İktidarın sanatçıya bakışı: Yandaş ya da düşman
İsmail Afacan, iktidarın sanatçılara olan yaklaşımını yazdı.
Fotoğraf: DHA
İsmail AFACAN
Sanat, AKP iktidarının hegemonya mücadelesi verdiği; sonuç alamadığında kimseyi şaşırtmayacak biçimde “yandaş ve düşman hukuku”nu devreye soktuğu “soğuk savaş” alanı…
Özellikle “soğuk savaş” alanı diyorum, iktidarın sanatçılara reva gördüğü muamele yargı tehdidi, karalama kampanyası, sosyal medya linci ve devlet olanaklarından tam izolasyon…
20 yıllık iktidarında AKP “yandaş ve düşman hukuku”nu nasıl işletti?
“Yandaş hukuku”yla başlayalım…
MFÖ’nün M’si… Mazhar Alanson…
28 Temmuz 2018... İktidarın gazetesi Sabah’a verdiği röportajda “Ülkede laiklik sorunu olmadığını” söylüyordu: “Bu ülkenin çoğunluğu Müslüman ve Müslüman hayatı yaşıyor. Olayımız bu. Karşı tarafın kızmasının, dövünmenin alemi yok. Bu topraklarda o söyledikleri gibi ‘Laiklik de elden gitmez’, gitmedi de. Kimse korkmasın. Ülkemizin gerçeklerini kabul edersek hepimiz daha mutlu olacağız.”
Üzerinden çok geçmedi, röportaj meyvesini verdi. 2019’da MFÖ müzik dalında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülüne değer görüldü! AKP, iktidarının 17. yılında nihayet MFÖ’yü keşfetmişti. Erdoğan bir tane MFÖ şarkısı biliyor mudur? Prompterda yazmıyorsa, sanmıyorum.
Hatta Alanson Saray’dan aldığı ödülün mutluluğunu şu sözlerle ifade etti: “Bu ödülü ömrümün sonuna kadar saklayacağım.”
Bu flörtleşme burada kalmadı.
Çok geçmedi. 26 Mayıs 2020’de Cumhurbaşkanlığı tarafından düzenlenen “Türkiye’nin Kültür Hazineleri Sahnesinde Evde Bayram Konserleri”nde sahne aldı.
7 Haziran 2020… Sabah gazetesi bir röportaj daha patlattı! Koronanın “korkutucu” olduğu günlerde yapılan röportajda Mazhar Alanson, pandemi günlerini ve sanatsal faaliyetlerini anlattı. Ama iktidarın koronaya karşı “mücadelesini” övmekten geri durmadı: “Geçenlerde haberlerde duydum. San Francisco’da bir genç sigorta kartı olmadığı için hastaneye alınmamış ve altı saat sonra ölmüş. Bizde koronaya yakalananlar devlet güvencesine alınıyor. Hatta bazı özel sigorta şirketleri bile sigorta kapsamına alıyorlar bu rahatsızlığı da.”
Alanson’un verdiği her röportaj kendisine “yol, su, elektrik” olarak döndü.
2021 ağustosundan bu yana TRT Müzik’te “Mazhar Alanson ile” adlı programı yapıyor.
İkinci isim Şükriye Tutkun…
Geçtiğimiz yıla gidelim. Twitter hesabından şu paylaşımı yaptı Tutkun: “Sene 2017? ‘Keşke benim de böyle bir babam olsa?’ demiştim sene 2021 oldu, linç edileceğimi bile bile, aynı cümleyi tekrar kurmak istiyorum? Keşke benim babam olsaymış? Ama benim değil tüm Türkiye’nin Babası. Babasızların babası?”
2017’de Erdoğan’ın torununa ders çalıştırırken çektirdiği fotoğrafı paylaşan Tutkun, Erdoğan gibi bir babasının olmasını istemişti.
Aslında verdiği mesaj basitti: “Ben uzun zamandır Erdoğancıyım”… 2017’deki paylaşım daha “duygusal” bir içeriğe sahipken 2021’deki tweet daha siyasaldı. Erdoğan “Türkiye’nin babası” olmuştu.
Çok geçmeden Tutkun da iktidar güzellemesinin meyvesini topladı. Güzellemeyi mayısta yaptı, ağustosta TRT Müzik’te “Serenat” programına başladı.
Yaptığı açıklamalarda Emine Erdoğan’la muhabbetinin olduğunu şu sözlerle anlatıyor: “Sağ olsun sever, destekler beni, ben de kendisini çok severim.”
Üçüncü ismimiz Muazzez Ersoy…
Ersoy’un AKP’liliği herkesin malumu… Tipik bir AKP’li olduğunun en güzel örneğini geçen yıl Posta’ya verdiği röportajda görebiliriz: “Cumhurbaşkanı nezdinde olan davetlere Süleyman Demirel, Turgut Özal döneminden beri katılıyorum. Sanatçı muhaliftir, evet! Bugün en muhalif insan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır!”
Hem bütün iktidarların yanında yer al hem de muhalif ol!
Ersoy, TRT Müzik’in gözdelerinden… 7 Kasım 2018’den bu yana “Sevgilerimle” isimli program yapıyor. Programı yapmaya başladıktan kısa bir süre sonra 25 Kasım 2018’de A Haber’e yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Halbuki bükemediği bileği öpmeleri gerekiyor. Ama onu bile yapmayı kendilerine yediremiyorlar. Sayın Başkan’ımız, Sayın Reis’imiz Recep Tayyip Erdoğan bir dünya lideri. Görmek istemeyenler görmeyebilir belki ama kör olmayan herkes görür.”
Program başladıktan üç hafta sonra teşekkür niteliğinde açıklamalar yaptı.
Bu listeyi uzatabiliriz: Hülya Avşar, Ajda Pekkan, Yavuz Bingöl, İbrahim Tatlıses, Coşkun Sabah, Orhan Gencebay, Hülya Koçyiğit…
Akıllara şu sorular gelebilir. Sanatçıların siyasi görüşü olamaz mı? Siyasi görüşü doğrultusunda açıklamalar yapamaz mı?
Yanıt kısa: Elbette…
İktidarın sanata ve sanatçıya yaklaşımında “yandaş hukuku”nu nasıl işlettiğine dair örnekler verdik. Erdoğan’a ve iktidara yapılan güzellemelerden sonra bu isimlerin önlerinin nasıl açıldığını, devlet olanaklarının nasıl seferber edildiğini hep beraber görüyoruz.
Birçoğuyla kurulan sadece müzikal bir ilişki değil… Meslek örgütü seçimlerinden devlet ihalelerine kadar uzanan çıkar ortaklığı… Kendileri şatafat içinde yaşarken boşuna halka simit yemeyi önermiyorlar…
Burada Ajda Pekkan’ın, MFÖ’nün ülke müziği, Hülya Koçyiğit’in Türkiye sineması açısından önemini ve özgünlüğünü kim yadsıyabilir.
Bugün biat bildirdikleri siyasal anlayışla; sanat üretimleri ve yaşam tarzları ne kadar örtüşüyor. Burada büyük bir mesafe var. Bu mesafeyi çıkar ilişkisiyle kapatıyorlar ve kameralara mutluyuz pozu veriyorlar.
Ya da
MFÖ’den sonra MFÖ şarkılarını kimler dinleyecek ve yaşatacaktır?
Hülya Koçyiğit’in “Susuz Yaz” ve “Kurbağalar” gibi filmlerinin ülke sineması açısından önemini kimler dile getirecektir?
Ajda Pekkan şarkıları kimlerin hafızasında kalacaktır?
Yanıtı belli sorular bunlar…
Formül basit…
İktidara yakın gazetelerden Erdoğan güzellemesi yap!
Sosyal medyadan Erdoğan’a iltifatlar et!
Bu iltifatı yaparken “Linç edileceğimi bile bile” notu düş!
Erdoğan’ın doğum günlerinde Saray’a ziyarete git, poz ver!
Sanatsal üretimine ihanet et!
Bal tutan parmağını yalıyor sonuçta!
Haftaya iktidarın muhalif sanatçılara uyguladığı “düşman hukuku”nu tartışacağız.