29 Ocak 2022 09:39

Siyaset Bilimci Dinçer Demirkent: ‘Bir saldırı başlatacağım, cümle alemin haberi olsun’ genelgesi!

Siyaset Bilimci Dinçer Demirkent, Resmi Gazete’de gece yarısı yayımlanan gece atama kararlarını ve Basım ve Yayım Faaliyetleri Genelgesi’ni Evrensel’e değerlendirdi.

Fotoğraf: Evrensel 

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın tek imzasıyla yine görevden almalar yaşandı. Medyaya yönelik sansür genelgesi olarak yorumlanan Basım ve Yayım Faaliyetleri Genelgesi yayımlandı.

Siyaset Bilimci Dinçer Demirkent genelgeyi, “Bir saldırı başlatacağım, muhafazakarın, dindarın öfkesini yaratıp arkama alacağım, cümle alemin haberi olsun diyor bu genelge” şeklinde değerlendirdi.

Abdülhamit Gül, istifasını ‘görevden af’ şeklinde ifade ederken yerine Adalet Bakanlığı görevine Roboskî Katliamı için “kaza”, çocuk istismarında evlilik yoluyla aklanmayı öngören ve cezayı ortadan kaldıran kaldıran yasayı “küçüğün rızası” diye savunan Bekir Bozdağ atandı.

Bozdağ’ın atanmasına sosyal medya kullanıcılarından tepki geldi. Gül’ün istifası İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile yaşadığı kriz iddialarını da akıllara getirdi. Şimdiye kadar görevden ayrılan bakan sayısı 7 oldu. Çok tartışılan TÜİK Başkanı da görevden alındı. TÜİK Başkanlığına atanan Erhan Çetinkaya AKP’li Bayrampaşa Belediyesi Başkanı Atilla Aydıner’in damadı.

“ERDOĞAN DEVLET KURUMLARI İLE PARTİ KURUMLARINI BİRLEŞTİRMEYİ KURGULUYOR“

Yaşanan sıcak gelişmeleri Siyaset Bilimci Dinçer Demirkent ile konuştuk.

TÜİK Başkanı’nın görevden alınmasının ne anlama geldiğini sorduğumuz Demirkent şu ifadeyle yanıt verdi: “Yakın bir zamanda, Erdoğan’ın Sezen Aksu’ya karşı kullandığı ‚dilini kopartmak‘ ifadesinden sonra AKP MYK’sinden sızan kulis haberini hatırlayalım. Cumhurbaşkanı bu işler bana kalmasın derken, görev ilgili makamlara ve parti kurmaylarına veriliyor. İlgili makamlar kim, parti kurmayları kim? Türkiye’de artık bütün kurumları böyle düşünmeliyiz, yeni TÜİK başkanının Bilal Erdoğan’ın İlim Yayma Vakfından olması önemsiz demiyorum ama daha önemli olanı Türkiye’de kurumların, makamların artık Erdoğan’ın kısa vadeli iktidar hedefine göre dizayn edildiği. Nasıl devlet başkanlığı ile parti başkanlığı birleştiyse devlet kurumları ile parti kurumları da birleşti ya da daha doğrusu Erdoğan bunu böyle kurguluyor. Bu nedenle TÜİK’in görevi olan demografik, sosyal, ekonomik, kültürel istatistikleri, kanunun verdiği yetkiye uygun olarak bilimsel yöntemler ve modellerle derlemek -yani devlet bilimini sürdürmek- Erdoğan’a hizmet amacıyla ifa edilecek. TÜİK, başka kamu kurumları gibi AKP’nin ve başkanı Erdoğan’ın hizmetinde; hizmette kusur olursa başkanı gerekçesiz olarak değiştirmek mümkün. Giden şükranlarını sunar, gelen Allah’tan ve Erdoğan’dan yardım diler. Ülkede kurulmak istenen tekçi ve referansını bir biçimde dine dayandıran rejimin kurumlarının durumu ne yazık ki budur. Başkan değişikliklerini de hangi cemaatten vs.den olduğuyla birlikte ama temelde Erdoğan-parti-devlet birleşmesinde aramak gerekir. Bir cümlelik parantez açıp burada Kılıçdaroğlu’nun bürokratlara seslenişinin öneminden bahsetmek isterim. Kurumların başkanlarının, yöneticilerinin, çalışanlarının ortak olduğu suçlara ortak olunmaması çağrısı, bu dönemde çok önemlidir, karşılık bulmaktadır ve bulacaktır.”

“KURULAN PARTİ-DEVLET-ŞEF REJİMİ SÜRDÜRÜLMEK İSTENİYOR”

Gül’ün görevi bırakması ve yerine Bekir Bozdağ’ın atanmasına ilişkin soruya Demirkent, “Bu konuda çok spekülasyon yapılacağını tahmin ediyorum. Süleyman Soylu-Abdülhamit Gül çekişmesinden, Cumhur İttifakı içindeki dengelerden, Bozdağ’ın çözüm sürecindeki görevine kadar birçok konu gündeme gelecek, sonuçlar çıkartılmaya çalışılacak vs. Ben Erdoğan’ın bu spekülasyonların çıkmasını istediği, isteyeceği kanaatindeyim, bu nedenle buna katkı yapmanın doğru olmadığını düşünüyorum” ifadelerini kullandı. Süleyman Soylu dahil olmak üzere rejim içinde sayılan bütün isimlerin bir rolü ve görevi olduğunu söyleyen Demirkent şu değerlendirmede bulundu: “Bu da asgari burjuva demokratik bir yapıda iktidar olanaklarına sahip olmayan Erdoğan’ın kurduğu antidemokratik rejimi korumak. Mahkemeleri iktidarın kamçısı yapmak, siyasi rehineliği sürdürmek, cezaevlerinde mahpuslara sistematik işkence koşullarının varlığını sağlamak, halkın demokratik taleplerinin sese, söze kavuşacağı meydanları, basın kuruluşlarını kapatmak, işçiye öğrenciye, Kürt’e barikat kurmak. Yukarıda söylediğimi tekrarlayayım, Abdülhamit Gül’ün içinde bulunduğu klik, cemaat her neyse önemsizdir demiyorum, ama asıl önemli olan Türkiye’de kurulan parti-devlet-şef rejiminin sürdürülmesidir. Bekir Bozdağ, kendisinden beklenen hizmeti yapacaktır; Abdülhamit Gül’ün hem görevdeyken hem de affını talep ederken yaptığı gibi.”

“YENİ SALDIRILAR OLACAK!”

Medyaya yönelik genelgeye dair sorumuza Demirkent’in yanıtı şöyle oldu: “Bu genelgeyi, TÜİK Başkanı’nın ve hatta Adalet Bakanı’nın değiştirilmesinden daha çok önemsiyorum. Bunu bir işaret fişeği olarak okumak gerek. Hem artık aralarında ayrım yapmanın zor olduğu devlet ve iktidar partisi bakımından hem de muhalefet tarafından görülecek bir işaret fişeği. Bunun parti teşkilatlarına ya da kurumlara gönderilen bir yazıyla değil, bir genelgeyle yapılmasının amacı bu. Bir saldırı başlatacağım, muhafazakarın, dindarın öfkesini yaratıp arkama alacağım, cümle alemin haberi olsun diyor bu genelge. Bu genelgeyi, 2016 yılında Ahmet Davutoğlu imzasıyla çıkarılan 2016/4 sayılı Başbakanlık Genelgesi’yle karşılaştırabiliriz; OHAL’in ilanıyla kamudaki muhaliflerin tasfiyesinin ilk adımı bu genelge olmuştu. Şimdi hem basın ve sosyal medya üzerinde hem de tüm muhalifleri kapsayacak ama asıl olarak LGBTİ+’ları ve kadın hareketini hedefine alan, kendi tabanında mobilizasyonu hedefleyen bir saldırının bizleri beklediğini söyleyebiliriz. Elbette muhalefet partilerinin birlikte davranma zeminlerine yönelik bir planın da parçası olarak okunmalı.”

“DİKTATÖRLÜĞÜ ANCAK ÖRGÜTLÜ TOPLUM ÖNLER”

Kararnamelerle yönetilme sürecinin devam etmesine dair Dinçer Demirkent, “İçinde bulunduğumuz tip diktatörlüklerin kullandığı en önemli araçlar bunlar. Parlamentonun işlevsizleştirilmesi, itibarsızlaştırılması ve en sonunda fiili olarak tasfiyesine varan bu uygulamaları yirminci yüzyılın ilk yarısında İtalya ve Almanya faşizmlerinden biliyoruz” dedi.

Yaratılan krizlerin süreklileştirilmesi ile birlikte gelen olağanüstü yönetim araçları aracılığıyla yürütmenin yasama ve yargı karşısında güçlendirilmesiyle başlayan süreçlerin de yaşandığını belirten Demirkent, şu değerlendirmede bulundu:

“Erdoğan 20 Temmuz rejimi içinde sınırına kadar taşıdı ve o sınırı aştı. Kararnamelerle yönetme bir anda olmadı, 12 Eylül Anayasası’na ve öncesinde 1971 darbesi sonrası yapılan anayasa değişikliklerine kadar götürülebilecek bir süreç bu. Eğer güçlendirilmiş parlamenter sistem gibi bir öneriniz varsa, somut olarak atılacak ilk adım yürütmenin sınır aşan bu yetkilerinin sınırları konusunda gerçek güçlere dayanan kurumsal sınırlar getirmek zorundasınız. Bu da kağıt üzerine yazmak ile olmaz. Gerçek toplumsal güçlerin, toplumsal sınıfların hareketiyle olur. 1971 darbesi ve 12 Eylül faşizmi bunu engellemek ve sermayenin koşulsuz diktatörlüğünü kurmak için örgütlü topluma karşı savaş açmıştı. Parlamentoyu geri çekme ve KHK yetkileri ile yürütmeyi güçlendirmenin amacı buydu. Siyasal partilerin, işçi sendikalarının, demokratik kitle örgütlerinin özgürce örgütlenmesi ve faaliyette bulunması mümkün olmadan, gerçek güçlerin yürütmenin karşısında özgürce örgütlenme ve faaliyette bulunma hakları güvence altına alınmadan güçlendirilmiş parlamenter sistem kuramazsınız. Parlamento gücünü örgütlü toplumdan alır ve diktatörlüğü de ancak örgütlü toplum önler. Güçlendirilmiş parlamenter sistem ancak güvenceleri sağlanmış, güçlü ve örgütlü toplumsal hareketlerle mümkün olur.”

ÖNCEKİ HABER

AKM’nin Emniyet Müdürlüğü yapılmak istenmesine sanatçılardan ortak ses: “Burası bizim mabedimiz, mabedimize dokunmayın”

SONRAKİ HABER

Adalet Bakanı olarak atanan Bekir Bozdağ, görevi devraldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa