Sorunlu çözümler, çözümsüz sorunlar
“Yalnızca semptomu tedavi etmek yani sorunlu çözümler üretmek, elimizde sadece çözümsüz sorunlar bırakmıyor mu sizce de?”
Kaynak: Freepik
İzel KARACA
Marmara Üniversitesi
Yıllardan 2017, öyle kalmış hatırımda. İstanbul’un meşhur sarı dolmuşlarıyla bir yakadan bir yakaya ilerliyorum. Sağ omzum üzerinden dışarıya dalgın dalgın bakarken Beşiktaş dolaylarında bir reklam takılıyor gözüme. Bir sigorta şirketinin reklamı. İsim vermeyeyim şimdi. Bir cansız manken, giyinik, sırtında bir çuvalla duvara tırmanıyor. Tam ne olduğuna kanaat getirmeye çalışıyorum ki yanında yazan cümleyle biraz irkildiğimi anımsıyorum. “Hırsızdan önce davranın, sigorta yaptırın.” Şunu düşünmeye başlıyorum: “Vay, demek ki hırsız her türlü girecek, kaçışımız yok; E n’apalım?” “Sigorta yaptırın!” “Hım…” Reklama biraz daha yakından baktığımızda şunu görüyoruz: “Biz hırsızlığı meşrulaştırdık, gücümüzü ve kaynaklarımızı toplumsal krizin çıktısı olan hırsızlık yerine sizin buna karşı alabileceğiniz önlemlere yönlendiriyoruz. Ve unutmayın, bu çözümü uygulamazsanız biz değil siz sorumlu olursunuz.”
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ SORUNU BESLİYOR
Bu konu o zamandan beri canımı sıkmakta ve aklımda yazıya dökme fikri dolaşmakta. Bugüne kısmet oldu. Ama ben de boş durmadım o sürede, başka türlü gözlemler yaptım. Tekerleği yeniden icat etmeye kalkmıyorum yanlış anlaşılmasın, yalnız o ki, çoğunlukta göremediğim bir bakış açısı var ve bana en basit ve gündelik meselelere yaklaşımların bileçok sıkıntılı olduğunu hatta tekerlekten de pek haberleri olmadığını düşündürüyor. Yazının isminden de anlaşılacağı üzere savunduğum şey, çözüm önerilerimizin ne kadar yetersiz kaldığı ve hatta -işte mühim kısmı- aslında ne kadar sorunu beslediğine dairdir. Sorunlu bir problem çözme yöntemi geliştirmişiz. Ha diyelim ki bu sorunlara; kapitalizm, ideoloji, vesaire... İnsan yine de efendim, ardını sorgulamakla mükellef bir varlıktır. Lütfen bütün yüküsistemin omuzlarına yüklemeyelim, maazallah taşıyamaz falan.
Yine geçmiş bir yılda, bir kafedeyim, lavaboyu kullanıyorum ve kapının arkasında bir reklam afişi görüyorum. Üstünde yazan, mazur görürsünüz ki tam hatırlayamıyorum, aklımda şu şekilde kalmış: “Öz savunmayı bilmiyor musunuz?… Ayda 100 TL.” Hım… Demek iş yine bize düşmüştü. Bize zaten saldırılacaktı ve biz öz savunmayı bilmediğimiz için suçlu olmuştuk. Hem de bakın ayda 100 TL vermediğimiz için. Kadına şiddeti, kadına savunmayı öğreterek çözmek isteyen zihniyet, kapitalizmin bütün krizleri fırsata çeviren gücüyle birleşerek bir ideoloji oluşturuyor yine. Ve üstümüze aniden bir baskı yapıyor.
Böyle bir düzende, akli melekeleri korumak, sağlıklı karar ve yürütme mekanizmaları geliştirmek pek mümkün değil. Yediden yetmişe birçoğumuzun ya da yakınlarımızdan birilerinin psikiyatri deneyimi olmuştur sanıyorum. Ne görürüz psikiyatride? Herhalde Foucault’nun söylediği gibi günah çıkardığımız yeni rahiplerimiz olarak görmeyiz doktorları. Onlardan basitçe yardım bekleriz. Sıkıntımızı açarız, sorunlarımızdan bahsederiz ve zaten bizim de sorun diye nitelendirdiğimiz şeyler çoğunlukla ana nedenler değil de semptomlardır. Depresyondayım deriz, panik ataklar geçiriyorum, öfke kontrol problemlerim var deriz. Onlarda ellerine aldıkları reçetelere şunları yazarlar: Citol, Citoles, Prozac, Fulsac, Depreks(antidepresanlar), günde 2 kez… Hım... Şimdi elimizde hem yüklü miktarda hap hem de ana kaynağına ulaşmayan bir problem çözümümüz var. Ne yapacağız? Semptomları tedavi edilerek bastırılan problemler, daha şiddetli halde geri dönmezler mi? Bu durumda ne yapılır? Doz artışı. Ha iyiye giden ve bir süre sonra ilacı bırakanlar da var tabii, çok normal, yüzey elbet iyileşir. Peki sorunun asıl kaynağı orda durduktan sonra bizi patlamaya hazır bombalara dönüştüren tedavilerden kim sorumludur? Zannediyorum bu sorumlu kişinin bizde cevabı yok. Olmasın. Biz hiperaktivesi olan çocuklarımıza ilaç vermeye ve onları sakinleştirmeye devam edelim. Çocukluğun haylaz ve hareketli, hatalarla öğrenen bir yapısı olduğu nerde görülmüş şeydir! Uslu mu uslu olur çocuk dediğin.
KISA VADELİ TATMİNLER VE GÖZ BOYAMA
Evet, nihayet daha yakın bir tarihteki bir gözleme gelebildik. Kadıköy sahilindeyim, ne göreyim bir şeffaf tabela asılmış kıyı şeridine. Merakla yaklaşıyorum. “ÇÖPKAPARNOKTASI” yazıyor. Sonra ne göreyim, denizin içine yüzeydeki çöpleri toplayacak mekanizmalar kurulmuş. Belediye ve “isminivermeyeceğimtemizlikmarkası”sponsorluğundaki ÇÖPKAPAR’lar hem Eminönü, Karaköy ve Kadıköy’de faaliyet gösterecek hem de ekipler günde 2 kere bunları temizleyecekmiş. Vay vay vay. Bu markanın kimyasal bir temizlik deterjanı markası olduğunu ve çoğu deterjan gibi kullanımına bağlıolarak hem cildi, havayı, sistemlerimizi hem de suya karışarak sularımızı, denizlerimizi kirlettiğini, zehirlediğini ufacık bir araştırma sonucu öğrenebiliyoruz. Peki “ismilazımdeğilmarka” bir sorum olacak: Bizde, sularımızda, dünyamızda yarattığınız gözle görünmeyen, makinalarla toplanamayan kirliliğinizi nasıl temizleyeceksiniz? Ayrıca böyle bir şeye vesile olarak yüzlerimizde pek nahoş bir gülümseme oluşturan ve sinire dokunan bir reklam yaptığınızın farkında mısınız? Evet, sakiniz. Asıl olayımıza gelirsek bu prodüksiyonun alt metnini hatta kusura bakmazsanız direk metnini şöyle okuyorum: Denizlere çöp zaten atılacaktır, sorunumuz bu değil. Sorunumuz denizlerin içinde ÇÖPKAPAR teknolojilerinin olmaması ve bizim buna bütçe ayırmamamız. Çünkü bırakın denize, herhangi bir yere hiç düşünmeden, fütursuzca çöp atabilen insanlarımıza biraz vicdan biraz da çevre duyarlılığı katmak adına eğitimlerimizi şekillendirmek eminim uzun vadede çok daha zor olacaktır. Biz hemen bugün çözüm bulmalıyız, hatta şu an bir ekibimizin çöpleri toplamak için yolda olması bile gerekir.
Hep aynı kapı. Elimde gözlemlediğim ve aynı sonuçlara vardığım bir sürü örnek var. Buörnekleri istisna olarak düşünmemek, bunların problemin olduğu her yerde her zaman kendini bu şekilde ortaya çıkardığını görmek gerek. Kısa vadeli tatminler, bazen göz boyamak, bazen daha fazla kâr etmek, bazen de -en kötüsü bu olabilir mi?- gerçek çözümün buralarda olduğunu düşünmek gibi, yalnızca semptomu tedavi etmek yani sorunlu çözümler üretmek,elimizde sadece çözümsüz sorunlar bırakmıyor mu sizce de?