Eren Keskin anlattı: Yaşatılabilecek en büyük acı yaşatıldı Aysel Tuğluk'a
Eren Keskin arkadaşı Aysel Tuğluk'tan bahsederken gözyaşlarını tutamadı: Aysel annesine çok bağlıydı. Yaşatılabilecek en büyük acı yaşatıldı Aysel'e.
Meltem AKYOL
İstanbul
Türkiye’nin her yeri nöbet alanı. Adalet için tutulan nöbetlere yaşam hakkı için tutulanlar ekleniyor. Cezaevlerinde bulunan 600’ü ağır, 1600 hasta tutuklu tahliye edilmiyor, 25-30 yıldır hapis olan hasta mahpusların infazı yakılıyor.
Ailelerse nöbetlerini sürdürüyor. İstanbul’da devam eden nöbet de dördüncü haftasında. Nöbette 3 hasta mahpusun durumu -Aysel Tuğluk, Fatma Tokmak ve Turgay Deniz- anlatıldı.
HASTANEYE KALDIRILDI, 20 GÜN SONRA DURUMU AĞIRLAŞINCA AİLESİNE HABER VERİLDİ
İnsan Hakları Derneğinde, hasta mahpusların yaşam hakkı için devam eden nöbetteyiz. Cezaevindeki hasta mahpuslardan olan Turgay Deniz’in durumuna dair bilgi paylaşılıyor. Deniz, Tüberküloz hastası, yüzde 80 engelli, akciğerinin bir kısmı alınmış. Uzun süredir tahliye edilmesi talep ediliyordu. 20 gündür Yedikule Göğüs ve Hastalıkları Hastanesindeymiş meğer. Deniz’in hastaneye kaldırıldığından aile haberdar edilmiyor önce, durumu ağırlaşıp da entube duruma gelince cezaevi yönetimi Deniz’in ailesini arıyor, ‘çocuğunuz tahliye edildi’ diyor. Aile hastaneye gidip çocuğunu alacağını düşünürken, Deniz’in durumunun ağırlığı ile karşı karşıya kalıyor. “Defalarca bırakın” dedik, cezaevinde kalamaz dedik” diye isyan ediyor bilgiyi veren dernek yöneticisi.
KESKİN: AYSEL’LE ORTAK NOKTAMIZ ANNELERİMİZE OLAN SEVGİMİZ…
Sonra Eren Keskin alıyor sözü. 30 yılı aşkın bir süredir insan hakları alanında mücadelede eden Keskin, “Hiç bu kadar korunaksız bırakıldığımız bir dönemi hatırlamıyorum” diyerek başlıyor sözlerine.
2 hasta tutuklu kadını anlatıyor Keskin. İlki Aysen Tuğluk. Eren Keskin’in eski arkadaşı Tuğluk. “Devlet Güvenlik Mahkemelerinde sabahlara kadar beraber bekledik. Cezaevlerinde gece yarılarına kadar birlikte didindik. Aysel’le çok ortak yanımız vardı ama en benzeyen yanımız annelerimize olan sevgimiz. Aysel annesine çok bağlıydı ve bu coğrafyada yaşatılabilecek en büyük acı yaşatıldı Aysel’e.” Tam burada gözyaşlarını tutamıyor Eren Keskin. Zorlanarak devam ediyor anlatmaya: “Aysel unutmak istedi, annesine yapılanlarla birlikte unutmak istedi. Geçen günlerde gittiğimde hiç konuşmadık. Sadece ağladık ve bana söylediği tek şey ‘Annemi biliyorsun değil mi?’ oldu. Aysel yakın zamanı da hatırlamıyor. Tek başına kalamaz. İkinci kadın Fatma Tokmak. Fatma Tokmak 1996 yılında bir buçuk yaşındaki oğlu Azat’la birlikte işkence gördü. Azat’ın elinde ve sırtında sigara söndürüldü annesini konuşturabilmek için. Azat bugün büyüdü, kocaman oldu ama annesi hala cezaevinde. Cezaevinde olduğu ilk yıllarda kalp hastası olduğu ortaya çıktı ve son dönemlerde cildinde morarmalar var. Nefes alamıyor. En kötüsü şu an hasta mahkumlar, hastaneye gitmek istemiyorlar çünkü dönüşlerinde tecride girmek zorundalar. Tecridin tecridine katlanmamak için tedavi haklarından vazgeçiyorlar.”
İki hasta kadın mahpusu anlattıktan sonra “Bu coğrafyada umut etmeyi bile bize unutturdular” diyor ve ekliyor: “Çünkü kendi iç hukukunu bile uygulamayan bir devletten bahsediyoruz. Süleyman Soylu gibi, ‘yakalarsanız lime lime edin’ diyen ve işkenceyi savunan bir içişleri bakanı var bu ülkede. O nedenle umut etmeyi bile unutturuyorlar ama biz unutmamaya çalışıyoruz. Tek gücümüz umudumuz bizim.”
SON GÜNLERİNİ YAKINLARI İLE GEÇİRME HAKKINA BİLE EL KONULUYOR
HDP İstanbul İl Eş Başkanı İlknur Birol anlatılan örneklere atıf yaparak, “İnsan Hakları Derneğinin bu odaları çok işkence, hak ihlali ve ölümlerin anlatılmasına ev sahipliği yapmıştır” diyor. Hasta mahpusların kalan zamanını yakınları ile geçirme hakkına bile göz konulduğunu söyleyen Birol, “Bu düşman hukuku değil artık, bu imha hukuku… Hasta tutsakların bir ölüm evine dönüşen bu cezaevlerinden kurtarılması lazım” diyerek çağrıda bulunuyor.
BİÇER: YAVAŞ YAVAŞ ÖLÜM CEZASI
Daha sonra Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Ümit Biçer söz alıyor. Hasta mahpusları ölüme götüren sürecin bir parçasının Adli Tıp Kurumu olduğunu söyleyen Biçer, kuruma yapılan atamalarda uzmanlıklara, unvana bu konuda yapılan çalışmalara bakılmadığına dikkat çekiyor: “Deneyim aramıyor, bilimsel akademik unvanlarına bakılmıyor, alanın uzmanlık derneklerinden, bilimsel komitelerinden seçilmiyorlar. Bilimsel özellikleri önemli değil, bağımsız olup olmadıkları da. Aslında siyasi iktidarın sözünü geçireceği isimler olması dışında bir kriter yok.”
Bugün Adli Tıp Kurumuna Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzası ile Hızır Aslıyüksek’in getirilmesi Biçer’in anlattıklarının sağlaması gibi. Zira Aslıyüksek, aynı zamanda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın başkanı olduğu İlim Yayma Vakfı Mütevelli Heyeti’nin üyesi.
Bu hatırlatmadan sonra Biçer’in sözleri ile devam edelim: “Adli Tıp Kurumu zaten ulaşılması çok güç bir yer. Hapishanede bir mahpus hastalandığında Adli Tıp Kurumuna ulaşana kadar ya yaşamını kaybediyor ya da sağlığı geriye dönülmez şekilde bozuluyor… Bilgi yok, hapishanede kaç hasta mahpus var, Adli Tıp Kurumuna kaç başvuru var. Bu insanlar için nasıl ‘cezaevinde kalabilir’ raporu veriliyor. Aslında uzatmadan söylemeliyim, bugün yaşanan süreç yavaş ölüm cezasıdır, yavaş idamlardır.”