Erguvan kokusu
Aradan 15 yıl geçti. Peki, 15 yılda ne oldu? Koskoca bir hiç… O karanlık halen her mevsim sütten çıkmış bembeyaz çiçekler açmaya devam ediyor. Ne diyeyim ki; erguvanlar yoldaşın olsun ahparig…
Fotoğraf: Masis Üşenmez
Erguvan baklagiller familyasında yer alan, boyu on metreye kadar uzayabilen bir ağaçtır. Ana vatanının Güney Avrupa ve Batı Asya olduğu bilinmektedir. Ülkemizde İstanbul Boğazı ile özdeşleşmiş bir ağaç olsa da Marmara ve Ege Bölgesinde boy gösterir. Baharın gelişi ile nisan sonu mayıs başı gibi çiçeklenmeye başlar. Hem de ne çiçeklenme, sadece dallarından değil gövdesinden bile çiçek verecek kadar cömert bir ağaçtır erguvan.
Bolca şarap kırmızısı, azıcık çivit mavisi, çokça da beyazın karışımından oluşan kızılımsı bir mordur erguvanın rengi. Öyle doğal yollardan kolay kolay elde edilemez erguvanın rengi. O nedenle de kralların, hükümdarların rengidir erguvan.
Dalıyla gövdesiyle, çiçeğiyle yaprağı ile gönlümüzü ve gözümüzü şenlendiren erguvanın kokusu yoktur. Belki de kokusu yoktur demektense, o kokuyu biz algılayamıyoruz demek daha doğru olur. Çünkü erguvanların kokusunu alan bir insan vardı. Vardı diyorum çünkü o insan Hrant Dink’ti ve 19 Ocak 2007 günü arkasından kalleşçe sıkılan kurşunlarla öldürüldü.
Hrant dördüncü çocuğu Agos’un önünde beyaz bereli bir katil tarafından öldürüldüğünde 53 yaşındaydı. 1954 yılında Malatya’da doğan Hrant’ın kökleri Sivas’a dayanmaktadır. Hrant altı yaşındayken ailesi İstanbul’a göç eder. İstanbul’a geldikten kısa bir süre sonra anne ve babası ayrılınca Hrant ve iki küçük kardeşi Tuzla Ermeni Yetimhanesine (Kamp Armen) bırakılır.
Yetimhane günlerinde Ermeni Patriği Şinorhk Kalustyan’ı babası bilir ve kendisi de kardeşlerine hem ana hem baba olur. Yıllar yılları kovalar Hrant artık ergendir ve bir gün patrik Hrant’ı patrikhaneye çağırır. Patrikhanenin kapısında Kürtçe konuşan şalvarlı ve poşulu 12 adamla karşılaşır. Bu insanlar Ermeni Varto Aşireti’nin saklı üyeleridir. Saklı diyorum çünkü 1915 “Büyük Felaketi” sırasında yola vurulan bu aşiret de diğer Ermeniler gibi yolda can vermiş, mal vermiş ve Silopi’ye kadar hepi topu beş aile ulaşabilmişler. İşte bu beş aile Silopi kırsalında dağlık bir bölgeye yerleşerek herkesten saklı yaşama tutunmuşlar. Zamanla 500 haneye ulaşan bu köyün ahalisi ülkede başka Ermenilerin de olduğunu öğrenince aralarından 12 kişiyi köylerine bir papaz getirmeleri için İstanbul’a patrikhaneye göndermişler. Dertleri vaftizlerinin yapılması, nikâhlarının kıyılmasıymış.
12 adam ve bir papaz tıpkı İsa ve havarileri gibi yola çıkacakken kafileye patriğin talebi ile Hrant’ta katılır. Kafile sayının bozulmasına biraz bozulsa da ses etmezler. Kurtalan Ekspresi ile başlayan yolculuk dört gün sonra Hasana Köyünde son bulur. Köy ahalisi gözyaşları içerisinde karşılar kafileyi. Vaftiz ve nikah törenleri altı gün sürer. Artık dönme vakti gelmiştir. Ancak köyde okuma yazma bilen sadece birkaç kişinin olması ve çocukların eğitim alacağı bir okulun olmaması nedeniyle eğitim amacıyla İstanbul’a çocukları da götürmeyi teklif ederler. Papaz ve Hrant yanlarında 25 çocukla İstanbul’un yolunu tutarlar. O çocuklardan biri aşiret reisi Siyament Yağbasan’ın kızıymış. Baba kızına Yakup Peygamber’in karısından esinlenerek kuzu anlamına gelen bir isim koymuş. Rakel.
Hrant’ın sevdiceği Rakel ile ilk karşılaşmasıdır bu. İşte bu tanışıklık yetimhanede birlikte büyümeye ve ardından da bir erguvan mevsiminde aşka döner. Ancak aşklarının evliliğe dönmesi zorlu olur. Önce töreler engel olur evliliklerine. Neredeyse yüzyıl herkesten saklı yaşamış ve birbirleri dışında kız alıp vermemiş bu aşiretin reisine kızını Hrant’a vermek zor gelir. Ardından başlık parası engel olur evliliklerine. Zooloji mezunu olan Hrant parayı denkleştiremez elbet. Ama Hrant yılmaz ısrarını sürdürür. Sonunda araya giren hatırlı kişilerin de ricası ile 23 Nisan 1977 günü Hrant ve Rakel evlenirler.
Mutludurlar mutlu olmasına ancak Ermeni sözcüğü ile vatan hainliğinin daha sık birlikte anıldığı dönemlerden geçilmektedir. Mehmet Baydar ve Bahadır Demir isimli Türk diplomatlar 27 Ocak 1973 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Kaliforniya eyaletinde öldürülmüştür. Cinayeti işleyen kişi Erzurum doğumlu 78 yaşındaki Gürgen Yanıkyan isimli beyaz bereli bir Ermeni’dir. Bu cinayet ASALA’nın diplomat cinayetlerinin ve bu nedenle de Ermenilerin “daha bir vatan haini” olmasının başlangıcını oluşturur. Hrant isminden dolayı çevresinin zarar görmesinden çekinir ve mahkeme kararıyla ismini değiştirir. Artık resmi adı Fırat’tır.
Hrant ve Rakel’in üç çocuğu olur. İlkinin adını Kürtçe’den ödünç alırlar, ne de olsa Rakel’in ilk öğrendiği dildir. Delal koyarlar ilk çocuklarının adını. Böyle “güzel” bir ilişkinin ilk meyvesine başka ne isim verilebilir ki zaten. İkinci çocuklarının ismini Ararat koyarlar. Ağrı Dağı yani. Ne de olsa Silva Gabudikyan’ın deyişiyle “Ağrı Dağı Türkler için bir yükseklik, Ermeniler için bir derinlik meselesidir.” Üçüncü çocuklarının adını da Sera koyarlar. Üç çocuktan sonra Hrant Rakel’e bir dördüncü çocuk istediğinden bahseder. Rakel önce endişelenir, ne de olsa üç çocukları vardır ve yaşları da ilerlemiştir. Ama Hrant ısrarcıdır ve böylece 5 Nisan 1996 tarihinde toprağa atılmış bir tohum olarak dördüncü çocukları doğar. Adını Agos koyarlar.
Hrant bu ülkenin toprağını çok seviyordu. Kendi ifadesiyle öyle bölmek ya da parçalamak için değil, suyun çatlağını bulduğu gibi en dibine girip gömülebilmek için seviyordu bu toprağı. Nitekim de öyle oldu.
Hrant’ın hedef haline getirilmesinin başlangıcını 6 Şubat 2004 tarihi olarak işaretleyebiliriz. Hrant o gün Agos Gazetesinde, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in Ermeni köklerine ilişkin iddialara yer verdiği bir yazı yayımlar. Bu yazıdan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Söylediği cümleler cımbızlana cımbızlana bağlamından koparılır. “Dünyadaki en büyük suç ırkçılıktır” diyen solcu Hrant Türk’lerin kanına laf etmekle suçlanır. “Biz Ermenilerle Türkler birbirimizin hastası ve birbirimizin doktoruyuz” diyen Hrant Türklüğe hakaretten 6 ay ceza alır.
Tüm olanlara rağmen, tüm zorluklara rağmen umutludur Hrant. Hatta ölmeden önce yazdığı “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği” başlıklı son yazısında şöyle der:“Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yenileri başlayacak. Kim bilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.” ama olmadı, Hrant’ın umudunu boğdular.
Rakel Hrant’a “çutak” diye hitap edermiş. Bu kelime yetimhane günlerinden kalan bir şifreymiş. Yetimhane sorumluları Rakel ve Hrant arasındaki titreşimi fark ettikten sonra aralarında konuşurken diğer çocukların anlamaması için kullanırlarmış bu kelimeyi. Hrant için “çutak”, Rakel için de “taşnak” şifreli sözcüklermiş. Yani keman ve piyano… Sanki bu ilişkinin bir Bach sonatına döneceğini bilirlermiş gibi…
Erguvan ağacı Almancada judasbaume, Fransızca arbre de judee, İngilizcede de judas tree olarak adlandırılır. Yani Yahuda ağacı. Yahuda İsa’nın on iki havarisinden biridir. Yahuda’nın otuz gümüş karşılığında İsa’yı Romalılara ihbar ettiği, sonra bu ihanetinin altında ezildiği ve pişmanlıkla kendini bir ağacın dallarına astığı söylenir. İşte o ağaç erguvan ağacıdır. Rivayet edilir ki erguvan ağacı bembeyaz çiçekler açarken Yahuda’nın utancından erguvan rengine bürünür.
Bundan tam bir yıl önce bir yazımda “Utanç ne yana düşer usta?” diye sormuşum. Meğerse utanç tam da her bahar açan erguvan çiçeklerine düşermiş. Rakel, “Çutak”ının öldürülmesinin ardından tarihe çentik attığı konuşmasında “Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim...” demişti.
Aradan 15 yıl geçti. Peki, 15 yılda ne oldu? Koskoca bir hiç…
O karanlık halen her mevsim sütten çıkmış bembeyaz çiçekler açmaya devam ediyor.
Ne diyeyim ki; erguvanlar yoldaşın olsun ahparig…
Meraklısına not: Bu yazıyı yazarken yaralandığım Ersin Kalkan’ın “Erguvanlarla başlamıştı bu büyük aşk bir caninin kurşunuyla yarım kaldı” başlıklı yazısına buradan ulaşabilirsiniz. Ayrıca Ümit Kıvanç’ın tasarlayıp kurguladığı Hrant Dink’in sözünü şiirsel bir görsellik ve sesle buluşturduğu ‘Hafıza Yetersiz’ filmini şuradan izleyebilirsiniz. Bir de bu yazıyı okuduktan sonra arkanıza yaslanın ve Sezen Aksu’nun Hrant’ın öldürülmesinin ardından yazdığı “Güvercin” ağıtını dinleyin.
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20