru olarak görülmeye başlandı. Cemaat ve tarikat yurtlarıyla ilişkilendirebilecek ölümler ve bu ölümlerde tarikatlardan yana açıklamalar yapan aileler mevcutken bu meşruluk kendisini sorgulatıyor. Özel okul teşviklerinde birinci sırada gelen tarikat okulları, mahallelerin muhtarlık misyonunu üslenen cemaatlerin mantar gibi çoğalması, gıda yardımları, meşru iktidarın meşru vatandaşı olma olanağı…. Çeşitli örnekler verilebilir. Ancak gençliğin yaşamının her bir noktasında bir uğrak olarak bulanan, hem sosyal hem ekonomik olarak sunduğu imkanlarla kendine mecbur bırakan, gençlik kesimlerinin fikri yaşamını ve boş zamanını pratik ve ideolojik faaliyeti ile örgütleyen tarikatlar, tüm gençlik kesimleri için, hem ekonomik hem fikri sıkışmışlığın sınıfsal ve kültürel açıdan bu döneme özgü karakterini ifade ediyor. Bu anlamda Türkiye’deki en geniş gençlik kesimlerinin iyi bir yaşam talebi, bugün hem dinci gerici baskının kaldırılması hem de ideolojik öz olarak idealizmi, bilinemezci görüşlerin karşısında dünyayı kazanma mücadelesinin yöntemini aramakla mümkün.