27 Ocak 2022 05:49

Erguvan kokusu

Aradan 15 yıl geçti. Peki, 15 yılda ne oldu? Koskoca bir hiç… O karanlık halen her mevsim sütten çıkmış bembeyaz çiçekler açmaya devam ediyor. Ne diyeyim ki; erguvanlar yoldaşın olsun ahparig…

Fotoğraf: Masis Üşenmez

Halis Ulaş
Halis Ulaş

Erguvan baklagiller familyasında yer alan, boyu on metreye kadar uzayabilen bir ağaçtır. Ana vatanının Güney Avrupa ve Batı Asya olduğu bilinmektedir. Ülkemizde İstanbul Boğazı ile özdeşleşmiş bir ağaç olsa da Marmara ve Ege Bölgesinde boy gösterir. Baharın gelişi ile nisan sonu mayıs başı gibi çiçeklenmeye başlar. Hem de ne çiçeklenme, sadece dallarından değil gövdesinden bile çiçek verecek kadar cömert bir ağaçtır erguvan.

Bolca şarap kırmızısı, azıcık çivit mavisi, çokça da beyazın karışımından oluşan kızılımsı bir mordur erguvanın rengi. Öyle doğal yollardan kolay kolay elde edilemez erguvanın rengi. O nedenle de kralların, hükümdarların rengidir erguvan. 

Dalıyla gövdesiyle, çiçeğiyle yaprağı ile gönlümüzü ve gözümüzü şenlendiren erguvanın kokusu yoktur. Belki de kokusu yoktur demektense, o kokuyu biz algılayamıyoruz demek daha doğru olur. Çünkü erguvanların kokusunu alan bir insan vardı. Vardı diyorum çünkü o insan Hrant Dink’ti ve 19 Ocak 2007 günü arkasından kalleşçe sıkılan kurşunlarla öldürüldü.

Hrant dördüncü çocuğu Agos’un önünde beyaz bereli bir katil tarafından öldürüldüğünde 53 yaşındaydı. 1954 yılında Malatya’da doğan Hrant’ın kökleri Sivas’a dayanmaktadır. Hrant altı yaşındayken ailesi İstanbul’a göç eder. İstanbul’a geldikten kısa bir süre sonra anne ve babası ayrılınca Hrant ve iki küçük kardeşi Tuzla Ermeni Yetimhanesine (Kamp Armen) bırakılır. 

Yetimhane günlerinde Ermeni Patriği Şinorhk Kalustyan’ı babası bilir ve kendisi de kardeşlerine hem ana hem baba olur. Yıllar yılları kovalar Hrant artık ergendir ve bir gün patrik Hrant’ı patrikhaneye çağırır. Patrikhanenin kapısında Kürtçe konuşan şalvarlı ve poşulu 12 adamla karşılaşır. Bu insanlar Ermeni Varto Aşireti’nin saklı üyeleridir. Saklı diyorum çünkü 1915 “Büyük Felaketi” sırasında yola vurulan bu aşiret de diğer Ermeniler gibi yolda can vermiş, mal vermiş ve Silopi’ye kadar hepi topu beş aile ulaşabilmişler. İşte bu beş aile Silopi kırsalında dağlık bir bölgeye yerleşerek herkesten saklı yaşama tutunmuşlar. Zamanla 500 haneye ulaşan bu köyün ahalisi ülkede başka Ermenilerin de olduğunu öğrenince aralarından 12 kişiyi köylerine bir papaz getirmeleri için İstanbul’a patrikhaneye göndermişler. Dertleri vaftizlerinin yapılması, nikâhlarının kıyılmasıymış.   

12 adam ve bir papaz tıpkı İsa ve havarileri gibi yola çıkacakken kafileye patriğin talebi ile Hrant’ta katılır. Kafile sayının bozulmasına biraz bozulsa da ses etmezler. Kurtalan Ekspresi ile başlayan yolculuk dört gün sonra Hasana Köyünde son bulur. Köy ahalisi gözyaşları içerisinde karşılar kafileyi. Vaftiz ve nikah törenleri altı gün sürer. Artık dönme vakti gelmiştir. Ancak köyde okuma yazma bilen sadece birkaç kişinin olması ve çocukların eğitim alacağı bir okulun olmaması nedeniyle eğitim amacıyla İstanbul’a çocukları da götürmeyi teklif ederler. Papaz ve Hrant yanlarında 25 çocukla İstanbul’un yolunu tutarlar. O çocuklardan biri aşiret reisi Siyament Yağbasan’ın kızıymış. Baba kızına Yakup Peygamber’in karısından esinlenerek kuzu anlamına gelen bir isim koymuş. Rakel. 

Hrant’ın sevdiceği Rakel ile ilk karşılaşmasıdır bu. İşte bu tanışıklık yetimhanede birlikte büyümeye ve ardından da bir erguvan mevsiminde aşka döner. Ancak aşklarının evliliğe dönmesi zorlu olur. Önce töreler engel olur evliliklerine. Neredeyse yüzyıl herkesten saklı yaşamış ve birbirleri dışında kız alıp vermemiş bu aşiretin reisine kızını Hrant’a vermek zor gelir. Ardından başlık parası engel olur evliliklerine. Zooloji mezunu olan Hrant parayı denkleştiremez elbet. Ama Hrant yılmaz ısrarını sürdürür. Sonunda araya giren hatırlı kişilerin de ricası ile 23 Nisan 1977 günü Hrant ve Rakel evlenirler.   

Mutludurlar mutlu olmasına ancak Ermeni sözcüğü ile vatan hainliğinin daha sık birlikte anıldığı dönemlerden geçilmektedir. Mehmet Baydar ve Bahadır Demir isimli Türk diplomatlar 27 Ocak 1973 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Kaliforniya eyaletinde öldürülmüştür. Cinayeti işleyen kişi Erzurum doğumlu 78 yaşındaki Gürgen Yanıkyan isimli beyaz bereli bir Ermeni’dir. Bu cinayet ASALA’nın diplomat cinayetlerinin ve bu nedenle de Ermenilerin “daha bir vatan haini” olmasının başlangıcını oluşturur. Hrant isminden dolayı çevresinin zarar görmesinden çekinir ve mahkeme kararıyla ismini değiştirir. Artık resmi adı Fırat’tır.

Hrant ve Rakel’in üç çocuğu olur. İlkinin adını Kürtçe’den ödünç alırlar, ne de olsa Rakel’in ilk öğrendiği dildir. Delal koyarlar ilk çocuklarının adını. Böyle “güzel” bir ilişkinin ilk meyvesine başka ne isim verilebilir ki zaten. İkinci çocuklarının ismini Ararat koyarlar. Ağrı Dağı yani. Ne de olsa Silva Gabudikyan’ın deyişiyle “Ağrı Dağı Türkler için bir yükseklik, Ermeniler için bir derinlik meselesidir.” Üçüncü çocuklarının adını da Sera koyarlar. Üç çocuktan sonra Hrant Rakel’e bir dördüncü çocuk istediğinden bahseder. Rakel önce endişelenir, ne de olsa üç çocukları vardır ve yaşları da ilerlemiştir. Ama Hrant ısrarcıdır ve böylece 5 Nisan 1996 tarihinde toprağa atılmış bir tohum olarak dördüncü çocukları doğar. Adını Agos koyarlar.

Hrant bu ülkenin toprağını çok seviyordu. Kendi ifadesiyle öyle bölmek ya da parçalamak için değil, suyun çatlağını bulduğu gibi en dibine girip gömülebilmek için seviyordu bu toprağı. Nitekim de öyle oldu.

Hrant’ın hedef haline getirilmesinin başlangıcını 6 Şubat 2004 tarihi olarak işaretleyebiliriz. Hrant o gün Agos Gazetesinde, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in Ermeni köklerine ilişkin iddialara yer verdiği bir yazı yayımlar. Bu yazıdan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Söylediği cümleler cımbızlana cımbızlana bağlamından koparılır. “Dünyadaki en büyük suç ırkçılıktır” diyen solcu Hrant Türk’lerin kanına laf etmekle suçlanır. “Biz Ermenilerle Türkler birbirimizin hastası ve birbirimizin doktoruyuz” diyen Hrant Türklüğe hakaretten 6 ay ceza alır.

Tüm olanlara rağmen, tüm zorluklara rağmen umutludur Hrant. Hatta ölmeden önce yazdığı “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği” başlıklı son yazısında şöyle der:Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yenileri başlayacak. Kim bilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.” ama olmadı, Hrant’ın umudunu boğdular.

Rakel Hrant’a “çutak” diye hitap edermiş. Bu kelime yetimhane günlerinden kalan bir şifreymiş. Yetimhane sorumluları Rakel ve Hrant arasındaki titreşimi fark ettikten sonra aralarında konuşurken diğer çocukların anlamaması için kullanırlarmış bu kelimeyi. Hrant için “çutak”, Rakel için de “taşnak” şifreli sözcüklermiş. Yani keman ve piyano… Sanki bu ilişkinin bir Bach sonatına döneceğini bilirlermiş gibi…  

Erguvan ağacı Almancada judasbaume, Fransızca arbre de judee, İngilizcede de judas tree olarak adlandırılır. Yani Yahuda ağacı. Yahuda İsa’nın on iki havarisinden biridir. Yahuda’nın otuz gümüş karşılığında İsa’yı Romalılara ihbar ettiği, sonra bu ihanetinin altında ezildiği ve pişmanlıkla kendini bir ağacın dallarına astığı söylenir. İşte o ağaç erguvan ağacıdır. Rivayet edilir ki erguvan ağacı bembeyaz çiçekler açarken Yahuda’nın utancından erguvan rengine bürünür.

Bundan tam bir yıl önce bir yazımda “Utanç ne yana düşer usta?” diye sormuşum. Meğerse utanç tam da her bahar açan erguvan çiçeklerine düşermiş. Rakel, “Çutak”ının öldürülmesinin ardından tarihe çentik attığı konuşmasında “Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim...” demişti.

Aradan 15 yıl geçti. Peki, 15 yılda ne oldu? Koskoca bir hiç…
O karanlık halen her mevsim sütten çıkmış bembeyaz çiçekler açmaya devam ediyor.
Ne diyeyim ki; erguvanlar yoldaşın olsun ahparig…

Meraklısına not: Bu yazıyı yazarken yaralandığım Ersin Kalkan’ın “Erguvanlarla başlamıştı bu büyük aşk bir caninin kurşunuyla yarım kaldı” başlıklı yazısına buradan ulaşabilirsiniz.  Ayrıca Ümit Kıvanç’ın tasarlayıp kurguladığı Hrant Dink’in sözünü şiirsel bir görsellik ve sesle buluşturduğu ‘Hafıza Yetersiz’ filmini şuradan izleyebilirsiniz. Bir de bu yazıyı okuduktan sonra arkanıza yaslanın ve Sezen Aksu’nun Hrant’ın öldürülmesinin ardından yazdığı “Güvercin” ağıtını dinleyin.   

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI