26 Ocak 2022 04:12
/
Güncelleme: 10:07

Zakkumun kökü

İzinler almadan hastalar üzerinde zakkum sıvısı deneyerek hastalarını “araç” gibi gören Ziya Özel, ironik olarak, Turgut Özal’ın yolsuzluğu örtme “aracı” olmuştur.

Zakkumun kökü

Fotoğraf: Pixabay

İnsan hayatını “kutsal” kabul eden semavi dinler onun üzerinde her türlü tasarrufu yasaklamışlardır. Bu görüşe göre yaşamın sahibi, onu yaşayan insan değil, ilahi yaratandır ve zamanı geldiğinde insana emanet ettiği bu yaşamı geri alacaktır.

Yaşamın görünümü olan bedeni de kutsal kabul eden bu anlayışın, tıbba yansıması da “kutsal” olan bedenin içinin açılamayacağı ve üzerinde araştırma yapılamayacağı olmuştur. Araştırma yapılamayan bedenin tıbbi sorunlarına nasıl çare bulunacak? Tıbba büyük zaman kaybettiren bu tutucu yaklaşım, özellikle Rönesans dönemiyle birlikte aşılmaya başlanmıştır. Dinin otoritesinin zayıflamasıyla, insan bedeninin hastalık nedenlerini araştırmak ve tedavi yöntemleri bulmak için bir “araştırma nesnesi” olabileceği kabul edilmiştir.

Tarihteki en önemli hekimlerden biri olan İbni Sina, Rönesans’dan çok önce ve günümüzden de yaklaşık 1000 yıl önce yazdığı “Tıbbın Kanunu” kitabında yeni bir ilacın insanda nasıl deneneceğini açıklamıştır. İbni Sina zor koşullarda ve gizlice, ölü bedeni üzerinde yapabildiği diseksiyonlarla anatomi ve fizyoloji alanına önemli katkılar sağlamıştır. Rönesans döneminde ölü bedenlerin incelendiği diseksiyon salonları bilim ve sanatın merkezi olmuştur. Örneğin Vesalius, anatomi alanında Galen’in 200 civarında yanlışını düzelterek, modern anatominin kurucusu olmuştur. Osmanlılar’da diseksiyon yasağı, Vesalius’un çalışmalarından 300 yıl sonra kaldırılabilmiştir.

İnsanlar üzerinde klinik deneyler çağını açan ise İngiliz hekim James Lind’in 1747’de 12 skorbüt hastası üzerinde limon ve portakal yemenin iyileştirici etkisini gösterdiği çalışmasıdır. Eksikliği skorbüte yol açan ve narenciyede bol bulunan C vitamini ise Lind’in deneyinden çok sonra ancak 1928’de keşfedilebilmiştir.

Rönesans’tan sonra başlayan kilisenin etkisinin kırılması ve görece artan özgürlük ortamı, bilimin bütün alanlarında olduğu gibi tıp alanında da birçok keşif ve yeniliklerin önünü açmıştır. Tıpta hastaların bir an önce tedavisi yerine, hastalığın nedenini bulmak için “tedavinin bekletilmesi” yaygın bir uygulama olmaya başlamış, bir yandan da laboratuvar bilimleri sıçrama yapmıştır. Fransız hekim Claude Bernard, hastaneleri “tıbbın ön avlusu” olarak tanımlamışken, laboratuvarı “tıbbın mabedi” ilan etmiştir.

İnsanlar üzerinde araştırma yapmak için tarihsel koşullar artık hiç olmadığı kadar uygundur. Tedavi etmek ile araştırmak arasındaki sınır kalkmış ve araştırmacılara istediklerini yapacaklarına dair adeta toplum tarafından açık çek verilmiş gibidir.

Sağlıklı insanlara habersizce mikrop bulaştırılması; gizlice, kimyasal, biyolojik ajanlar veya radyasyona maruz bırakılması; hastaların tedavisiz bırakılıp sadece hastalığın gözlenmesi, araştırma yapmak adına makul karşılanmıştır. Riskli araştırmalarda psikiyatrik hastalar, engelliler, çocuklar, zenciler, savaş esirleri, mahkumlar, yoksullar gibi dezavantajlı grupların araştırmaların nerdeyse “doğal denekleri” olarak görülmesi dönemin yaygın tutumu olmuştur. Araştırma alanın kuralsız oluşu ve “bilim için, toplum için her şey mübahtır” anlayışı felaketlerin de habercisi olmuştur. Tarih, eğer bilim etik bir süzgeçten geçmezse neler olabileceğinin çok sayıda örnekleriyle doludur.

Bu alanda özellikle Nazi deneyleri ve ABD’de zenciler üzerinde yapılan Tuskegee çalışması en kötü şöhrete sahip olanlardandır. İnsanın yapabileceği sınır tanımaz kötülüğü ve bilimin, tıbbın nasıl tehlikeli bir savaş aracına dönüşebileceğini göstermesi bakımından, korkunç Nazi deneyleri bütün eşiklerin aşıldığı bir felakettir. Tukegee çalışması ise ABD’nde frengi hastası zenciler üzerinde, bilerek tedavi edilmeyerek hastalığın doğal seyrini izlemeyi amaçlayan ve 40 yıl boyunca devlet destekli olarak yürütülen deneydir. Deneye alınan 400 zenci tedavi olduklarını zannederken, gerçekte, bir tedavi verilmeden hastalığın tüm aşamalarını geçirmeleri izlenmiş, hastalığın kesin ilacı keşfedilmesine rağmen, ilaçsız bırakılmışlardır. Hatta çevre sağlık kuruluşları bu denekleri tedavi etmemeleri konusunda uyarılarak, bu kişiler dünyada adeta bir kafeste tutulmuşlardır. Araştırma boyunca hastaların yarıdan fazlasının, tedavisiz ve acılar içinde ölmesine -araştırma gereği- bir müdahalede bulunulmamış, ancak cenaze masrafları araştırma bütçesinden karşılanmıştır. Olayın basına yansımasından sonra çalışma sonlandırılmış ve hemen oluşturulan ulusal komisyon 5 yıl çalışarak alanın etik kurallarını 1979’da Belmont Raporu olarak yayınlamışlardır. Aslında Dünya Hekimler Birliği daha önceden,1964’te insanlar üzerinde araştırma yapmanın etik kurallarını ortaya koyan ve halen her araştırmacının uymak zorunda olduğu Helsinki Bildirgesi’ni yayınlanmıştır. Artık araştırma yapmak Etik Kurul onayı da dahil olmak üzere sıkı kurallarla denetlenir olmuştur.

Dr. Ziya Özel, tam da bu yıllarda Muğla’da bir devlet hastanesinde genel cerrah olarak çalışırken, kanser ile zakkum arasında ilginç bir bağ kurmuştur. Gözlemlerine göre başvuran kanser hastalarının büyük çoğunluğu 600 metre rakımın üzerinde yaşayanlardır. Bu rakımın altında yaşayanlarda kanserin daha az görülmesinin nedeninin, bahçelerinde, doğada iç içe bulundukları zakkum bitkisinin olabileceğini düşünmüştür. Öyleyse zakkumun kanserden koruyucu özelliği olabilir ve ilaç geliştirilirse kanseri de tedavi edebilir. Bu hipotezden yola çıkarak geliştirdiği NO adını verdiği ekstresinin kanseri tedavi ettiğini iddia etmiştir. Geliştirdiği ekstre 12 Şubat 1988’de TRT televizyonunda ilk haber olarak gündemi sallamıştır: “Türk doktorun büyük başarısı, kansere çare bulundu.” Habere göre bu doktor zakkumdan elde ettiği NO ekstresi ile umut kesilmiş birçok kanser hastasını -sonradan yayınlattığı kitapta toplam 350 hasta- iyileştirmiştir. Bir anda ülkenin gündemi tamamen bu habere kilitlenmiş, birçok kanser hastası aldıkları rutin tedaviyi reddedip zakkum tedavisi istemişlerdir. Hatta emekli bir işçi zakkumu kaynatıp şifa niyetine suyunu içince hayatını kaybetmiş ve onu başkaları da izlemiştir. Halk arasında Kuran’da da zakkumdan bahsedildiği tartışılmaya başlayınca, Diyanet: “Kuran’da kıyamet günü cehennemliklere yedirileceği haber verilen ‘zakkum’ ile, kansere çare olup olmayacağı tartışılan ‘zakkum’ arasında isim benzerliği dışında bir ilginin bulunmadığını” açıklamıştır.

Hekimlik camiasından habere büyük bir tepki olmuş, iddianın “saçma” ve “umut sömürüsü” olduğu, devletin TV kanalının buna alet olmasının da “rezalet” olduğu belirtilmiştir. İki ay sonra Sağlık Bakanlığı’nın Etik Kurulu zakkum ekstresinin ilaç olmadığına karar vermiş, ancak dört ay sonra ani bir dönüşle, aynı kurul NO ekstresinin “umutsuz kanser hastalarında” denenmesini kabul ettiğini açıklamıştır. Türk Tabipleri Birliği (TTB)’de bu çalışmaya katılacak doktorlar hakkında soruşturma açılacağını açıklamış ve dönemin efsane TTB Başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek bakanlığı şiddetle eleştirerek: “Bakanlık, ‘insanlar üzerinde bu deney yapılamaz’ kararı veren bilim insanlarını komisyondan çıkarıp, beğendiği kişilerden oluşan bir komisyon kurup istediği kararı çıkartmış. Karar bilimsel değil hatır için verilmiş bir karar.”

TTB’nin Dr. Özel ve diğer hekimler hakkında yürüttüğü soruşturmada olayın vahameti gün yüzüne çıkmıştır. Meğer iki yıldan beri bazı kamu hastanelerinde gerekli hiçbir izin alınmadan en az 50 hastaya NO verildiği ortaya çıkmıştır. Dahası bu doktorlardan birinin TÜBİTAK’a verdiği raporda “NO tedavisi ile hiçbir hastanın tam veya kısmi iyileşmediği” belirtilmektedir. Dr. Özel, TTB’yi hastaların iyileşmesini engellemekle suçlarken, soruşturma sonunda 6 ay meslekten men cezası almıştır. Ancak ok yaydan çıkmıştır bir kere, o artık, “kanseri iyileştiren hekimdir.” Dr. Özel’e muayene için en az 3 ay sonrası randevuya razı olanlar sadece sıradan insanlar değil, hekimler de yakınlarını, hastalarını getirerek bu kervana katılmışlardır.

İnsanlar üzerinde yapılan araştırmalarda İmmanuel Kant’ın “Ne kendine ne de bir başkasına bir araç gibi davranma, her insanı bir amaç olarak görerek eylemde bulun” söylemiyle, insanın araştırma için bile bir “araç” olamayacağı vurgulanmıştır. Araştırmaya katılanlar ancak özgür iradeleriyle isteyerek ve bazen de kendileri de tıbbi yarar görme amacıyla katıldıklarında “araç olma” tehlikesinden kurtulabileceklerdir.

Peki devlet kanalı TRT nasıl böyle bir uydurma haberi verir? Bütün olay o gün zakkumdan sonraki haberde gizlidir. Zakkumun coşku dolu haberiyle umut sarhoşu yapılan izleyiciler, sıradaki haber olan ANAP’ın Milli Savunma Bakanı Ercan Vuralhan hakkında yolsuzluk iddiasıyla meclis araştırması haberiyle hiç ilgilenmemişlerdir. Oysa büyük yolsuzluk iddiaları hükümeti zora sokacak düzeydedir ve Özal bu haberi tam zamanında dolaşıma sokmuş, amacına ulaşmıştır.

İzinler almadan hastalar üzerinde zakkum sıvısı deneyerek hastalarını “araç” gibi gören Ziya Özel, ironik olarak, Turgut Özal’ın yolsuzluğu örtme “aracı” olmuştur. Zakkumun etkisi kanıtlanamamış, ilaca dönüşmemiş, umutlar boşa çıkmış ve geride ilaç yapmak üzere kesilen zakkumun kökü kalmıştır.

Evrensel'i Takip Et