Toplumcu şiirden neden kaçarız?
Toplumsal şiir, topluma ilişkin şiirdir; toplumcu şiirse var olan topluma, toplum yapısına kısılı kalmayarak toplumsal dönüşümleri, bilinçli gelişimleri ve devrimi önceler.

Görsel: Pixabay
Orhan KINACI
İzmir
ŞİİR HANGİ AMAÇLA DOĞDU?
Sanatın, en geniş anlamda, bir paylaşım olduğunu söyleyebiliriz. Sanat bir iletişimi gerçekleştirmektedir ve bu iletişimi gerçekleştirirken estetik ve özgünlük kaygısı taşıyan bir araçtır. Aristoteles (MÖ 384-MÖ 322), Poetika’sında, ozanın işinin olmuş şeyleri değil olabilecek (olanaklı) şeyleri anlatmak olduğunu söylüyordu.* Ona göre bir tarihçi ile ozan arasındaki fark burada yatmaktaydı. MÖ 300’lü yıllarda yaşamış bir düşünür olsa da şiirin doğuşunu araştırdığımızda doğru bir noktaya eğildiğini anlarız. İnsanlar başlangıçta üretime el birliği içinde topluca katılırlardı. Konuşmanın bu birlikte üretim sonucunda doğduğunu söyleyebiliriz. Bir dil bilgini olan George Thomson (1903–1987), Marksizm ve Şiir kitabında bunu şöyle aktarır: “(…) ellerin ve ayakların her hareketi, taşa ve değneğe her dokunuş bir ağızdan söylenen bir ezgiye göre ayarlanıyordu. Bu ezginin eşliği olmadan iş yapılamıyordu. Böylece konuşma asıl üretim tekniğinin bir parçası olarak ortaya çıktı.”** Daha sonra ustalığın artmasıyla birlikte kendi başlarına çalışmaya başlasalar da bu toplu estetik davranışı “yansılama dansları” olarak sürdürdüler. Bir yandan günlük konuşma gelişirken öte yanda yansılama danslarındaki “söz sanatı ile konuşma” gelişti. Bu danslar, gerçekleşmesi istenilen şeyi ve doğayı düzenli beden hareketleri, müzik ve söz yoluyla taklit ediyor, bunun sonucunda da o şeyin gerçekleşmesi arzulanıyordu. Örnek olarak Polinezyalı bir halk olan Maoriler’in patates danslarını gösterebiliriz. Maoriler danslarında tarlaların doğu rüzgârlarından zarar görmemesi için çeşitli doğa olaylarını bedenleriyle taklit eder ve türkü söylerler. Büyü kavramı da buraya dayanmaktadır. Sonuç olarak, Maori kızları, yaptıkları bu dansların sonucunda ulaştıkları inanç ve güven duygusuyla üretime daha güçlü katılırlar, böylece ürün verimi artar. Öyleyse gerçekleşmesi arzulanan şeyin gerçekliğini öne sürerek onu gerçekleştirmek gibi durumlar gerçekten olanaklıdır. Bizim anladığımız şiirin ortaya çıkması için ilk adım dans ve türkünün ayrılmasıyla atıldı. Ardından türkü ve şiir de ayrıldı birbirinden. Ve buradan anlıyoruz ki şiir gerçekten de olanın ötesinde ve olabilecek olanı -ya da olması arzulananı- anlatma eğilimi ile doğmuştur. Demek ki ozanın görevi geçmişe ve çağına tanıklık etmekten fazlasıdır. Ozan, geleceği gözetmeli ve bunun da ötesinde o geleceği kurmak için emek vermelidir.
TOPLUMCU ŞİİRDEN NEDEN KAÇARIZ?
Önce şu ayrımı yapmalıyız ki toplumsal olan her şiir toplumcu değildir. Toplumsal şiir, topluma ilişkin şiirdir; toplumcu şiirse var olan topluma, toplum yapısına kısılı kalmayarak toplumsal dönüşümleri, bilinçli gelişimleri ve devrimi önceler. O zaman toplumsalda sıkışıp kalmaktansa toplumculuğa varabilmek şiirin doğuşuna biraz daha uygun düşmektedir diyebiliriz sanırım.
Brecht (1898-1956), "Me-Ti'nin Özdeyişler Kitabı"ndaki Salt Sanat Üzerine adlı bölümde filozof Me-Ti ile bir ozanın konuşmasını aktarır bize.*** İlkin şiirini doğadan edinilen izlenimlere indirgemiş ve gerçekçi bir sanat görüşü edinememiş olan ozan, yağmur damlalarının sesini herkes için keyif verici estetik bir yaşantıya dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Dener ve başaramaz bunu. Yağmur damlalarının güzelliğini herkesin, "uyumaya çalışırken yağmur damlaları yakalarından içeri süzülen kişilerin de" anlamasını istediği için başarısız olmuştur. Başını sokacak evi olmayan insan için yağmur çoğu zaman düşmanca bir doğa olayıdır, ozan en sonunda kavrar bunu. Öyleyse insanlar bu eşitsizliği yaşadığı sürece böyle bir şiirin yaşaması da olanaksızdır. Me-Ti bize yozlaşmış olan dünyada sanatçının ve sanat yapıtının yükümlülüklerini anlatıyor.
Buraya kadar ozanın görevi üzerinde durduk. Yine de söylemeliyim, bu yazı ozanları uyarmaktan öte bir şiir okurunun özeleştirisidir. Bizler ki sanat yapıtının çağlara direnmesini sağlayanlar... Çoğu şeyin alınıp satılması ile kâr sağlanabilen böyle bir düzensizlikte önümüze sürülen her kaçış yolunu sanat sanabilen ve böylece sanatın metalaşmasında büyük payı olan bizlerin de ozan kadar yükümlü olması gerekmiyor mu? Bugün bir genç, aşka parasızlık yüzünden ulaşamadığı, doğada bir gezinti yapacak zamanı bile bulamadığı ya da bağnazca inançlar doğrultusunda baskı yaşadığı için kendini öldürmekten başka bir yol bulamazken bizler bireyci aşklardan söz eden, doğa izlenimleriyle yetinen ya da dinsel şiirler okumaktan öteye geçemiyorsak bu bizi nasıl insanlar yapar? Zor zamanlar yaşıyoruz, ölümü düşündüğümüz anlar elbet olmuştur. Yine de dayanmak için yaşattığımız bir düşünce varsa eğer, bu düşünceyi ne yalnızlığı överek ne de hiçbir şeyin değişmeyeceğini söyleyen safsatalar okuyarak koruyabiliriz. Bunun yolu farkında bile olmadan intihara yürümekten değil, intiharları dindirecek bir düzeni birlikte bilinçle kurmaktan geçer. Öyleyse yaşamı gerçekten savunan o şiiri gözetmemiz gerekmez mi? Acılarımın birer aynası olan arkadaşlarım, basit göründüğünü biliyorum sorumun, yine de, ne olur bana bir yanıt verin. Bunca şeyin sonunda... Soruyorum size, toplumcu şiirden neden kaçarız?
*Aristoteles, Poetika, çev. Ari Çokona-Ömer Aygün, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2018, s. 23
**George Thomson, Marksizm ve Şiir, çev. Cevat Çapan, Uğrak Kitabevi Yayınları, 1966, s. 10
***Bertolt Brecht, Me-Ti’nin Özdeyişler Kitabı, çev. Ahmet Cemal, Alan Yayıncılık, 1982, s. 90
Evrensel'i Takip Et